ÖSS Öncesi Adaylara Tavsiyeler

Haziran 10, 2009

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, bu yıl son kez gerçekleştirilecek Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) sorularının geçen yılki ile aynı zorluk düzeyinde olduğunu belirterek, ”Bazı sorular adaylara zor gelirse bundan kesinlikle endişe duymasınlar. Zor sorular da olmak zorunda” dedi.

ÖSS, 14 Haziran Pazar günü Türkiye’de ve KKTC’nin başkenti Lefkoşa’da, toplam 4 bin 602 binada, 70 bin 850 salonda gerçekleştirilecek. Sınavda 207 bin 857 kişi (bina sorumlusu, bina yöneticisi, salon başkanı, gözetmen, hizmetli, nakil kuryesi, denetmen) görev yapacak. Sınav saat 09.30’da başlayacak ve 3 saat 15 dakika sürecek.

ÖSYM Başkanı Yarımağan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hazırlıklara ilişkin bilgi vererek, sınava girecek adaylara önerilerde ve uyarılarda bulundu.

Sınavla ilgili hazırlıkların yapıldığını belirten Yarımağan, sınav evrakının sınav merkezlerine nakledilmesiyle hazırlıkların sona ereceğini kaydetti.

-”SINAVA GİRECEĞİNİZ YERİ MUTLAKA ÖNCEDEN GÖRÜN”-

Yarımağan, özellikle büyük şehirlerdeki adayların sınava girecekleri binayı sınavdan önce mutlaka görmelerini önererek, ”Çünkü sınav günü gidiş geliş, ulaşım güçlükleri olabilir. Adaylara, sınav yerine ne kadar sürede gidildiğini, nasıl gidildiğini öğrenmelerini öneriyorum, pazar günü sıkıntı çekmemeleri için” diye konuştu.

Sınavın, 09.30’da başlayacağını anımsatan Yarımağan, ancak adayların en geç 08.30’da sınava girecekleri yerlerde olmaları gerektiğini vurguladı. Adayların kimlik kontrollerinden geçirilerek salonlara alınacaklarına işaret eden Yarımağan, bu nedenle zamanında gitmelerinin önemli olduğunu söyledi.

-CEP TELEFONU UYARISI-

Adayları cep telefonu konusunda da uyaran Yarımağan, şöyle konuştu:

”En önemli konu cep telefonu. Cep telefonu ile binaya kesinlikle girilmeyecek. Bina içinde, bir adayın üzerinde kapalı bile olsa cep telefonu bulunduğu tespit edilirse adayın sınavı geçersiz sayılıyor. Adayların zarara uğramamak için cep telefonlarını yanlarına almamaları, ya evde bırakmaları ya da biriyle geliyorlarsa onlara vermeleri gerekiyor.

Binaya girişte cep telefonlarını emanete alma işlemleri çok zor oluyor, telefonlar birbirine karışıyor. Bizim kurallarımız arasında emanet yok. O yüzden adayların binaya telefonları yanlarında olmadan girmeleri gerekiyor. Bunu dikkate alsınlar.”

-”BAŞI AÇIK GİRİLECEK”-

Yarımağan, sınava ”Başı açık şekilde girme” kuralı bulunduğunu da hatırlattı.

Adaylara ”Sakin olmalarını” öneren ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Yarımağan, sözlerini şöyle sürdürdü:

”Bu, önemli bir sınav ama sonunda bir sınav. Sınav başladıktan sonra kendilerini çevreden soyutlayarak tamamen sorulara vermeleri, heyecanlanmamaları, planlı çalışmaları, cevap kağıtlarına sahip olmaları, cevap kağıtlarını önlerinde tutmaları, cevap kağıtlarına soru kitap türünü yazıp yazmadıklarını kontrol etmeleri önemli. 3 saat 15 dakikalık süreyi uygun biçimde kullanarak bildiklerini aktarmaya çalışmak önemli.”

Adaylara yanlarında su götürmelerini öneren Yarımağan, ”Bunun dışında yiyecek götürmelerini önermiyorum. Bence su yeterli oluyor. Sınava girmeden önce ihtiyaçlarını gidermelerinde de yarar var. Sınav sırasında tuvalete gitme ihtiyacı veya sağlık sorunları olursa görevlilerimiz kendilerine yardımcı olacaklar” dedi.

-”KOPYA TESPİT EDİLİYOR”-

Kopya konusuna da dikkati çeken Yarımağan, ”Kopya çekmenin bir başkasının hakkına tecavüz olduğunu” vurguladı. ”Adaylar kopya olaylarına karşı duyarlı olsunlar. Çünkü kopya çeken birisi onların hakkını ellerinden almış olacak” diyen Yarımağan, salon görevlilerinin bu tür olayları saptadıklarında kendilerine rapor ettiklerini, ÖSYM olarak kendilerinin de gereğini yaptıklarını söyledi.

Ünal Yarımağan, ”Ayrıca salonda hiçbir şey tespit edilmese bile merkeze geldikten sonra bilgisayar ortamında aynı salonda sınava giren tüm adayların tüm cevapları birbirleriyle karşılaştırılıyor ve benzerlikler olduğunda onlar için de kopya işlemi yapılıyor. Onun için adaylara cevap kağıtlarına sahip olmalarını, önlerinde tutmalarını öneriyorum” şeklinde konuştu.

-SINAV TESTLERİ-

Sınav kitapçığında her biri 30’ar sorudan oluşan 8 adet test bulunacağı, toplam 240 soru yöneltileceğini belirten Yarımağan, adayların bu soruların tamamını yanıtlamak zorunda olmadıklarına işaret etti.

Meslek yüksekokulları ve bazı lisans programları ile Açıköğretim Fakültesine gitmek isteyenlerin sınavın birinci aşamasında bulunan 120 soruyu yanıtlamalarının yeterli olduğunu söyleyen Yarımağan, lisans programlarına yerleşmek isteyen adayların da bu 120 soruya ek olarak 60 soru daha yanıtlamaları gerektiğini anlattı.

Ön lisans programlarına yerleşebilmek için asgari 145, lisans programlarına girebilmek için de 165 almak gerektiğini belirten Yarımağan, şunları kaydetti:

”145 puan, sınavın birinci bölümündeki 120 soru üzerinden hesaplanıyor. Bu soruların da ortalama yüzde 15’ini yapmak yeterli oluyor. Yani her testte 30 soru var, her testten 5’er soru çözen bir aday 145 puan elde edebiliyor. Bir testten daha çok, diğer testten daha az çözenler de 145 puan alabilir. Ama 145 sadece bir baraj puanını geçmek anlamına geliyor. Birçok programa girmek için 145’in çok üstünde puana ihtiyaç var. Bu, girmek istenilen programa göre değişiyor.

