MHP'li Başkanın Borç İsyanı

Mayıs 29, 2009

Kütahya’nın Simav ilçesine bağlı Öreyler beldesinin MHP’li Belediye Başkanı Özden Akçay, bir önceki dönemden kalan 387 bin TL’lik borcun uykularını kaçırdığını söyledi.

Kendilerindeki evvelki yönetimden intikal eden 387 bin TL dolayındaki borcun faizleriyle birlikte her geçen gün çoğaldığını ifade eden Akçay, İller Bankası’ndan gelen aylık 15 bin TL dolayındaki ödeneğin borçlara bile yetmediğini belirtti.

Belediyenin kimlere borcu olduğunu gösteren listeyi halkın bilmesi açısından kahvelere astığını ifade eden Akçay, borçları ödeyip bitirinceye kadar beldesine önemli bir yatırımda bulunamayacağını vatandaşların bilmesini istediğini bildirdi.

Geçmiş dönemden kendisine intikal eden 387 bin TL dolayındaki borcun 130 bin TL’sinin İller Bankası’na, 81 bin TL’sinin SSK’ya, 11 bin TL sının Simav Vergi Dairesine, kalan 165 bin TL’sının da esnaflara olduğunu anlatan Öreyler Belediye Başkanı Özden Akçay, İller Bankası’nın gönderdiği aylık 15 bin TL dolayındaki ödeneğin öncelikli olarak İller Bankası başta olmak üzere SSK ve Vergi Dairesi’ne olan alacaklarına kesildikten sonra belediye kasasına giren bin TL dolayında bir paradan da personele iki aydır maaşlarına karşılık 300’er yüz TL dolayında avans verebildiğini kaydetti.

Buna rağmen bir yandan borç öderken bir yandan da beldenin alt yapı meselesine çare aradığını ifade eden Akçay, bu hususta birkaç yıl belde halkından anlayış beklediğini vurguladı.

Akçay, borçları kapattıktan sonra seçim öncesi verdiği sözleri mutlaka yerine getireceğini ve Öreyler beldesini hak ettiği yere taşıyacağını kaydetti.

İHA

Evliya Çelebi

Mayıs 27, 2009

evliya_celebiEvliya Çelebi b. Derviş Mehmed Zilli, 25 Mart 1611 (10 Muharrem 1020) tarihinde İstanbul’da Unkapanı’nda doğmuştur. 1684 (1095) yılında 73 yaşında Mısır’da öldüğü kabul edilmektedir. Fatih Sultan Mehmed zamanında Sancakbeyi olan buyükbabası, Germiyanoğlu Yakub Bey’in veya Hoca Ahmed Yesevî’nin ardıllarındandır. İstanbul’un fethinden hemen sonra aslen Kütahyalı olan ailesi İstanbul’a gelip yerleşmiştir. Annesi I. Ahmed’in sarayına bir Kafkaslı cariye olarak girmiştir. Babası Derviş Mehmed Zilli, Kanuni Sultan Süleyman’dan I. Ahmed’e kadarki padişahların kuyumcubaşılığında bulunmuş ve seferlere katılmış, 1648(1058) yılında 117 yaşında ölmüştür. Kanuni’nin Zigetvar seferinde önemli hizmetleri bulunan babasının geniş çevresindeki şahsiyetlerin serüvenlerini hikâye ettikleri aile sohbetlerine katılan Evliya Çelebi, dünyayı gezip görme merakına kapılmıştır.

Evliya Çelebi, sıbyan mektebinde okuduktan sonra Şeyhü’l-islam Hamid Efendi Medresesi’nde yedi yıl okumuş ve Müderris Ahfeş Efendi’den ders almıştır. Musiki ile ilgilendi. Kuran’ı ezberleyerek “hafız” olmuştur. Derviş Ömer Efendi’den musiki eğitimi aldı. Çelebi babasının yanında çalışmış, orada çalışan Rumlardan Rumca öğrenmiştir. Daha sonra Enderun’a alınarak yetiştirilmiş(1635–39), 40 akçe maaşla sipahi olmuştur. 1035 yılının. Evliya çelebi, Revan seferinden dönen IV. Murat’a Silahtar Melek Ahmed Ağa tarafından Kadir gecesi Ayasofya’da takdim edilmiş ve padişahın emriyle (Evliya Çelebi, sonraki sadrazam Melek Ahmed Paşa olan dayısının yardımıyle 1635 yılında Enderun’a girebilmiş) saraya alınmıştır. Padişaha takdimi sırasında Evliya Çelebi birçok dil biliyordu. Kıvrak zekâsı, bilgisi ve aşırı öğrenme isteğiyle padişahın dikkatini çekmiştir. Sarayda uzun süre kalarak eğitimine devam etmiştir. Padişahın ölümünden sonra çekilerek ilk gezisi olan Bursa’ya gitmiştir.

image005

İzmit, Trabzon(1640) ve Girit(1645) yolculuklarına da çıkan Evliya Çelebi, 50 yıl boyunca Avusturya, Hicaz, Mısır, Sudan, Habeşistan, Dağıstan gibi birçok ülkeyi dolaşmıştır.. Kıvrak bir mizaha ve sosyal zekâya sahip olan mürekkep yalamış Evliya Çelebi, çevresinde aranan, sevilen bir şahıs olmuştur. Zengin bir aileye mensup olduğundan yolculuk masraflarını bazen kendisi finanse eder bazen de

bu seyahatlerini imamlık yapmak, köyleri tahrir etmek, vergi toplamak, önemli mektuplar götürmek, savaşa katılmak, elçilik yapmak gibi çeşitli hizmetler vesilesiyle gerçekleştirmiştir. Evliya Çelebi seyahat uğruna ufak tefek görevler üslenmiş ve bazen maiyetinde bulunduğu beylerbeyi, serdarlar ve vezirlerle hoş geçinmeye çalışmış, alçakgönüllülüğü ve sosyal vasıflarıyla aranan biri olup dostlarının sayısını arttırmıştır.

Evliya Çelebi’nin yazdığı Seyahatname’nin X. Cildi eksik bir şekilde birden bire bitmektedir. Bu sebeple de Evliya’nın eserini bir sonuca bağlayamadan vefat ettiği tahmin edilmektedir. Vefat yeri ve tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Takriben 1684 yılında vefat ettiği tahmin edilmektedir.

Evliya Çelebi’nin Mısır’dan İstanbul’a döndükten sonra öldüğüne, mezarının Meyyitzade Kabri civarındaki aile kabristanında bulunduğuna dair iddialar da vardır.


Partileri Tutanlar ve Takım Taraftarları

Mayıs 23, 2009

Takimlarda taraftarlar takimin kotu gunundede yaninda olarak takimina destek olurlar partilerde isi genelde vatandas evinin kosesinden kendisne Yapilan zulmu seyreder olmasi muhtemel olaylara tepkisiz kalir ! Herkeze sokaga cikinda kanunsuz sekilde gosteri yapin demiyorum ama birileri nasil birseyleri savunmak adina sokaga dokuluyorsa bizlerde kanunlar cercevesinde kimin yaninda oldugumuzu gosterelim .Ben futbol takimi tutmam kim guzel oynarsa o kazansin derim hertakimin kacirdigi guzelim pozisyonlara acirim bazen gittigim yerlerde sorarlar neden takim tutmuyorsun cunki ikiside benim insanimin oynadigi futbol hangi takim yenilirse ulkede deyisen birsey olmaz vatandasin cebinden ekstra vergi cikmaz diger takim yenerse yine deyisen birsey olmaz vatandasin cebinden ne para cikar ne para girer peki niye kendimi uzeyim bosu bosuna nefesimi tuketeyim ? bosu bosuna kafami yorayim ? birileri para kazanacak hammalligini ben mi yapacagim ? onlarin borazanciliginimi yapacagim ?

ziyaettintokyaypartileritut

Amma Milli mac oldumu akan sular durur amac Turkiyenin sesini duyuracagi baska bir alan ve genelde genc nesillere iste o zaman nefesimide harcarim kafamida yorarim sonucta Turkiye ve turk insani var hele hele Milli maclarda ben adeta devlesirim Avrupaya milli takim geldimi desdeklemek icin her yere giderim 3 cune 5 sine bakmam Milli olan seylerde dini olan seylerde hassasiyetim deyisir

Birde yurt disindan alinan futbolculara odenen paralara aciyorum turk inasinin yeteneklerinin kapatilmak istendigine inaniyorum hazir ulkemde yetistirilip baska ulkelere futbolcu satacagimiza biz baska ulkelerden futbolcu alip dunyanin parasini oduyoruz .

Peki futbolcuyu hangi sahalarda yetistirecegiz ? 200 bin nufuslu bulundugum sehirde 100 tane top sahasi vardir biz olsak ne yapariz hemen parseller apartman dikeriz deyilmi ? ortalama 80 yildir duzenli bir imar planimiz yok ve hala eyni sekilde devam ediyoruz

Arzu hanim Basbakanin futbol takimin direktoruna veya baskanina sormasina gerek yok eger takimla ulkeyi ayni teraziye koyarsak hata yapariz,ki nasil hata kimse takimin direktorune hangi futbolcuyu hangi tarfta oynatacagina kimi cikarip kimi sokacagina antermana sabahmi aksammi cikacagina kimse karismaz ama Turkiye gibi ulkelerde onu yapamazsin sunu yapamazsin sunlari hic deyistiremezsin diye her kafadan bir ses cikar olmadi senin iktidara geldiginden beri havalar yagisli gidiyor diye adami idam ederler yagisli gitse suclusunuz gunesli gitse suclusunuz eger birileri sizi suclamaya kafayi koymussa bundan kurtulusyok hukumete destek olan muhalefete,de suc cikarilir neden destek olursun suclusun olmazsin suclusun hele oyle bir ana muhalefet varki evlere senlik yillardan beri elinden bir is gelmez yapanada karsi cikar niye ? yilladir bos oturdugu meydana cikacak diye cunki buraya genelde birikenler ulkeye hizmet icin deyil kostek icin cikarlar yapamazlar cunku bilmez yaptirmazlar cunku milleti adam yerine koymazlar baltutan parmagini yalar hesabi bunlar parmagini deyil cok yalamak icin kolunu oldugu gibi bala bulastirirlarki cok yalasinlar diye ellerinden gelse kendilerini balin icine atip esine dostuna yalatacaklar .

Burada amacim Basbakan Erdogani savunmak deyil ONUN SAHSINDA demokrasiyi savunmak hani derler ya mahkeme kadiya mulk olmazmis Millet istemedigi zaman bu partiyi kapatir birilerinin kendisini milletin yerine koymaya calismasi millet iradesini demokrasiyi kendi anlayisina yorumlamasi yonlendirmeye calismasi .Eger suan ulkemde isi olmayana 500 ytl ucret verseler 850 ytl asgari ucret olsa insanimin yasam standardi gelismis avrupa ulkelerindeki seviyede olsa vallayi bu kadar uzulmem. Sorun isi asi olmayaninin kendisine yapilan zulmu haksizligi savunan insanlara desdek olmasi .

Mutlu Gunler sizlerin olsun

http://www.ziyaettintokyay.com


Başkentte Küyahya Günleri Sergisi

Nisan 29, 2009

Başkent’te Kütahya Günleri Sergisi, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Sanat Galerisinde 27 Nisan 2009 tarihinde açıldı.

İlimizin kültür, sanat, tarihi, turistik ve termal değerlerinin tanıtılacağı; çini, el sanatları, geleneksel giyim, resim, fotoğraf, halı, leblebi, tarhana, gümüş takı ve madenlerinin sergileneceği organizasyon 1 Mayıs 2009 tarihine kadar açık kalacaktır.

küyahya tanıtım günleri
küyahya tanıtım günleri

Kütahya Tanıtım Günleri Ankara programında, Belediyemizi temsil eden Belediye Başkan Yardımcısı Halil TOKLU burada bir konuşma yaparak şunları ifade etti;

“Kütahya Tanıtım Etkinliklerinin Ankara programına katılımlarınızdan dolayı teşekkür ediyorum. Ankara’da Kütahya’mıza hoş geldiniz.

Bizlere, burada Kütahya’mızı tanıtmak için bu imkanı sağlayan Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne ve Kütahya Valiliğine öncelikle teşekkür ederim. Kütahya’mız; İstanbul, İzmir, Antalya, Konya, Ankara’nın tam ortasında Bursa ve Eskişehir’e komşudur.

Kütahya Osmanlı İmparatorluğunda; Domaniç İlçemizin Çarşamba yaylasında, Haymeana Türbesi ile Osmanlı’nın kuruluşunun, Cumhuriyet Tarihimizde; Başkumandan Meydan Muharebesinin yapıldığı Dumlupınar Şehitliği ile Anadolu’nun kurtuluşunun sembolüdür.

Kütahya; her tarafındaki zengin tarihi mirası ile bir açık hava müzesi gibidir. Kütahya Çini Sanatında bir dünya markasıdır. Sim Sarmalı Ağır Elbiseleri, çeyiz işleri, Gümüş-çini ve Gümüş-yarı kıymetli süs taşları ile takıları, Osmanlı saray mutfağı, dünyaca ünlü Porselenleri ile Türkiye’deki 15 Marka kentten biridir.

Türkiye’deki 37 termal bölgeden 7 tanesi Kütahya’dadır.% 52 ‘si ormanlarla kaplıdır. Doğal zenginlikler içindeki termal kaynaklar çok farklı özelliklerdedir.

Kütahya Zafer havalimanımızla birlikte uluslar arası kargo taşımacılığının merkezi olacaktır.

Bor, Gümüş, Seramik hammaddeleri, Kömür, termik santraller gibi enerji kaynakları, manyezit gibi 35 çeşit ve büyük rezervleri ile Kütahya bir madencilik cennetidir.

Bu kadar varlık ve zenginliğe karşı; vergi ödemede Türkiye’de 27., Sosyo-ekonomik gelişmede 41., Eğitimde 49., Sağlıkta 54. sıradadır. Kütahya Devletine, milletine bağlı huzur kentidir. dedi.

Başkent’te Kütahya Günleri Sergisi, açılışına; Kütahya Milletvekillerimiz, Müsteşarlarımız, yargı mensupları, ulusal televizyon kanallarının temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.


Çağdaş Çağdaş Götürüyorlar Abisi…

Nisan 20, 2009

ÇEV’in burs kriteri din, mezhep ve etnik köken olarak öne çıkmış.

Bir öğrencinin burs talebi ‘Çok ihtiyacı var ama İHL’li’ diye geri çevrilirken, başka bir öğrenciye ‘Alevi hemen verelim’ notu yazılmış.

ERGENEKON terör örgütü iddiasıyla başlatılan soruşturmada Genel Merkezi aranan ve Genel Başkanı ‘firari şüpheli’ konumunda olan Çağdaş Eğitim Vakfı’nın (ÇEV) burs verdiği öğrencileri çağdışı bir zihniyetle ayrımcılığa tabi tuttuğu ve öğrencileri din, dil ve mezheplerine göre fişlediği ortaya çıktı. ÇEV’in 2005-2006-2007 yılı hesap ve işlemleri hakkında İstanbul İl Dernekler Müdürlüğü, İl Vergi Dairesi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin yaptığı denetim sonucu hazırlanan raporda ilginç tespitler yapıldı.

Öğrencilerin isimleri gizli tutulmuştur ve *.* şeklinde ifade edilmiştir.