Lisans puanlarına girmek için gerekli baraj puanı 165 ve bu puanı elde etmek için, tüm testlerden eşit sayıda olacağını var sayarsak, soruların yüzde 25’ini çözmek gerekiyor. Yani 6 testten 8’er soru yanıtlanırsa, 50 civarında soru çözen aday bu puanı elde ediyor. Burada da tabii 165’i elde etmek de bir şeyi kazanmak anlamına gelmiyor sadece barajı geçmek anlamına geliyor. Birçok programa yerleşebilmek için bunun çok üstünde puan gerekiyor.”

-”AYNI TESTTEKİ HER SORUNUN GETİRİSİ AYNI”-

Puanlar hesaplanırken, her sorunun aynı ağırlıkta olup olmadığı konusunda Yarımağan, şunları söyledi:

”Kesinlikle aynı. Bu konuda bir yanlış bilgi varsa düzeltelim. Zor sorunun getirisi daha fazla, kolay sorunun daha az değil. Aynı testteki soruların ağırlıkları, getirileri hepsi aynı.

Testler arasında da farklılık var tabii. Bir kere testlerin ağırlıkları birbirinden farklı. Örneğin Sayısal-2 testinin puanı hesaplanırken Matematik-2 ve Matematik-1 testleri en fazla getirisi olan testler, bunların ağırlıkları fazla. Ondan sonra Fen-1 ve Fen-2 testleri, sonra Türkçe, sonra Sosyal Bilimler testi geliyor. Yani hangi puan türü amaçlanıyorsa, o puan türü için belli testlerin ağırlıkları diğer testlerden daha fazla. Ama aynı testin içindeki tüm sorular değerlendirilirken eşit değerde.”

”Bu yılki sınav sorularının nasıl olacağı” konusunda da Ünal Yarımağan, şunları kaydetti:

”Geçen yılki ile aynı zorluk düzeyinde olduğunu söyleyebilirim. Tabii zorluk, kolaylık biraz da göreceli bir kavram. Kişilere bildikleri şeyler kolay gelir, bilmedikleri şeyler zor gelir.

Şunu da söyleyeyim; bazı sorular adaylara zor gelirse bundan kesinlikle endişe duymasınlar. Zor sorular olmak zorunda. Bu sınava 1 milyon 351 bin dolayında aday giriyor. Bunların içinde çok değişik seviyelerde olanlar var. Çok yetenekli, soruların neredeyse tümünü yapabilecek adaylar, daha az yapabilecek adaylar var. Bu adayların hepsini birbirinden ayırmak için bizim sorularımızın içinde zor, çok zor, orta zorlukta, kolay, çok kolay olmak üzere her zorluk seviyesinde sorunun olması gerekiyor.”

-”ENGELLİ ADAYLAR”-

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Yarımağan, engelli adayların da her yıl olduğu gibi ”özel koşullarda” sınava gireceklerini söyledi.

Engelli adayların ÖSS için başvururken engellerine ilişkin raporlarını da eklediklerini ifade eden Yarımağan, görme engelli adayların, her birinin ayrı ayrı salonlarda sınava alındıklarını, işitme veya fiziksel engelli adayların da birarada sınava girdiklerini anlattı. Görme engelli adayların her birine ”okuyucu” ve ”işaretleyici” olmak üzere iki görevlinin yardımcı olduğunu belirten Yarımağan, bu nedenle yarım saatlik ek süre verildiğini kaydetti.

-GÜVENLİK ÖNLEMLERİ-

Sınavla ilgili her ilin emniyet müdürlüğünün gerekli önlemleri aldığını ifade eden Yarımağan, sınav evrakının naklinin de güvenlik güçleri eşliğinde 50’ye yakın TIR ile sınav merkezlerine nakledileceğini anlattı. Sınav evrakının sınav saatine kadar korunmasını da güvenlik güçlerinin sağlayacağını söyleyen Yarımağan, buna ek olarak kendilerinin de Ankara’dan ”koruma kuryeleri” görevlendirdikleri, sınav günü de her binanın önünde polislerin görev yapacağı bilgisini aktardı.

Sınav tamamlandıktan sonra sınavla ilgili tüm evrakın görevlilerce, belirlenen merkezlerde toplandığını ve oradan kamyonlarla aynı gün Ankara’ya gönderildiğini ifade eden Yarımağan, pazartesi sabahı tüm evrakın Ankara’da toplanmış olacağını belirtti.

Sınav kağıtlarının en geç çarşamba gününden itibaren değerlendirilmeye başlanacağını anlatan Yarımağan, ”Sınav sonuçlarını geçen yıllardakine yakın bir tarihte açıklayabileceğimizi tahmin ediyorum. Yaklaşık 1 ay sonra temmuzun ortalarında sonuçları açıklarız” dedi.

-”KIRLARDA, PARKLARDA DOLAŞIN”-

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Yarımağan, adaylara, sınava son birkaç günün kaldığı bu günleri ”Normal yaşantılarına devam ederek geçirmelerini” tavsiye ederek, şöyle konuştu:

”Aday kendisini nasıl rahat hissediyorsa bence onu yapması lazım. Eğer çalışarak rahatlayan aday varsa, son günlerde biraz çalışabilir. Dinlenmeyi, televizyon seyretmeyi kırlarda gezmeyi daha çok seven, kendini böyle daha rahat hisseden adaylar da bunları yapabilir. Bu son günleri normal koşullarda geçirmelerinde yarar var. Ayrıca biraz tabiata çıkmalarında yarar olduğunu söyleyebilirim. Bu son gün kırlarda veya parklarda dolaşmak herhalde daha olumlu sonuç verir.”

ÖSYM BAŞKANLIĞI: 2009-ÖSS TEST SORU VE CEVAPLARI, SINAV GÜNÜ SAAT 15.00’DE İNTERNET SAYFAMIZDAN AÇIKLANACAK

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM), 14 Haziran Pazar günü yapılacak Öğrenci Seçme Sınavı’nın (ÖSS) test soru ve cevaplarının, aynı gün saat 15.00’de internet sayfasından açıklanacağını duyurdu.

ÖSYM’den yapılan yazılı açıklamada, ÖSS soru ve yanıtlarının, htttp://oss2009-sorular.osym.gov.tr adresli internet sayfasından açıklanacağı belirtildi.