ÇAĞDIŞI BURS KRİTERLERİ

ÇEV’İN burs kriterleri de tartışma yaratacak cinsten. ÇEV’in burs verirken öğrencilerin gerçekten ihtiyaç sahibi olup olmadıklarına değil, dilleri, dinleri ve sosyal hayatlarına bakıldığı iddiası da raporda yer aldı. Y.T.Ü. öğrencisi *.*’nin burs talebinin reddedilme gerekçesi şaşkınlık yarattı. *.*’ için yapılan değerlendirmede ‘İmam Hatip Lisesi’nden geliyor. İhtiyacı çok var ama bana biraz gerici bir genç gibi göründü-Hayır’ ifadelerine yer verilmiş. *.* isimli yabancı bir öğrencinin burs talebi ise ‘Resmen takiyye yapıyor-Hayır’ notuyla reddedilmiş.

IRK, DİN VE MEZHEP AYRIMI

RAPORDA vakıf yöneticilerinin burs verecekleri öğrencileri din, ırk ve mezhep ayrımı yaparak belirledikleri, burs vermede Alevi ve Kürt öğrencilere öncelik verdikleri belirtiliyor. Raporda, burs talebi kabul edilen bazı öğrencilerin karşılarına düşülen notlar şaşkınlık yarattı. Irk, din ve mezhep ayrımı yapıldığı iddialarını doğrulayan notlardan bazıları şöyle: ‘*.*’ İ.Ü İletişim. Alevi-Hemen verelim’, ‘*.*’ İ.Ü. Cerrahpaşa. Şeriata kesin karşı’, ‘*.*’. İ.Ü. Cerrahpaşa. Kürt ve akıllı bir çocuk. Olumlu’.

BASKIYA DELİL BURS YÖNETMELİĞİ

ÇEV’İN burs verdiği öğrencileri, eylemlere, mitinglere, sosyal ve siyasal faaliyetlere katılmaya zorladığı iddiaları da ÇEV Burs Yönetmeliği’yle delillendirildi. ÇEV Burs Yönetmeliği’nin 14. maddesi 4. bendinde ‘ÇEV’den burs almaya hak kazanmış öğrenciler Vakfın yapmış olduğu etkinliklere, sosyal ekonomik ve siyasal faaliyetlerine katılmak zorundadır. Katılmadığı takdirde o ayki öğrenim bursu kesilebilir’ deniliyor.

Yalancı tanıklık yap yazlığım senin olsun

ERGENEKON firarisi ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer’in adı ikinci iddianamede yer alıyor. Yaşer, e-mail gönderdiği kişiye, Fettullah Gülen davasında yalancı tanık olması karşılığında Bodrum’da villa vermeyi vaat ediyor. ‘’gyasen@süperonline.com’’ adresinden 5 Ocak.2002 tarihinde ‘’hayricanoz’’ nick nameli kişiye gönderilen e-mailde şu ifadelere yer veriliyor: ‘… Ortak görüş ikimizin en kısa zamanda Nuh …… giderek görüntü ve seslerin montaj olduğu böyle bir konuşmanın geçmediğini söylememiz gerekiyor. Yoksa çok kötü olacak benden bu fedakarlığı esirgeme lütfen. Cumhuriyeti, Atatürk’ü seviyorsan lütfen Nuh beye gidip ifade verelim. Konuştuklarımızı inkar edelim. Bak eğer bu fedakarlığı yaparsan Bodrum’daki yazlığımı hemen sana vermeye hazırım. Telefon açma dinleniyor acele email çek. G.Yaşer.’’

YİNE ‘gyasen@süperonline.com’’dan 23 Ocak 2002 günü ‘hayricanoz’’ nickli kişiye gönderilen e-mailde ‘Sevgili Mesut Fettullah’ın davasıyla ilgili aleyhte yeni tanıklar bulmamız lazım. Bizim avukat Hüseyin bey mahkemenin aleyhimize doğru gittiğini, Eyüp ve Serhat alçaklarının da her an karşı tarafa dönebileceğini söyledi. Şu bizim Serhat’ın bir akrabası varmış. Cihat isminde bir çocuk. Biraz para vererek, Fettullah aleyhinde mahkemeye çıkartmayı düşünüyorum’ diyor. Yaşer aynı mailde ‘Durumlar bildiğin gibi değil. Acilen yeni tanıklar bulmamız lazım. Fevzi…Paşa ve Kemal Yavuz Paşa vasıtasıyla görüştüm. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ile bir kez daha bu konuda görüşeceğiz. (…) Dünya Kiliseler Birliği ile Lionslar’dan Arif bey vasıtasıyla para yardımı sözü aldım. Hiç korkma herşey yoluna girecek’ diyor.

İzinsiz yardım almışlar

ÇEV’İN izinsiz olarak aralarında Dünya Kiliseler Birliği başta olmak üzere Operation Carifornia Inc ve Charlies Aid Faundation gibi yabancı kuruluşlardan yüklü miktarlarda bağış almış. ÇEV Marmara depremini sonrası Kiliseler Birliği’nden ‘Mağdur olan öğrencilere destek’ adı altında toplam 185 bin dolar almış.


TÜRKLERDEN Topladığımız Paralarla Kürdistan'ı Kurabiliriz

Nisan 13, 2009

“ATATÜRK ismini kullanırsak bunu daha rahat yapabiliriz. Hem para toplar hem destek alırız, kampanyalar düzenler, TÜRKLERDEN topladığımız paralarla, KÜRTLERİ daha bilinçli hale getiririz, cahil insanlarla KÜRDİSTAN’ı kuramayız, Hristiyanlığı bu şekilde daha rahat yaymamız da mümkün.”

Bu sözler 12. Dalgada göz altına alınan Türkan Saylan’a ait. Türkan Saylan’ın kapatma davasından, muhtıra girişimlerine; PKK’lılara burs vermeden, misyoner faaliyetlere kadar pekçok noktada adı geçiyor. İşte hızlı tur.

13 Aralık 1935 günü İstanbul’da dünyaya geldi. Cumhuriyet döneminin ilk mütahhitlerinden Fasih Galip Bey ile evlendikten sonra müslüman olup Leyla adını alan İsviçreli Lili Mina Raiman çiftinin beş çocuğunun en büyüğüdür. 1957’de evlenmiş, iki oğlan çocuk annesi olmuştur. Biri grafiker diğeri hekim iki oğlundan iki torunu vardır.

Yazının devamını oku »


Sonunda Açıklandı! İşte 1 Numara

Nisan 11, 2009

Samanyolu Haber öyle bir numara yaptı ki tam manasıyla habercilikte yeni bir çığır açtı. 1 taşla iki kuş dedirtecek cinsten olan haberi okuyanlar hem şaşırdı hem de düşünmeden edemedi! Haberin başlığı söylenemeyenleri söylese de yorumlar da en az onun kadar cesurdu. Önce haberi verelim. Sonra sıra yorumlara gelecek.

Liste belli oldu: İşte 1 numara

rahmi koç 1 numaraİş adamı Rahmi Koç, Ankara’dan sonra Türkiye’nin de gelir vergisi rekortmeni oldu.

Alınan bilgiye göre, Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, 27 Mart’ta sona eren gelir vergisi genel beyan döneminde 2008 yılı için 51 milyon 484 bin 113,3 lira gelir bildiriminde bulundu. Temettü şeklindeki menkul sermaye iratlarından oluşan bu gelir için Koç’a 18 milyon 14 bin 87,6 lira gelir vergisi tahakkuk ettirildi.

Söz konusu vergiyle başkentin vergi rekortmenleri listesinin başında yer alan Rahmi Koç, diğer illerdeki gelir beyanları ve vergi tahakkukları sonrasında Türkiye’nin de en fazla gelir vergisi ödeyecek ismi oldu.

Haberi okuyanların yorumları ise hiç de “vergi rekortmenliğiyle”  ilgili değildi….

O her türlü 1 numra
O her türlü 1 numra, bilen biliyor.