Soru ve yanıtları yayımlayacak olan televizyon kanalları ile basın kuruluşlarının, bilgiye kolayca erişebilmek için izleyecekleri yolu, 12 Haziran Cuma günü ÖSYM Başkanlığından telefonla öğrenilebilecekleri ifade edilen açıklamada, sitede yer alacak soru ve cevapları içeren fikir ürünlerinin, telif hakları ile ilgili yasal mevzuat uyarınca korunacağı vurgulandı.

Açıklamada, 2009-ÖSS test soru ve yanıtlarının ulusal ve yerel televizyon kanallarında sadece sınavın yapıldığı gün ÖSYM internet sitesinde yayımlandıktan sonra, ulusal ve yerel basın organlarında da sadece 15 Haziran 2009 tarihinde bir defaya mahsus olmak üzere kullanılıp yayımlanabileceği bildirildi.

Diğer kullanıcıların ise soru ve yanıtları ancak kişisel faydalanmaları için kullanabilecekleri ifade edilen açıklamada, soru ve yanıtların ticari amaçla çoğaltılamayacağı ve dağıtılamayacağı vurgulandı.

Açıklamada, ”Sitemizde yayımlanacak olan 2009-ÖSS test soru ve cevaplarını kurallara aykırı biçimde kullananlar veya saat 15.00’den önce internet sayfalarında içeriği kullanıma açanlar hakkında yasal takibat yapılacaktır” denildi.


Kurtlar Vadisi Oyuncularının Hayatı

Mayıs 28, 2009

Necati Şaşmaz (Polat Alemdar)
Abdulkadir Şaşmaz’in oğlu olan Necati Şaşmaz 1971’de Elaziğ’da dogdu. Asil meslegi turizmcilik olan Şaşmaz, egitimini Kanada’da tamamladi.

Amerika’da 6 sene kalan Şaşmaz, 2001 yilinda bir sureligine ailesini ziyarete geldigi sirada geri donus ucak biletini 11 Eylul 2001 tarihine aldi. Amerikada yasanan saldirilar sebebiyle ucagi Amerika’ya varamadan geri donen Şaşmaz, sonradan ailesinin çekincesi ve israri uzerine Amerika’ya dönmekden vazgeçti.

Hayatina Turkiye’de devam etme karari alan Necati Şaşmaz, Ankara’da sigorta acentesi acti. Cok gecmeden İstanbulda Osman Sinav’la bir is gorusmesine oturdu. Kendisine bir yapimin senaryo ekibinde yer almasi teklifi gelecegini beklentisi ile gorusmeye gitti. Osman Sinav’in “Bir dizi dusunuyoruz, seni de basrolde dusunuyorum” sözlerine, duşunmek istedigini soyleyen Şaşsmaz, bir ay sonra teklifi kabul etti.

Hayatini tamamen degistirdigini soyledigi Kurtlar Vadisi projesine boyle baslayan Necati Şaşmaz, ozel hayatinin kalmadigini, “Beni sadece Ankara’da ismimle cagiriyorlar, İstanbul’da herkez Polat diyor” sozleri ile dile getirdi.

Amerikada kaldigi donemde yesil kart sahibi olan ŞaŞmaz, bedelli askerlikten yararlanarak, askerligini 28 gun yapti. Amcasi, eski MHP milletvekili Tahir Şaşmaz olan Necati’nin Raci Sasmaz (Kurtlar Vadisi dizisinin senaristi) ve Zubeyr Şaşmaz adinda iki kardesi vardir.

Kenan Çoban (Abdülhey)

22 Ocak 1975’te Elazığ’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Elazığ’da tamamladı. Elazığ Ticaret ve Meslek Lisesi mezunu olan Çoban, Antalya ve Ankara’da spor işletmeciliği yaptı.

Kurtlar Vadisi, Kenan Çoban’ın ilk dizi deneyimi.

Atletizm, futbol, tekvando sporlarını ve ata binmeyi seviyor. Boş vakitlerinde spor yapıyor, sinemaya gidiyor. En çok aksiyon filmlerini seviyor. En beğendiği yabancı aktörler Mel Gibson, Tom Cruise ve Al Pacino.

En büyük hayali, özel harekatta vurucu tim olarak görev almak.

Kendini disiplinli ve titiz biri olarak tanımlayan Kenan Çoban: “Her yaptığım işi severim. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışırım, verilen her görevi yerine getiririm ve hiçbir işim yarım kalmaz.” diyor.

Abdülhey Kimdir?

Aslan Bey ve KGT tarafından Polat’ı korumakla görevlendirilmiştir. Bir parkta çöpçü olarak Polat’ın karşısına çıkmasının ardından bir süre sonra Polat`ın sağ kolu olmuştur. Kuzey Irak`a daha önce gizli örgütteyken defalarca görev için gelmiştir. Daha sonra Polat Alemdar`la aynı örgütte yer almıştır. Irak`ı ve orada yaşayanları en iyi o tanımaktadır. Abdülhey`de Polat Alemdar gibi savaş sanatında ve silah kullanımında uzmanlaşmıştır. Sessizdir, konuşması istenmediği sürece konuşmaz. Harekete geçmeden önce sonuçlarını araştırır. Aceleyle veya sinirle hareket etmez.

Gürkan Uygun (Memati)
1974 yılında İzmit`te doğdu. Lise yıllarında tiyatro ile tanıştı, 1990 yılında ise amatör tiyatroya başladı.

Tatlı Kaçıklar, Affet Bizi Hocam, Böyle mi Olacaktı, Şapkadan Babam Çıktı, Deliyürek adlı dizilerde rol aldı. Fasülye adlı 35`lik sinema filminde oynadı. 7 yıl Dormen tiyatrosunda oyunculuk yaptı.

Özelikle Etnik müzikleri ve dünya müzikleri dinlemeyi çok seviyor.

Resim, karakalem çizim ve ufak heykelcikler yapıyor. Bu konularda herhangi bir eğitim almamış. Bunların dışında klarnet çalmak istiyor. Evindeki aksesuarları ve kullandığı eşyaları kendi yapmayı seviyor.

Kurtlar Vadisi`nden sonra insanların sevgisini kazandı. Bundan çok büyük keyif duyuyor. İnsanlar onu Kurtlar Vadisi ile tanıdı. Bu dizi sayesinde beğenilen bir oyuncu oldu. Hayatında olumlu ve güzel değişiklikler oldu.

Televizyon dizilerinde rol almaya 1995 yılında başladı. Kurtlar Vadisi ekibiyle de Deliyürek döneminde tanıştı. Deliyürek`in ardından bu dizi için düşünüldü. Kurtlar Vadisi`ne başlaması da bu şekilde oldu.