BÜYÜK RESiM!
RAHMi KOC´UN ERGENEKON´UN BiR NUMARASI OLDUGUNU BiLMEK iCiN MÜNECCiM OLMAYA GEREK WAR MI ACABA DiYE DÜSÜNMEDEN EDEMiYORUM?! BENCE,TÜRKiYE´DE VERGi REKORTMENi OLMASI,ARTIK iS KENDiSiNEDE DAYANACAK OLMASINDANDIR KANAATiMCE!GÖZ BOYANIYOR VERGi REKORTMENLiGi iLE..VERGi REKORTMENi ADAMDA,1 NUMARAMI OLURMUS DEDiRTECEKLER ZAMANI GELiNCE!NE YAPARLARSA YAPSINLAR,GERCEKLER ER YA DA GEC ORTAYA CIKACAK MUTLAKA.PERDELER KALKACAK VE BÜYÜK RESMiN TAMAMI MUTLAKA GÖRÜNECEK!RAHMi KOC ACABA NiCiN NAZANDE iLE DÜNYA TURUNA CIKTI DiYE HEP MERAK ETMiSiMDiR?BU TUR SADECE GEZi AMACLIMIYDI ACABA,YOKSA ASIL AMAC BASKAMIYDI DiYE DÜSÜNÜRÜM HEP NEDENSE?AK PARTiYE KAPATMA DAVASI ACILMADAN COK KISA SÜRE ÖNCE,RAHMi KOC DICK CHENEY iLE iSTANBUL´DA GÖRÜSTÜMÜ ACABA?GÖRÜSTÜYSE NE GÖRÜSTÜ MESELA?RAHMi KOC´UN EMEKLi PASALARA OLAN ASKI NERDEN KAYNAKLANIYOR DiYE DE DÜSÜNÜRÜM HEP?HANGi EMEKLi PASALARLA NE GiBi iLi$KiLERi VAR ACABA?ERGENEKON SANIKLARINDAN iLHAN SELCUK iLE KANKA OLDUGU BiLiNEN RAHMi KOC´UN,BU KANKALIK DÜZEYi NEDiR?ERTUGRUL ÖZKÖK´ÜN MSN GÖRÜSMESiNDE 1 NUMARADAN SÖZ ETMESi VE $ATO´YA GiDECEGiNi SÖYLEMESiNDE GECEN “$ATO” RAHMi KOC´UN “$ATO” SU OLMASIN?DEDiM YA GERCEKLER ER YA DA GEC ORTAYA CIKMAYA MAHKUMDUR!BÜYÜK RESMiN TAMAMINI GÖRMEYi SABIRSIZLIKLA BEKLiYORUM..

buldular yaşasın
ya arkadaşlar aranan 1 numara bu olmasın

ETÖ de de bir numara rahmi koç
her ikisindede etö de ve vergide bir numara rahmi koç samanyolu tv deki tek türkiye dizisinde bir numaranın elindeki yüzüğe bakın kim olduğu daha iyi belli oluyor.yüzükte koç simgesi var oda rahmi koç u temsil ediyor.

meğer başka bir numaraymış
Biz de sandık ki; ergenekon’un bir numarası iddianameye girdi. Bu başka numaraymış, yine acaba sayın koç’un da ergenekon ile ilişkisi var mı diye aklıma gelmedi değil.

Allah ne deyim size
tam etö nün bir numarası olarak karşıma çıkacak olan bu habere ne kadar da çok sevinmiştim.Ne yazıkki vergi rekortmeniymiş :((
Ama!aynı zaman da KOÇ, ETÖ de 1 numara…Buraya yazıyorum…

bir taşla iki kuş vurmak buna denır
ikisi bir haber olmuş samanyoluna başarılar dilerim

etö
Bende ergnoknun bir numarası sandım…

100 yıllık ülke içi sömürü macerası
sermayenin misyonu ülkeyi kalkındırmaktır.koçların misyonu ise ülke geri kalsın,biz sömürmeye devam edelim.cumhuriyet kurulurken,yapılacak meclis binasına kiremit işi vehbi koç a veriliyor.o da parayla bir adam tutup,yüksek bir binanın tepesinden kiremit getirene tanesi 20 para diye ilan ediyor.kiremitleri devlete 40 paraya satıyor. karlı iş.7-8 sene önce de karımızın %88 i faizden demişti.sanayici değil tefeci sankisi.yerli gibi görünen bu sermaye ,bu ülkeye enbüyük ihaneti yapmıştır.kesin 1 numara canım.


Osmanlı'da Askeri Teşkilat

Mart 30, 2009

image003-2bAskerî Teşilâtın Başlangıcı

Osmanlıların askerî teşkilâtında Anadolu Selçuklularıyla İlhanlıların ve Memlûklerin az çok tesirlerini görmekteyiz. Osmanlı kuvvetleri kapukulu, eyalet —ki bunda hudut kuvvetleri de dahildir ve deniz kuvvetleri olarak üç kısımdı.

Kapıkulu askeri, yaya sınıfından olan yeniçeri, cebeci, topçu ocaklarıyla yine bir ocak halinde olarak atlı bölüklerden teşekkül etmişti; bu iki sınıf asker, hükümdarın şahsına mahsus maaşlı merkez kuvvetleriydi ve pâdişâh nerede bulunursa onunla beraber bulunurlardı.

Yazının devamını oku »


Osmanlı Akıncıları Hakkında

Mart 30, 2009

Osmanlı döneminde düşman topraklarına akın düzenleyen gönüllü süvarilere verilen ad.

Fethedilecek yerlerde keşif yıldırma tahrip ve klavuzluk amacıyla hanın izniyle akın düzenlenmesi göçebe kabileler için başlı başına bir yaşam tarzı olan yağma ve çapul geleneklerinden türeyen çok eski bir töreydi. Türk devletlerinde uç adı verilen sınır bölgelerine yerleştirilen büyük akıncı beylerine uç beyi denilirdi. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerinin önemli bir politikası kuruluş aşamasında insan gücü olarak dayandıkları yoğun göçebe kitleleri uçlara kaydırmak; reislerini de uç beyi yaparak ikili bir kimlikle devlet bünyesine almaktı. Ertuğrul Gazi ile oğlu Osman Bey de aşiret beyleri iken aynı zamanda Selçuklu sultanlığının birer uç beyi olmuşlardı.

Rumeli fetihleri başlayınca Türk asıllı gençler akıncı yazıldılar. İlk akıncı beyleri Evrenos ve Köse Mihal’di.

Akıncılar yağma gâyesiyle düşman içine giren ve talanla hayatlarını geçiren bir topluluk değildi. Onlar, kendilerine kılıç çekmeyene kılıç çekmez; ‘aman’ dileyene dokunmazlardı. Serhat topraklarında yaşayan akıncıların pek çoğu, Avrupa ve Balkan dillerini bilen, aynı zamanda bilgili ve kültürlü insanlardı.

Akıncılar, baştan neyi kabul ettiklerini çok iyi biliyor, ölümle kol kola hayatlarını devam ettiriyor ve bunu sırf Allah rızasını kazanmak uğruna yapıyorlardı.
Akıncılar, gönüllerindeki aşk ve heyecanla kendilerini devletin milletin ve dinlerinin bekâsına adamış, gerektiğinde canını vermekten çekinmeyen Hak fedaileriydi. Gönlünde bu aşk ve heyecanı tutuşturabilen insan, cihadı en büyük ideali hâline getirir ve bu uğurda ölmeyi cana minnet bilir. Kalemiyle cihada iştirak eden yazardan, doğruluğu hâl diliyle anlatan Müslüman’ın yaptığı cihada kadar, çeşitli cihat şekilleri vardır. Akıncılar da haksızlığı, hak bilen düşmanla yaka paça olmayı tercih etmişler ve bunun neticesinde peygamberlikten sonra mertebelerin en büyüğü olan şehitliği talep etmişlerdir.

İslâm gerektiğinde silâhlı mücadeleye cevaz vermiştir; ama, bu konuda birçok şart belirlemiştir. Müslümanların din, nesil ve mallarının müdafaa edilmesi, düşünce hak ve hürriyetlerinin korunması, yapılan karşılıklı anlaşmalara uyulmaması, Müslümanlara ve onların himayesinde bulunanlara zulmedilmesi, bu hususlardan sadece bazılarıdır. Ama ne acıdır ki biz, bu hakikatleri hiçbir zaman olduğu gibi dışarıya anlatamamışızdır.