Memati Kimdir?

Çocukken işlediği bir cinayet yüzünden uzun yıllar hapiste yatmıştır. Mafyanın çeşitli mevkilerinde tetikçilik yapmıştır. Polat Alemdar`la tanıştıktan sonra onun için çalışmaya başlamıştır.

Sinirli ve aceleci karakteri yüzünden, olayları bütün olarak incelemek yerine kestirmeleri kullanmayı tercih eder. Hiçbir bilgisi olmamasına rağmen, Irak ve Irak`ta yaşayan insanlara karşı önyargılıdır. Memati için, Polat Alemdar`ın istek ve emirleri her şeyin üstündedir. Polat Alemdar`ın hizmetindeyken, artık bir mafya tetikçisi değil silahlı bir vatanseverdir. Doğrudan sonuca ulaşma yeteneği onun en önemli özelliğidir.

Erhan Ufak (Güllü Erhan)

Kurtlar Vadisi’ndeki Erhan karakterini canlandırmıştır. Gerçek ismi Erhan Ufak olup Necati Şaşmaz (Polat Alemdar)’ın halasının torunudur.

Güllü Erhan Kimdir?

Seyfo Dayı’nın öz yeğenidir. Çok eğlenceli bir kişiliğe sahiptir. Dayısı onu mafyadan uzak tutmaya çalışsa da Güllü, Polat`ın ekibine girmeyi başarır. Polat Alemdar’ın mafya kimliğini bilmektedir. Macera ve heyecan arayışı içindedir. Grubun en neşeli ve sevimli yüzüdür. Problemleri, parlak fikirleri ve beklenmedik anlardaki ani patlamaları ile çözebilmektedir. Onun arkadaş olamayacağı hiç kimse yoktur. Sevimli sesi ve neşeli yüzü en büyük silahıdır. Polat Alemdar için yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Abdülhey’i biraz kıskanmaktadır. Kadınlara karşı zaafır vardır.


Kütahya'da Elektrik Kesintisi

Mayıs 27, 2009

– Kütahya’da, hat bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle yarın bazı bölgelere elektrik verilemeyecek.

Osmangazi Elektrik Dağıtım A.Ş Kütahya İl Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamaya göre, yarın 12.00-13.00 saatleri arasında Dumlupınar Üniversitesi Merkez Yerleşkesi, Hürok Mermer, Bereket Un Sanayi, Sicimoğlu Ambalaj, DSİ Makine İkmal Tesisleri, Karlıktepe televizyon verici istasyonu ve Parmakören Mahallesi’nde elektrik kesintisi uygulanacak.


Lösemili Çocuklar Haftası

Mayıs 27, 2009

181Ankara Lösemili Çocuklar Vakfı (LÖSEV) tarafından organize edilen “Lösemili Çocuklar Haftası” bugün başlıyor. “Lösemisiz bir dünya düşlüyoruz” sloganıyla yola çıktıklarını söyleyen LÖSEV Başkanı Dr. Üstün Ezer’e göre löseminin tedavisi mümkün…

Lösemili çocuklar çaresiz değil

LÖSEV tarafından organize edilen “Lösemili Çocuklar Haftası”, 30 mayıs-5 haziran günleri arasında Ankara’da düzenleniyor. Vakıf Başkanı Dr. Üstün Ezer, “Lösemisiz bir dünya düşlüyoruz” diyor.

Lösemili çocukların tedavi gördüğü bir devlet hastanesine televizyon alarak yaşamlarına renk katmak arzusuyla işe başlayan LÖSEV (Ankara Lösemili Çocuklar Vakfı), bugün Türkiye’nin dört bir yanından bin 200’ü aşkın lösemili çocuğa yardım eli uzatan dev bir vakıf haline geldi. Tedavilerinin yanı sıra lösemili çocukların sağlıklı, çağdaş, eğitimli bireyler olarak topluma kazandırılması yönünde çalışmalarını sürdüren LÖSEV, bundan üç sene önce “Lösemili Çocuklar Haftası” etkinliklerini başlattı. İlk senesinde Türkiye’nin dört bir yanından lösemili çocukların katılımıyla gerçekleştirilen etkinlik, ikinci yılında uluslararası bir boyut kazandı. Bu yıl 30 mayıs-5 haziran arasında düzenlenecek organizasyon, dünyanın dört bir tarafından gelen lösemi hastalarını buluşturacak. 21 ülkeden aynı hastalığın pençesinden kurtulmak için mücadele veren, aynı sorunları paylaşan çocuklar bir araya gelecek. LÖSEV’in kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Pediatrik Hematolog Dr. Üstün Ezer, lösemi konusundaki sorularımızı yanıtladı.

* Kimler lösemi hastalığının tehdidindedir? Lösemi bir kan hastalığı. Kanın yapım yeri kemik iliğidir, iliğinin içerisindeki kök hücreler, kendilerine benzer hücre oluşturur ve çoğalarak kana geçerler. Bu hücrelerdeki bozulmalar hastalığa neden olur. Enfeksiyon, ilaç, vücuda giren bir kimyasal madde, beslenme ve genetik yatkınlıklar gibi çevresel etkenler hastalığın ortaya çıkışında büyük rol oynuyor. En çok 2-5 yaşlarındaki çocuklarda görülüyor. Tüm toplumda kanser hastalığının çok fazla arttığını görüyoruz. Her 5 kişiden bir kişi kanser adayı. Dünya Sağlık Örgütü bu sayının giderek artacağını ve 20 yıl içinde 2-3 katına çıkacağını söylüyor. Kanser vakalarının bir yılda 10 milyondan 20 milyona çıkması da bunu doğruluyor. Türkiye’de her yıl bin 200 çocuk lösemi hastası olmaya aday. Her yaştaki insanda görülme olasılığı var. Ancak, çocuklarda daha çok görülüyor. 0-16 yaş grubundaki her çocuk bu hastalığa yakalanabilir.

TEDAVİ EDİLEBİLİYOR

* Lösemiye yol açan etkenler nelerdir? Hastalığın tedavisi nasıl yapılıyor? Kimyasal ürünler, ilaçlar, yediğimiz gıdalardaki katkı maddeleri, hormonlar gibi çevresel etkenler, genetik kromozomda değişim yaratıyor ve hatalı hücreler oluşuyor. Lösemi tedavi edilebilen bir hastalık. Lösemi tedavisinde yüzde 90’a varan oranda başarı şansı var. Hastaya kemoterapi ve hücre tedavisinin ardından destekleme tedavisi veriliyor. Arkasından da uzun bir süre hasta, bağımlılık tedavisi görüyor. Tüm bu tedaviler yaklaşık 3 sene sürüyor.