Akıncıların vazifesi, başlarındaki beylerin önderliğinde sınır muhafazasına çalışmaktır. Akıncılar, bulundukları toprakları korumakla birlikte gelebilecek saldırılara ve tehditlere karşı caydırıcı bir güç konumundaydılar. Avrupalıların sonraki asırlarda kurduğu özel komando birliklerini akıncılardan ilhâm alarak oluşturduğuna dâir rivayetler vardır.

Akıncıların akınlarını, Hz. Peygamber (SAV) dönemindeki seriyyelere benzetebiliriz. Gerektiği yerde düşmana fiilen karşı koyma, halkın can ve mal güvenliğini koruma ve bu uğurda savaşma, akıncıların vazgeçilmez hayat tarzıydı.

Bir eski eğri kılıç… Kakmalarla süslü kını,

Bununla belki yapılmıştı Türk’ün ilk akını!

Bir eski eğri kılıç… Kabzasında yakutlar,

Bununla belki kırılmıştı bir zaman putlar….

Orhan Seyfi Orhon

Osmanlı, Hazreti Peygamber’in (sas): “Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız.” sözünü kendine şiar edinmişti. O kimsenin hakkına tecavüz edip, kimseyi ezmezken; ezilmemeye, zulme uğramamaya da dikkat ediyordu. Bunun için Payitaht’ta ordu savaş için hazırlanırken, hafif piyade birliği olan akıncılarla zaman kazanılıyor, âni baskınlara karşı teyakkuzda olunuyor ve sınır muhafaza ediliyordu.

Akıncılar, Fatih Sultan Mehmet’in şu sözlerini kendilerine düstur ediniyor gibidir: “Bu zahmet din yolunadır, ahirette Allah huzuruna varınca inayet ola. Zîrâ elimizde İslâm kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek, bize gazi demek yalan olur.” Yine şanlı padişah Fatih Sultan Mehmet: “Üstümüze kılıç çekilmedikçe, ülkemize girilmedikçe, teb’ama cefa edilmedikçe bizden kimseye zarar gelmez.” derken, onun akıncıları da aksini yapamazdı zaten. Müslümanlar, tarihin hiçbir devrinde, devlet, millet ve fert olarak kimseyi istismar etmedikleri gibi, hâkim oldukları yerlerde sömürü ve istismara da hiçbir şekilde izin vermediler.

Akıncılığın temelinin Osman Gazi döneminde, Köse Mihal tarafından atıldığı söylenir. Orhan Gazi zamanında daimî piyade ve süvari askerlerinin teşkiline kadar hep akıncılar kullanılmıştır. Osmanlı uç beyliğinin kısa sürede devlet hâline gelmesi de, akıncılar sayesinde olmuştur. Akıncılığın bir ocak şeklinde kurulmasında Evrenos Beyin büyük emeği olmuştur.
İlk zamanlar akıncı beylerinin çoğu, Osman Gazinin yoldaşları olan kumandanların çocuklarıydı. Akıncı beylerinin yetkileri çok geniştir, onlar istediklerini ocağa alır istemediklerini de ocaktan çıkarabilirlerdi. Divan-ı Hümâyun bu işlere hiç karışmazdı. Çok güvenilen akıncı beyi büyük bir selâhiyete sahipti, emirleri doğrudan doğruya padişahtan alırdı.

Akıncı beylerinin rütbeleri sancak beyi seviyesindeydi. Akıncı eri, yüzlerce defa canını ortaya koyduğu için, diğer birçok ocağın subayından imtiyazlıydı. Akıncılar içerisinde fedai, dalkılıç, serdengeçti, deli, azap, gönüllü, beşli gibi şahıs ve grup isimleri vardı. Küçük rütbeli akıncı zabitlerine ‘toyca’ veya ‘taviçe’ denirdi. 16. yüzyıl sonlarında 40 bin olan akıncı mevcudu, zaman içerisinde artma ve azalmalar göstermiştir.

Akıncılar, yakaladıkları esirlerden aldıkları bilgileri merkeze iletirlerdi. Akınlar, katılan akıncı sayısına göre isimler alırdı. 100 kişiden az akıncıyla yapılana çete, 100’den fazla kişiyle yapılana haramilik, akıncı beyinin kumandası altında yapılana ise, akın denirdi.

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı ilerle!

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kâfilelerle

Yahya Kemal Beyatlı

Silâh ve teçhizatları uygun olmadığından, akıncılar kale kuşatmasına katılmazlardı; ancak akıncı fedâilerinden serdengeçtiler, kuşatılmış kaledeki düşmanın arasına dalarlardı.

Akıncılar, sürekli ordu birliklerine dahil değildir. Rumeli’de serhat boylarına yakın yerlerde yaşayan akıncılar, sınır bölgelerinde pürüz çıkaran düşman memleketlerine âni baskınlar tertipleyerek onları yıpratırlardı.

Bu gruplar içerisinde en ilginci ‘deli’ adı verilendir. Düşmanı görünce âdeta deliye dönen bu grubun mensuplarını kimse durduramazdı. Ordu ile sefere iştirak ettiklerinde, savaşın en ön safında yer alır ve düşmana ilk onlar saldırırdı. Bu gruptan olanlar bazen hiçbir silâh kullanmaz, sadece kendilerini savunmak için yanlarında bulundurdukları kalkanlarla düşmanın içerisine dalar, kendilerine yapılan kılıç hamlelerini kalkanlarıyla savuşturup, mermere vurarak sertleştirdikleri o koca elleriyle düşmanın yüzünde şimşekler çaktırırlardı. Topu topu bir avuç deliyle baş edemeyen düşman, geride kendi sayısına yakın Türk ordusunu görünce paniğe kapılır ve birer ikişer kaçışırdı. Bu delilerin bir kısmı eğersiz ata biner, bir kısmı da akşama kadar ellerini mermer gibi sert cisimlere vurarak nasır bağlatırdı. Kat kat nasır bağlamış bu eller, düşman için kılıçtan daha tesirli bir silâh olurdu. Deli adıyla anılan bu süvariler, 15. yüzyıl sonlarından itibaren istihdam edilmişlerdir.

Önceleri sadece Avrupa’daki sınır boylarında kullanılan deliler, ‘bayrak’ adı altında 60’ar kişilik ocaklara ayrılırdı. Başlarındaki kumandanlarına Delibaşı denirdi. Delibaşın altında gönüllü ağası ve bölük ağası gibi zabitler vardı. Deli süvarisi olmak isteyen, cesaretiyle kendini ispatlamak zorundaydı. 16. yüzyılda kurt, sırtlan, pars gibi vahşi hayvan derilerinden yapılmış elbiseler giyen delilerin, atları da akıncılarınki gibi çevik ve dayanıklıydı. Delilerin silâhları ise, akıncılarınki gibi kılıç, kalkan mızrak, balta ve bozdoğandı.

Akıncılar Hazreti Hamza ve Hazreti Ali’yi pîr olarak görürlerdi.

Bilmemiş var mı geniş yeryüzünün serhaddi,

Yıkmış ufkunda durup karşı koyan her seddi.

Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına

Nice bin atlı kapılmıştı fetih rüzgârına.

Yahya Kemal Beyatlı

Akıncılığa kabul edilmek çok zordu. Bunun için doğrudan doğruya beyin rızası gerekirdi. Zîrâ kötü bir akıncı, birliğin mahvına sebep olabilirdi. Çok süratli intikâl, seri hareket, harikulâde süvarilik, fevkalâde silâhşorluk bu işin olmazsa olmazlarındandı.Bazı istisnalar haricinde akıncılık, babadan oğula geçerdi. Akıncılar savaş zamanlarında ordudan önce düşman arazisine girerek, orduya yol açar ve kurulması muhtemel pusuları bozardı.