* LÖSEV’i kurmaya nasıl karar verdiniz? Eğitimimi tamamladıktan sonra çocuk kan hastalıkları üzerine ihtisas yaptım ve bir devlet hastanesinin hematoloji servisinde çalışmaya başladım. Buradaki deneyimlerimde şunu gördüm ki lösemi tedavisinde ilaçlar ve kemoterapi belli bir yere kadar işe yarıyor. O noktadan sonrası; sosyal faktörler, temizlik, hijyen, moral… Bir gün kontrolleri sırasında ziyaret ettiğim çocuk hastalarımızdan biri, “Üstün amca bize bir televizyon alamaz mısın?” dedi. O ana kadar çocukların psikolojisini fark etmemiştim. Hastane yönetimi televizyon almayınca kendi aramızda para topladık ve televizyon, sonra da oyuncaklar aldık. Sonra bunun bir sonu olmadığını gördük ve 1996 yılında derneğimiz kuruldu. 1998 yılında vakıf haline geldik. 2000 yılında Lösemili Çocuklar Hastanesi “Lösante”yi kurduk. Hayırseverlerin bağışları ve lösemili çocukların ailelerinin desteği ile hastane binamızı inşa ettik.

* LÖSEV ne tür yardımlarda bulunuyor? Sosyal güvencesi olmayan hastalarımızı Lösante’de ücretsiz tedavi ediyoruz. Parasal imkanları yetersiz hastalarımıza, onların talepleri doğrultusunda, kömürden gıdaya, oyuncaktan giysiye kadar her türlü yardımları yapıyoruz. Ailelere burs sağlıyoruz. Vakıf binasında resim, müzik, bilgisayar, drama, İngilizce gibi eğitim faaliyetleri de başlattık ve burayı bir okul haline getirdik. Hem onlara hem annelerine meslek edindirme kursları açtık. Kurslarda yetişen üç gencimiz vakfımızda çalışıyor.

ORGANİK GIDAYLA BESLENİN

* Lösemiden korunma yolları nelerdir? Çocuklar kanser yapıcı maddelerden uzak tutulmalı ve organik gıdalarla beslenmeli. Beslenmemizde yer alan kanser yapan maddeler ile kanserojen çevre etkilerinden yeni doğan bebeklerimizi korumak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Organik beslenme üzerine çalışmalarımız ve geliri vakıf yararına kullanılmak üzere kurduğumuz “Ispanak” isimli bir organik ürünler marketimiz var. Bizim hedefimiz 0-2 yaş grubu çocuklar. Büyüme çağındaki, beyin ve vücut gelişimlerinin en hızlı ilerlediği bu çocukların beslenmeleri büyük önem taşıyor.

* Lösemili çocuklar haftasında ne tür etkinlikler düzenleniyor? Etkinliklerimizin başlangıç noktası yine Ankara olacak. Bir açılış paneli düzenleyeceğiz. Geçtiğimiz sene yurtdışından organizasyona katılan lösemili çocuklar, Türkiye’yi çok sevdi. Ülkelerinde birer turizm elçisi oldular. Dünyanın dört bir tarafından mailler, mektuplar almayı sürdürüyoruz. Haftanın amacı Türkiye’de bu çocuklar için başardıklarımızı, sağladığımız yardımları göstermek. Geçen sene Türkiye’de bulunan Yugoslav bir annenin bağlantıları sayesinde 45 ülkenin lösemili ve kanserli çocukların ailelerinin oluşturduğu merkezi Hollanda’da bulunan Enternasyonel Çocukluk Çağı Kanserli Çocuklar Organizasyonu (ICCCPO)’na üye olacağız. Türkiye’nin önderliğinde Lösemili Çocuklar Haftası etkinlikleri tüm dünyada yaygınlaşacak ve belki Dünya Lösemili Çocuklar Haftası olacak.

wpe413531* Yardımseverler LÖSEV’e nasıl destek olabilir? Evlerinde kullanmadıkları eşyaları yollayabilir, bankaya gidip bağışta bulunabilir, gönüllümüz olarak çocuklarımızı ziyaret edebilir veya kan bağışı yapabilirler. Ailelere gönderilen yardım paketleri için ev eşyası, giysi, gıda ve temizlik malzemesi bağışı alınıyor. Adak ve çelenk yardımlarını da kabul ediyoruz. LÖSEV’in bugün 10 binin üzerinde gönüllüsü var. İleride “Lösemili çocuklar kenti” kurmak istiyoruz. Eğitim merkezleri, ailelerin kalacağı yerler, sinemalar, havuzlar, hastane, okul, sosyal tesisler ve konaklama yerleri olan çok büyük bir kompleksten bahsediyoruz. Biz çocuk hastanemizi tamamen bağışlarla yaptık. Bu proje için de yardımların devamını bekliyoruz. Sadece devletimizden arsa istiyoruz.


Nefis Terbiyesi

Mayıs 23, 2009

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn… Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ küllî hâlin ve fî külli hîn… Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ muhammedinil mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmil cezâ… Emmâ ba’d.

Allah’ın selâmı rahmeti, bereketi üzerinize olsun… Allah CC hem dünyada, hem ahirette sizleri hayırlarla karşılaştırsın, bahtiyar eylesin… Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin…

Bu dünya, bu hayat, şu günler, şu ömürler gelip geçicidir; kalıcı değildir, çok değildir, kısadır, muvakkattir, sonludur, sönümlüdür, ölümlüdür. Asıl hayat ve asıl bitmeyen zaman ahirettedir, öldükten sonraki hayattadır. O ebedîdir, bu fânîdir. Asıl ona hazırlanmak gerekir.

İslâm’ın, imanın bize gösterdiği hakîkat budur. Peygamber SAS Efendimiz bu fikirle yaşamıştır. Dünyaya değer vermemiştir, bel bağlamamıştır, gönlünü kaptırmamıştır. Ahireti kazanmağa, Allah’ın rızasını kazanmağa bizleri teşvik etmiştir. Kendisi de ahiretin şevki ile, özlemi ile yaşamıştır.

(Mâ lî ve lid dünyâ) “Benim dünya ile ne işim var?.. (İnnemâ ene kerâkibün istezalle tahte zılliş şecereh) Ben bir ağacın altında biraz nefes alıp, gölgesinde gölgelenip dinlenen bir yolcu gibiyim.” buyurmuştur. “O ağaç benim esas mekânım, makamım, hedefim değil ki…” mânâsına…

Biz de bu büyük hakîkate göre hayatımızı ayarlamak, tanzim etmek, düzenlemek planlamak zorundayız. Elimizden geldiğince de öyle yapmağa çalışıyoruz. İbadetlerimizi yapmağa çalıyoruz, Allah’ın emirlerini tutmağa çalışıyoruz. Haramlardan günahlardan kaçınmağa çalışıyoruz. Ahireti kazanmanın yolu budur diye, bu yolu tutturmuşuz.

Kimisi bunu güzel yapıyor, kimisi de zar ve zor yapıyor, zorlanarak yapıyor. Bazan günahlara bulaşıyor, bazan haramları irtikâb ediyor, bazan sevaplı işlere pek gayret gösteremiyor, tenbelleniyor…

Tabiî, bu hallerinin, davranışlarının da hepsi defterine yazılıyor. Kirâmen kâtibîn amel defterine yazıyor. Bunların da bir hesabı, sorgusu suali olacak ahirette….

(Femen ya’mel miskàle zerretin hayran yerah. Ve men ya’mel miskàle zerretin şerran yerah.) “Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecek. Öyle yapmayan, şer işleyen, kusurlu günahlı işleri yapan, yaşayışı Allah’ın rızasına uygun olmayan da cezalara uğrayacak.”

Bu Allah’ın rızasını kazanma yoluna takvâ yolu derler, ihsân yolu derler. Takvâ yolu denmesi, insanın günahlardan, haramlardan, Allah’ın hoşuna gitmeyecek işlerden kendisini korumasından dolayıdır. Takvâ korunmak demek, kendi kendisini koruması demek… Onun için takvâ yolu deniliyor.

Yâni, canı istese bile günahlı, haramlı işleri yapmamak için kendini tutacak, kollayacak. Canı istemese bile sevaplı, hayırlı işleri yapacak da, sevabı kazanacak, kendisini cehenneme düşmekten koruyacak, kollayacak. Allah’ın gazabına uğramaktan korunacak.

O halde iş takvâdır, takvâ zihniyetiyle hareket etmektir, korunma zihniyetiyle hareket etmektir. Burda da nefisle çatışma vardır. Nefis günahları seviyor ve arzu ediyor. Eğlenceyi, keyfi. çalgıyı, düğünü, yatmayı, gezmeyi, tozmayı seviyor. Sevaplı işlere de tenbelleniyor. Hayırlı, sevaplı işleri de yapmakta zorlanıyor; kaçmağa çalışıyor, kaytarmağa çalışıyor.

Bir çocukta bunu güzel görüyoruz: Annesi babası zorlamazsa namaz kılmıyor. Hattâ annesini babasını kandırmağa çalışıyor. Yalancıktan abdest aldım diyor, yalan söylüyor. “Namazı kılmıştım ben…” diyor ama, kılmadı. Neden?.. Zor geliyor. Halbuki sevaplı bir şey… Sevaplı bir şey zor gelebiliyor, günahlı bir şey de çok şiddetle arzu edilebiliyor.

O halde Allah’ın rızasını kazanmanın yolu, nefse muhalefet etmekten geçiyor. İşte bu da takvâ yolunun esası, tasavvufun belkemiği… Nefsini yenebilecek ki insan, istemediği şeyi ona, “Sevaplıymış, faydalıymış, hayırlıymış.” diye zorla yaptırabilecek; istediği şeyi de, “Günahtır, haramdır, Allah’ın sevmediği iştir.” diye frenleyip tutabilecek. O halde nefisle mücadele etmekten geçiyor, Allah’ın rızasını kazanmak…

Onun için, tasavvuf, tarikat dediğimiz nefsi terbiye etme yolu en kıymetli yol oluyor; İslâm’ın hakîkatı oluyor, özü oluyor. Tabii, bunları anlamayanlar, şu kısa cümlelerle izah ettiğim şeyi bilmeyenler, çeşitli şekillerde itiraz ediyor. Kâfirler bir yönden itiraz ediyor, münafıklar bir başka yönden itiraz ediyor. Nefsinin esiri olan, nefsine tapan, hevasına tapan insanlar bu işe yanaşamıyor. Şeytana uyan, şeytana tapan insanlar gelemiyorlar. Ama işin doğrusu işte anlattığımız gibi…

O halde biz, nefsimizi ıslah edecek bir yol tutturmalıyız. Nefsimizi yenebilecek bir eğitimden geçmeliyiz. Sevapları öğrenmeli ve onları zor da olsa yapabilmeliyiz. Günahları, haramları bilmeli, canımız istese bile onlardan kendimizi korunabilmeliyiz, sakınabilmeliyiz.

Çok iyi derviş, bana mektup yazıyor, mahrem… Diyor ki: “Hocam, elinizi öperim, ayağınızı öperim!” diyor. Ayağımızın altını öpeceğini söylüyor. Tamam öper de, samîmî… “Fakat benim bir kusurum var, ben harama bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum!” diyor.

Demek ki, bu iş bayağı zor… Çocuk iyi çocuk, derviş, tarikata girmiş, yaptığı işin günah olduğunu da biliyor ama, harama bakmaktan kendisini alıkoyamıyor. Televizyonda haram var, çarşıda pazarda haram var, günah var… Gazetede mecmuada haram var…

Tabii, bu sadece bakıştan meydana gelen bir durum… Aynı şekilde kulaktan günahlar kazanılabilir, aynı şekilde dilden günahlar kazanılabilir, aynı şekilde nefsin başka arzularından günahlar kazanılabilir. Çok canı istiyor, midesi arzu ediyor, iştihası kabarıyor, komşunun meyvasını çalıyor. İşte o da bir nefsini yenememek…

Kendisine helâl değil, Allah haram kılmış, başkasının malını almaması lâzım!.. Ama tutamıyor kendisini… Canım çok erik istedi diyor, erik çalıyor… Elmalar çok güzel kırmızı olmuş diyor, elma çalıyor… “Kavunlar karpuzlar büyümüş, hava da çok güzel, şurdan bir tane alayım!” diyor, bıçağı vuruyor, haram şeyi yiyor.

Bunu kademe kademe başka noktalara da götürebiliriz, başka misaller sayabiliriz. Burdan anlaşılıyor ki, insanın nefsi insana düşman adetâ… Nefsi kendisi demek, insanın kendisi kendisinin kötülüğünü istiyor. Sanki içinde bir düşmanı var, kendi aleyhe çalışıyor. Sanki kalenin içine casus girmiş, kaleyi içten fethetmeğe çalışıyor.

Doğru… Peygamber Efendimiz de öyle buyurmuş: En büyük düşman nefis!.. Çünkü, işte o işleri yaptırtıyor.