Akıncılar düşman topraklarına girecekleri zaman, kademeli olarak birkaç bölüme ayrılır, ilk kuvvetin karşısına mukavemet eden bir düşman çıkarsa, arkadakiler yetişip ona yardım ederdi. Akıncıların hücumları âni ve sert olduğundan, hemen her zaman düşman kuvvetlerini sarsıp dağıtırdı. Ayrıca ordunun yolu üzerindeki hububat muhafazasını sağlamak, esirler vasıtasıyla düşmandan haber toplamak, köprü ve geçit gibi yerleri emniyet altında tutmak da akıncıların vazifeleri arasındaydı.

Akıncı olabilmenin şartlarından birisi de, Osmanlı Türk’ü olmaktı. Devşirmelerin devletin her kademesine, hatta sadrazamlığa kadar, yükselebilme imkânı varken, akıncı olmaları imkânsızdı.Bir akıncı adayı; imam, köy kethüdası veya dürüst birini kefil göstermek zorundaydı.

Akıncı ordu birlikleri diğer ordu ocakları gibi komuta kademesine bölünürdü. Her on akıncıyı onbaşı; yüz akıncıyı subaşı; bin akıncıyı da, binbaşı komuta ederdi. Bu komuta zincirini, bütün kuvvetlerin başında olan akıncı beyi tanımlardı.

Bir harekâtın akın sayılabilmesi için binli kadroyla ve akıncı beyinin komutasında yapılması gerekirdi. Yüz akıncının eylemine haramilik denirdi. On akıncı “çete” ya da “potera” adını taşırdı. Çetelerin pençik yükümlülüğü yoktu. Barışta çiftliklerde oturan akıncılar akıncı beyinin buyruğunu alır almaz onun yanına giderlerdi. Ölen akıncının yerini oğlu, oğlu yoksa akrabası alırdı. Akınların adı akıncı beyinde ve İstanbul’da bulunan kütük niteliğindeki defterlere geçirilirdi.

Akıncı beyini devlet tayin ederdi. Akıncılık babadan oğula geçen bir süreklilik içinde ömür boyu sürdürüldü. Gerektiğinde ocaklara yetenekli gençlerden yeni akıncılar alınırdı.Bu önemli kumandanlık uzun süre Mihaloğlu, Evrenosoğlu, Turhanoğlu ve Malkoçoğlu gibi ünlü akıncı ailelerinde kalmış ve babadan oğula intikal etmiştir. Mihaloğlu, Sofya’da; Evrenosoğulları, Arnavutlukta; Turhanoğulları, Mora’da; Malkoçoğulları da Silistre dolaylarında bulunurlardı.

Osmanlı’da akıncılar, merkezî idareye bağlı değildi, sınır boylarında ocaklar hâlinde teşkilâtlandırılmıştı. Her mıntıkanın kumandanı ayrıydı ve akıncılar mensup oldukları sülâlenin ismiyle anılırdı.

Akıncıların en yiğitleri ‘dalkılıç’ ve ‘serdengeçti’ adı ile anılırdı. Bunlar akıncıların fedai kısımlarıydı. Bu fedailerin düşman içine dalmak ve mahzûr bulunan bir kaleye girmek gibi çok zor görevleri vardı. Bu yiğitlerin çoğunun böyle bir vazifeden geri dönme ihtimalleri azdı. İhtiyar Cezzar Ahmet Paşa karşısında ilk yenilgisini tadan Napolyon’un şu sözleri, Osmanlı askerini anlamak açısından mânidârdır: “Osmanlı askerini dalkılıç olmaya mecbur edecek kadar sıkıştırmak el vermez, bir kere dalkılıç olmayı göze almış birkaç yüz adam meydana çıkarsa, mağlup olmamak mümkün değildir.’

Akıncılar, ordunun genellikle beş günlük mesafe ilerisinde yol alırlardı. Bir düşman ordusuna dalmak gerektiği zaman, bu vazifeyi yapacaklar ordudan ayrılır, düşmanı vurmak icabeden yere kadar giderler, âni ve şiddetli şekilde düşman saflarına dalarlardı. Bunun neticesinde düşman şaşırır ve bozguna uğrardı.

Düşmanın iktisadî ve mânevî yapısını alt üst ederek savaşın kazanılmasında önemli rol oynayan akıncıların akın taktiği şöyleydi: Akıncı ordusu belirli bölümlere ayrılır, ayrılanlar da daha küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederdi. Sefer yapılacak ülkede her birliğin ele geçireceği şehir ve kasabalar önceden kararlaştırılır, dönüşte birlikler gene belirli yerlerde, fakat daha önce ayrıldıkları mevkilerde olmamak üzere birleşerek, vatan topraklarına dönerdi. Bu durum düşman ülkesini korku içerisinde bırakırdı. Kasırgalar gibi esip geçen akıncıların, ne zaman, nerede ortaya çıkacakları hakkında yüzlerce söylenti çıkardı.

Devlet tarafından akıncıların isimlerini, eşkallerini ve tımara (toprağa) sahip olanların listelerini gösteren bir defter tutulurdu. Defterler iki nüsha hâlinde tanzim edilir, bunlardan biri merkezdeki defterhanede, diğeri de akıncıların bulundukları eyalet veya sancakların kadılıklarında muhafaza edilirdi. Böylece herhangi bir yolsuzluğa meydan verilmezdi. Her akın sonunda şehit veya malûllerin yerine, kuvvetli gençler akıncı olarak kaydedilirdi. Akıncılara tahsis edilen bir maaş yoktu. Elde ettikleri ganimetlerin 1/5’ini pençlik (humus) vergi olarak verdikten sonra, kalanlarla geçimlerini temin ederlerdi. Bazılarının ise tımarları (işleyebilecekleri toprakları) vardı.

Akıncıların atları hızlı, dayanıklı ve süratli olanlardan seçilirdi. Akıncılar sefere çıkarken yanlarında dört-beş at götürürler, yorulan atları konak yerlerinde bırakarak, hız kaybetmeden yollarına devam ederlerdi.Uzun mesafeleri, kısa sürede koşabilecek şekilde yetiştirilen ve birçok meziyeti olan akın atlarının eskisi kadar yetiştirilememesi, bu teşkilâtın zayıflama sebeplerindendir. Fetihler döneminin sona ermesi ve duraklama devrinin başlaması ile akıncılar görülmez olmuştur.

16. yüzyıl sonuna doğru sayıları 40 bine ulaşan akıncılar; 1595 yılında Koca Sinan Paşanın Eflak’ta Prens Mihal’e yenilmesi üzerine Tuna’nın öte yakasında kalan Tuna Köprüsü’nde Eflak voyvodasının top ateşine yakalanan akıncılardan sağ kurtulan olmadı. Bunun sonucunda akıncılık tarihe karıştı. Akıncıların yerini serhat kulu denen sınır boylarındaki tımarlı sipahiler aldı. Akın düzenleme görevi ayrıca Kırım hanlarına da verildi. Akıncı adı 1826 yılında resmen ortadan kalkmıştır.

Akıncıların parolası, “Yazılan gelir başa”ydı. Yazılan mademki başa gelecekti, ölümden korkmak niyeydi? Bu yiğitler gözlerini budaktan sakınmaz, her yerde şehadeti ararlardı. Gece âbid olan bu Hak fedaileri, gündüz birer arslan kesilirlerdi. Akıncılardaki ruh hâlini anlamak, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde geçen, “Malınızla ve canınızla cihat edin.” âyetini kavramaya bağlıdır. Çiftçilerin ellerindeki tohumları toprağın altında çürümeyeceğine inandıkları ve ellerindeki tohumları tereddüt etmeden toprağın bağrına saçıp beklemeye durdukları gibi, akıncılar da yapmış oldukları güzel işlerin karşılığını mutlaka göreceklerine inandıklarından, hayatlarını Hakk’ı korumaya ve ülkelerini savunmaya adamışlardır. Evet herkes inandığı kadar gerilime geçecek, o kadar bu yola baş koyacak ve o kadar toprağın bağrına tohum saçacaktır.