İnsan düşünüyor, taşınıyor, aklıyla bir şeyi düşünüyor, öyle yapıyor. Bankayı soyan da aklıyla yapıyor, soygunu yapan aklıyla yapıyor. Aklını kullanıyor herkes ama, aklını hangi istikamette kullandığı mühim…

Onun için, İslâm’ın özü, hakîkatı, esası, can damarı, belkemiği tasavvuftur, nefsin terbiyesidir. Nefis terbiye olacak, insan kendisini frenleyebilecek… Nefis terbiye olacak, insan kötü huyları atacak, iyi huyları alacak… Nefis terbiye olacak, insan Allah’ın istediği işleri yapmağa koşan, hayırlı faydalı bir insan olacak.

O halde tasavvufa itirazlar Kur’andan, hadisten, fıkıhtan nasibsiz insanların itirazlarıdır.

–Yok hocam! Bazıları da var İlâhiyatta hoca, veyahut Suudî Arabistan’da din adamı… Veyahut tarihte filânca kitapları yazmış filânca alim, kitap yazan yazar, müellif bir insan… O da itiraz ediyor.

Onların da itirazlarını incelerseniz, nesine itiraz ediyor: Ya tasavvufu bilmediği için, tasavvuf şöyledir, binâen aleyh kötüdür diye bilmeden ona yanlış bir sıfat yakıştırıyor, ondan tenkid ediyor. Ya da ben mutasavvıfım diye onun etrafında dolaşan, onun gördüğü insanlara bakıyor, “Tasavvuf buysa, tasavvuf iyi bir şey değil gàlibâ?” diye kötü misallerden dolayı tasavvufa karşı oluyor.

Biz de tasavvuf ehliyiz, tarikat ehliyiz; öyle tasavvufa biz de karşıyız. Ben de karşıyım, siz de karşısınız. Kur’an’ı okuyorsunuz, hadisi okuyorsunuz; içki haram mı?.. Haram… Birisi hem tarikattenim diyor, hem de içki içiyor. Buna karşı olunmaz mı?.. Karşı olunmazsa, müslümanlık nerde kalır?.. Elbette karşı olacağız.

Arnavutluk başmüftüsü geldi, evimize misafir oldu. “Arnavutluğun %40’ı Bektâşî Tarikatı’ndandır; rakı içerler bunlar.” dedi. Ben de duydum, biliyorum. Gazeteler bir röportaj yapmıştı, ordan biliyoruz. Rakı içen bir tarikat kabul edilemez, tarikat değildir o!.. E, tarikatım diyor… Sapıtmıştır. Ne tarikatıymış?.. Bektâşî Tarikatı…

Ben Hacı Bektâş-ı Velî’yi tanıyorum. Hacı Bektâş-ı Velî içkinin aleyhinde… Bu içkiyi içiyorsa, demek ki sapıtmış. Hacı Bektâş-ı Velî’nin dahi yolunda gitmiyor. Çünkü Hacı Bektâş-ı Velî diyor ki: “Bir kuyunun içine bir damla içki damlasa, suyunu dışarıya çıkartsalar. Kova ile çıkartıp çıkartıp kuyuyu boşaltsalar temiz olsun diye, dökseler suyu… Dışarısı ıslandı. Islandığı yerde ot bitse, o otu koyun yese; o koyunun etini yemem!” diyor.

Neden?.. Su şaraplıydı. Ot şaraplı sudan büyüdü. Koyun şaraplı suda büyümüş otu yedi. Onun için etini bile yemem diyor.

Bu neyi gösteriyor?.. Buna mübalağa sanatı derler. Bir şeyin kötülüğünü kesin olarak göstermek için mübalağa sanatı yapılır bazen… Yâni, o koyunun eti aslında temiz… O ot da temiz… Ot şarabı emmiyor ki, suyunu emiyor, şarabı almıyor topraktan…

Ama, çok kesin olarak biliyoruz ki, Hacı Bektâşî Velî içkinin aleyhinde… Şimdiki Bektâşî, Bektâşî Tarikatı’ndayım diyen Arnavutluk’taki adam içkiyi içiyor. Demek ki Hacı Bektâş’ın yolunda değil… Demek ki, Bektâşî adını bile almağa hakkı yok…

Kaldı ki, diyelim ki Hacı Bektâş-ı Velî de içki içmiş olsa; Hacı Bektâş-ı Velî Peygamber Efendimiz’den yedi asır sonra yaşamış bir insan… Bizim örneğimiz, nümûnemiz, nümûne-i imtisâlimiz Peygamber Efendimiz… Bizim kitabımız Kur’an-ı Kerim… Bizim dinimizin hükümleri Kur’an-ı Kerim’den, hadis-i şeriflerden çıkıyor. Birisinin şöyle böyle yapması, şöyle böyle demesi, bize dinî bakımdan delil olmaz. İçen günahkâr olur, bize örnek olamaz. O içmiş, ben de içeceğim diyemeyiz.

Bunun fıkıhta kaidesi nedir: “Batıl makîsün aleyh olamaz!” Yâni, “Kötü, aslı yanlış, batıl olan bir şey esas alınarak, örnek alınarak ona uygun olarak iş yapılamaz!” demek… Bâtıl makîsün aleh olamaz, hak makîsün aleyh olur. Peygamber Efendimiz şöyle yapmış, o halde ben böyle yapayım diyebilirsin. Ama Ebûcehil şöyle yapmış, ben de öyle yapayım diyemezsin; çünkü Ebûcehil bâtıl yoldadır.

Bâtıla uyulamaz, bâtıl örnek alınamaz, esas alınamaz. Bu aklın ve hukukun ve şeriatın kanunudur.

Onun için, tasavvufu bilmeyenler ya tasavvufu bilmediklerinden aleyhinde konuşuyorlar; ya da etrafında gördükleri kötü insanlardan ibaret sanıyorlar tasavvufu, ondan saldırıyorlar.

Biz de onlara düşmanız. Biz de aynı şekilde düşünüyoruz. Çünkü, esas olan Allah’ın rızasını kazanmaktır, Kur’an-ı Kerim yolunda yürümektir, Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmaktır. Bizim yolumuz budur.

Biz de, birisi şeriata aykırı hareket ederse, hemen kaşımızı çatarız. Falanca adam varmış, kadınlarla erkekleri bir arada oturtuyormuş. Kadınlara elini öptürtüyormuş, ziyan etmez diyormuş… “Hadi ordan, palavracı sen de…” deriz, hemen kızarız.