Kütahya Tarihi

Mart 28, 2009

1-TÜRKLERDEN ÖNCE KÜTAHYA:

Anadolu ‘nun eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kütahya ’nın kuruluş tarihini kesin olarak belirlemek mümkün olmamıştır. Ancak tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Sırasıyla Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya ve Bergama krallıklarının hakimiyetinde bulunmuş daha sonra Roma İmparatorluğu ve onun ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir.

Eski kaynaklara göre; Kütahya ’nın Antik Çağ’ daki adı Katiaenion’dur. Ünlü Antik Çağ coğrafyacısı Strabon ’a göre bu ad “Kotis’in Kenti” anlamına gelmektedir. Kotiaeion adı temel sözcük aynı kalmak şartı ile, farklı dönem ve yazılışlara göre “Kotiaion”, “Cotyaeum” ve “Cotyaium” olarak da kullanılmıştır. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilin tarihi MÖ VI. yüzyıla dayanmaktadır. İl toprakları içinde yerleşen en eski halk Frigler’dir. MÖ 1200 yıllarında, Anadolu’ ya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğu’nun topraklarına girdiler. MÖ 676’da Kimmerler Frigya Kralı III. Midas’ı bozguna uğratarak, Kütahya ve çevresine egemen oldular.

Makedonyalı Büyük İskender ‘in tarih sahnesine çıkması ve Persleri mağlup ederek Anadolu ‘yu hakimiyeti altına almasıyla Kütahya el değiştirmiştir. (M.Ö. 333) Büyük İskender ‘in genç yaşta ölmesi üzerine imparatorluk parçalanmış ve Kütahya İskender ‘in kumandanlarından Antigonos ‘un eline geçmiştir.

M.Ö. 278 yılında Bitinya Krallığı Kütahya ‘yı topraklarına katmış ve daha sonra da Bergama Krallığını eline geçirmiştir. M.Ö. 62 yılında Sezar ‘ın damadı Pompoeus Kütahya ‘yı Roma İmparatorluğu topraklarına katmıştır. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Kütahya Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir. Kütahya, Romalılar zamanında hiristiyanlığın önemli merkezlerinden birisi haline geldi. Takibata uğrayan hiristiyanlar Kütahya ‘ya sığındılar. Putperest Roma şehrin tahsisatını kesti ve şehir ihmale uğrayarak bir süre bakımsız kaldı.

Roma ‘nın hiristiyanlığı resmen kabul edilmesinin ardından piskoposluk merkezi oldu. Bizans döneminde ise Kütahya ‘nın önemi çok arttı. Bizanslılar şehre hakim ve kale inşasına elverişli buldukları sarp tepeye burçlar ile tahkim edilmiş iki kat sur içinde bir şato yaptılar. Bu şato, Germiyanoğulları ve Osmalılar döneminde yapılan Kütahya Kalesinin esasını teşkil etmiştir.

Malazgirt’ te Sultan Alparslan yenilen Romanos Diogenes tahtını geri almak için giriştiği mücadelelerde yenilip esir düşünce, Kütahya ‘ya getirilip gözlerine mil çekilerek hapis edilmişdir. (Romanos daha sonra sevk edildiği Kınalı Ada ‘da vefat etmiştir.)

2-KÜTAHYA ‘NIN TÜRK HAKİMİYETİNE GİRMESİ:

Malazgirt Muharebesinden sonra Türkler, hızla Anadolu ‘nun fethine giriştiler. 1071 yılından sonraki bir kaç yıl içinde Anadolu ‘nun hemen hemen tamamı Türkler tarafından fethedildi. Anadolu Selçuklu Devleti ‘nin ilk hükümdaro Kutalmışoğlu Süleyman Şah ‘ın kardeşi Melik Mansur, 1074 yılında Kütahya ‘yı fethetti. Kütahya, Anadolu Selçuklu Devleti ‘nin bir uç şehri oldu.

Yirmi yıl kadar Türk hakimiyetinde kalan Kütahya, 1096 yılında başlayan Birinci Haçlı Seferi sonunda tekrar Bizans İmparatorluğu hakimiyetine geçti. (1097)

Sultan 2.Kılıçarslan 1182 yılında yeni bir fetih hareketine girişerek Uluborlu ve Kütahya ‘yı ikinci defa topraklarına kattı.

Sultan 2.Kılıçarslan ‘ın, ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırması sırasında Kütahya, Gıyaseddin Keyhüsrev ‘in hissesine düştü. Daha sonra kardeşler arası taht kavgaları sırasında durumdan yararlanan Bizans, Kütahya ‘yı ele geçirdi ise de Sultan Alaattin Keykubat zamanında Selçuklu kumandanlarından İmaüddin Hezar Dinarı tarafından üçüncü defa ele geçirildi. (1230)

Uzun yıllar “Kale Muhafızı” olarak Kütahya ‘da kalan Hezar Dinarı Kütahya ‘nın imarına çalışmış, bir çok eser bırakmıştır.

Kütahya ‘nın Melik Mansur tarafından fethedildiği yıllarda şehir Büyük Selçuklu İmparatorluğuna bağlı bulunuyordu. Melik Mansur ‘un Büyük Selçuklu İmparatorluğu hükümdarı Melikşah’ a karşı ayaklanması üzerine Melikşah Ümera’ dan Emir Porsuk Bey komutasında bir ordu göndermiş, yapılan savaşta Melik Mansur öldürmüştür. (1090)

Bu olaydan sonra Emir Porsuk Bey kuvvetleri Kütahya ‘da yerleşti. Porsuk Bey bir müddet Kütahya ‘da “Kale Muhafızı” olarak görev yapmıştır. Kütahya ‘nın önemli akarsularından Porsuk Çayı ‘nın adı buradan gelmektedir.

3-GERMİYANOĞULLARI DÖNEMİNDE KÜTAHYA:

“Germiyanlı” Türk aşiretlerinden birinin adı iken sonradan bir beyliğin ve ailenin adı olmuştur. Aşiretin ilk tarihi şahsiyeti olarak, baba İshak isyanı sırasında Malatya ‘da faaliyet gösteren Alişir oğlu Muzafferüddin ‘in adına rastlanır. Germiyanlı sülalesinden Kerimüddin Alişir ‘in adı, Selçuklu saltanat mücadelesinde Moğollar tarafından Müinüddin Süleyman Pervane ‘nin şikayeti üzerine öldürülen Selçuklu emirleri arasında geçer.

Malatya taraflarında bir bölgeye “Germiyan” adı verildiği Selçuklu ve Bizans kayıtlarında belirtilmektedir. Germiyanlı adının Malatya taraflarından Batı Anadolu ‘ya gelen bu aşirete bu nedenle verildiği (Kütahya’ lı gibi) tahmin edilmektedir.

Germiyanlı Beyliğini kuran Yakup Bey, Moğollar tarafından öldürülen Kerimüddin Alişir Bey’ in oğludur. Kendisi Anadolu Selçuklu Sultanı 3.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında devletin ileri gelen emirlerinden birisiydi. Görev sahası Ankara ve civarı idi.

3.Alaattin Keykubad’ a bağlı iken 1300 yılında bağımsızlığını ilan etmiş, Kütahya merkez olmak üzere beyliğini kurmuştur. Beyliğin ilk müstakil idarecisi olan Yakup Bey devri (1300-1340) Germiyanoğulları’ nın en güçlü dönemini oluşturur. Yakup Bey’ in hakim olduğu topraklar, bazı kaynaklarda Yakup-ili adıyla adlandırılmıştır.
Bazı kaynaklarda Bizans ‘ın Yakup Bey devrinde Germiyanoğullarına yıllık 100.000 dinar vergi ve hediyeler gönderdikleri belirtilir. Yakup Bey’ den sonra yerine oğlu Mehmet Bey (1340), onunda 1361 yılında ölümü üzerine yerine oğlu Süleyman Şah geçti.

Osmanlı Sultanı 1.Murat, oğlu Şehzade Beyazid’ e Süleyman Şah’ ın kızı Devlet Hatun ‘u istemek üzere bir heyet gönderdi. Süleyman Şah’ da cevabi bir mektupla devrin ileri gelen alimlerinden İshak Fakih’ i Osmanlı başkentine gönderdi. İshak Fakih’ in getirdiği hediyeler arasında meşhur Germiyanlı atları, Denizli bezleri ile altın ve gümüş eşyalar bulunuyordu.

Süleyman Şah, kızının çeyizi olarak Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı ‘yı Osmanlılara bıraktı. Kendisi Kula ‘ya çekildi.1381 yılında yapılan düğünden sonra Şehzade Beyazid Kütahya Sancağına idareci olarak gönderildi.

Ancak Kütahya, Ankara Savaşından sonra tekrar Germiyanoğulları ‘nın hakimiyetine geçti. (1402) Bu sefer beyliğin başına II.Yakup Bey vardı. Bu durum II.Yakup Bey ‘in 1429 yılında ölümüne kadar sürdü.Yakup Bey ‘in vasiyeti üzerine Germiyan ülkesi Osmanlı hakimiyetine geçti.

Kütahya, Germiyanoğulları zamanında tarihinin en parlak devirlerinden birini yaşamış, iktisadi ve fikri bakımdan büyük gelişmelere sahne olmuştur. Beyliğin merkezi olması sebebiyle Kütahya ‘da bir çok mimari eserler inşa edilmiş, şair, edip ve fikir adamları bu şehirde toplanarak eserler kaleme almışlardır.

4-OSMANLILAR DÖNEMİNDE KÜTAHYA:

Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Kütahya bir “Sancak Merkezi” oldu. I.Murad’ ın oğlu ve Germiyan Beyi Süleyman Şah ‘ın damadı olan Bayezid ‘de Kütahya Sancak Beyi olarak görevlendirildi.

Osmanlı Devletinin Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa 1451 yılında beylerbeylik merkezini Kütahya ‘ya taşıyarak buraya yerleşti. Kütahya uzun süre beylerbeylik merkezi olarak kaldı.

Timur Ankara savaşından bir hafta sonra Kütahya’ ya gelmiş, çok sevdiği bu şehirde bir ay kalmıştır.

Kütahya’ da bulunan Ulu Camii ‘nin ilk şekli Yıldırım Beyazid tarafından yaptırılmıştır. Kayıtlarda Ulu Camii ‘nin adı “Yıldırım Han Camii” olarak da geçer.

Anadolu tarafına yapılan seferlerde Osmanlı ordusunun toplantı yeri ve aynı zamanda önemli bir uğrak yeri olan Kütahya önemli eserlerle de donatılmıştır. Tarihte bilinen en eski toplu iş sözleşmesi 13 Temmuz 1766 tarihinde Kütahya ‘da imzalanmıştır. O dönem Kütahya Valisi Ali Paşa’ nın huzurunda yapılan görüşmeler sonucunda işveren ile işçiler arasında anlaşmaya varılmış, çırak, kalfa ve ustaların ücretleri ayrı ayrı belirtilmiştir. Söz konusu anlaşmada bahsedilen işçiler çinicilerdir.

Kütahya adı Mısır Valisi Ali Paşa ile Osmanlı Devleti arasında yapılan savaşlar sonunda 1833 yılında yapılan anlaşma ile uluslararası alanda duyulmuştur. Zor durumda kalan Osmanlı Devleti ‘nin Rusya ‘dan yardım istemesi üzerine, Osmalı Devleti üzerinde Rus nüfuzu olmasını istemeyen İngiltere ve Fransa, Mehmet Ali Paşa ‘yı ikna ederek Kütahya Anlaşmasının yapılmasını sağlamışlardır.

1848 ihtilalleri neticesinde başlayan Macar Milli Hareketi, Avusturya ve Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılınca, hareketin liderlerinden Kossuth Lajos, Bathyayi ve Mesrares 1849 ‘da Osmanlı Devletine sığındılar. Rusya ve Avusturya’ nın baskılarına rağmen Osmanlı Devleti mültecileri geri vermedi. Kossuth (Koşut) ve maiyeti Kütahya’ ya yerleştirildiler. 1851 yılına kadar Kütahya’ da kaldılar. Kaldıkları ev bugün müze haline getirilmiştir ve ziyaretçilere açıktır.

5-MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA KÜTAHYA:

İzmir ‘in 15 Mayıs 1919 ‘da Yunanlılar tarafından işgali ve düşman kuvvetlerinin Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlaması üzerine bütün yurtta olduğu gibi Kütahya’ da da Kuvayi Milliye teşkilatı kuruldu ve 20 Eylül 1919′ da faaliyetlerine başladı. Kurulan teşkilat halktan maddi ve manevi büyük destek gördü. Teşkilat başkanı askeri şube reisi Nüzhet Bey ‘di.

Çerkez Ethem Bey’ in maiyetindeki müfreze kumandanlarından Piriştineli İsmail Hakkı Bey, Kütahya’ ya gelerek “Müdafaai Hukuk Merkezi” ile müştereken faaliyet göstermeye başladı. Silah, cephane ve para tedarikine ve asker toplanmasına başlandı. 21 Temmuz 1920′ de başlayan çalışmalar sonucunda kısa süre sonunda “Kütahya Milli Taburları” teşkil edildi. 6 Ağustos 1920′ de Afyon’ da bulunan Mustafa Kemal Paşa, İsmail Hakkı Bey’ in daveti üzerine Kütahya’ ya geldi ve tren istasyonunda “Kütahya Milli Alayını” teftiş ederek takdirlerini bildirdi. Kütahya’ da birkaç saat kalan TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, ayrılırken, Mutasarrıf Said Bey’ e Kütahya halkına karşı takdirlerini bildiren bir yazı vermiştir.

KÜTAHYA MUTASARRIFI SAİD BEYEFENDİYE

Büyük Millet Meclisinin selam ve ihtimamını muhterem halkımıza, kahraman orduya ve hamiyetkar memuriyne tebliğ etmek üzere Kütahya’ yı dahi ziyaret eden heyetimiz, burada gördüğü mefhabetbahş ve itmi’nannaver tezahüratı samimiye ve aliyeden dolayı fevkalade müftehir ve mesrurdur. Vatansever Kütahya ahalisinin mali fedakarlığı, maddi ve manevi himemat ve mesaisiyle beş on gün zarfında ihzar ve techiz edilen binlerce mevcuda baliğ kıtaatı askeriyenin giriştiğimiz dini, milli, vatani mücadelede muzafferiyetimizi temin edecek kahraman bir zümre olarak isbat-ı fedekari edeceğinizden eminiz. Gerek zat-ı alileriyle Müdafaai Huku gayyürüyesini gerek umum Kütahya halkının mucib-i mübahhat olan himematından dolayı hissettiğimiz şükranı, Büyük Millet Meclisi namına beyan ile arz-ı veda eder ve iş bu ihtisasat-ı mahmedefkaranemizin aynen bütün ahaliye tebliğ buyurulmasını rica ederiz..

6 Ağustos 1336 (1920)

Büyük Millet Meclisi Reisi
M.Kemal

Kütahya-Eskişehir muharebeleri sırasında hazırlıklarını henüz tamamlayamamış olan Türk ordusunun muharebe şartları gereği Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi sonucunda 17 Temmuz 1921 tarihinde Kütahya Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu karanlık günler çok sürmedi. yaklaşık bir yıl sonra 26 Ağustos 1922 ‘de başlıyan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos tarihinde yapılan Başkumandan Meydan Muharebesi sonucunda Yunan ordusu dağıldı. Aynı gün (30 Ağustos 1922) Türk birlikleri Kütahya ‘ya girdi. Böylelikle işgal devresi sona erdi ve Kütahya ebediyyen Türk hakimiyetine girdi.