Falanca adam çok iyi adammış da, cumaya gitmezmiş… “Hadi ordan, cumaya gidilmez mi?.. Allah-u Teâlâ Hazretleri:

(İzâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillâh) buyuruyor. Allah’ın sözünü dinlemiyor; kaşımızı çatarız, derhal tavrımızı alırız. Falanca adam yediği şeyin haramlığına helâlliğine dikkat etmiyor. Haramı yiyor, haramı içiyor, haramdan kazanıyor… Hemen kaşımızı çatarız. Bu adamın başında kavuğu var, sırtında cübbesi var, elinde asâsı var diye onu hoş görmeyiz.

Neden?.. Kıyafet mühim değildir; amel mühimdir. Amelleri şeriate aykırı diye tavır koyarız. O halde, aslında onlarla ihtilâf halinde değiliz.

Nitekim meselâ, İbn-i Teymiye diye bir kimse vardır, hep tasavvufun karşısında bir kimse olarak gösterilir. Halbuki kendisi mutasavvıftır, kendisi tasavvuf erbabıdır. İbn-i Teymiye’de Tasavvuf diye Türkçe’ye de kitaplar çevrilmiştir. O bizim anladığımız mânâdaki tasavvufa karşı değil, bizim karşı olduğumuz tasavvufa karşı…

Onun için, Ebül Hasen-i Nedvî sellemehullah, Allah ömür versin, iyi bir alim; “Bu tasavvuf kelimesi hak yolda gidenlerin de, batıl yolda gidenlerin kullandığı bir isim oldu. Keşke buna bir başka isim versek de, karışıklık olmasa şu sebepten dolayı…” diyor. “Başka bir isim verelim!” diyor.

Tamam, olur, verelim: “İhsân yolu, takvâ yolu” diyelim. Takvâyı anlattık, ihsan yolu ne demek?.. Peygamber SAS Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyurmuş ki:

“–Allah’a onu görüyormuşçasına samîmî ibadet et! Sanki karşındaymış, sanki sen Allah’ı görüyormuşsun gibi, öyle candan, öyle samîmî, öyle içten, öyle duygulu ibadet et!” Neden?.. “Çünkü her ne kadar sen onu görmesen bile, o seni görüyor.”

Bir görme işlemi var, o seni görüyor. Her yerde hàzır ve nâzır… O seni görüyor, içini dışını biliyor. Sen de onu görüyormuş gibi ibadet et!.. İşte tasavvuf, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmektir.

Başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “İmanın en yüksek derecesi, Allah’ı görüyormuş gibi ona inanmak ve ona ibadeti öyle yapmaktır. O halde mahkemeye müracaat edip isim değişikliği yapalım!..

Bizim yolumuz ihsân yolu… Yâni, Allah’ın bizi gördüğünü bilerek, biz de sanki Allah’ı görüyormuşuz gibi, ona hâlis muhlis ibadet etmek yolu diyebiliriz.

Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Bir insan bir günahı, iman içinde iken işlemez!”

–E ne olur?..

İman o anda ondan ayrılır, öyle işler. Katil öldürme işlemini mü’minken yapmaz. Sarhoş, şarap içme fiilini mü’minken yapmaz. İman çıkar, aklı durur, gözü perdelenir, gönlü kararır, öyle yapar. Hırsız hırsızlığını mü’minken yapmaz, yapamaz! Mü’min olan insan yapamaz!..

İmanı çıkıp gidiyor, gözü kararıyor, düşünemiyor. “Düşünemedim, aklım ermedi, kendime hakim olamadım… Bilmem ne…” diye ondan sonra hakimin karşısında mâzeret…

Demek ki, bizim yolumuz, Peygamber Efendimiz’in zamanında, Kur’an-ı Kerim’de, hadis-i şeriflerde, sahabe-i kirâmın bildiği isimle bizim yolumuz ihsân yoludur. Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme yoludur. Bizim yolumuz takvâ yoludur. Kur’an-ı Kerim’de kaç yerde takvâ kelimesi geçiyor. Saymadım ama, yüzün üstünde yerde geçiyor takvâ kelimesi…

Bizim yolumuz takvâ yoludur. Biz takvâ ehli müslüman olacağız. Her işimizi Kur’an’a uygun yapacağız. Bizim yolumuz Kur’an-ı Kerim yoludur. Bizim yolumuz, Peygamber SAS Efendimiz’in ahlâkına ahlâkımızı uydurma yoludur. Rasûlüllah’ın ahlâkıyla ahlâklanma yoludur. Rasûlüllah Efendimiz’in ahlâkı neyse, onunla ahlâklanmak, o ahlâka sahib olmak, öyle yaşamak yoludur.

Bizim yolumuzun adları çıktı ortaya.. Hani Peygamber Efendimiz’in nice isimleri var… Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin nice esmâ-ü hüsnâsı var… Bizim yolumuzun da çeşitli adları var: “Tasavvuf yoludur, takvâ yoludur, ihsân yoludur, Kur’an yoludur, Rasûlüllah’ın ahlâkıyla ahlâklanma yoludur, cennet yoludur.” diyebiliriz.

Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi, dinimizin hakîkatlerini öğrenen ve hayatında o bildiklerini uygulayarak, ilmiyle âmil olarak takvâ üzere yaşayan, ömrünü bereketli, hayırlı, sevaplı geçiren, huzur-u Rabbil İzzet’e sevdiği razı olduğu kul olarak; güzel, alnı açık, eli ibadetlerle dolu, kalbi pırıl pırıl varan kullarından eylesin…

Onun için, buyurun beraberce bir güzel tevbe edelim:

13. 6. 1996 – Özelif / ANKARA


Sn. Gürırmak'a Yapılan Haksızlık

Mayıs 23, 2009

Bu yıl Simav’ın fethinin 682. yıldönümüdür.Simav’ı fetheden komutan İran İlhanlı Devleti Komutanlarından TOKA TİMUROĞLU BABUK HAN’dır.Babukhan’ın vakfettiği Simav Ulu Camii ki yarım yamalak tamir ettirilmiş olup ilçemiz Simav’ın en eski yapısıdır.

1983 yılından 1988 yılına kadar Simav’ın tarihi ve kültürü ile ilgili bilgi ve belgeleri topladığım sarı kaplı dosyamı 1989 yılı Şubat ayında “Tarihte Simav” başlığı ile kitap olarak yayınlamıştım.  Kitabın kapağında mor zemin üzerine sarı renkte kendi çizdiğim “SİMAV ZEYBEĞİ” motifi yer alırken, çevresinde de 24 Oğuz boyunun damgalarına yer vermiştim.

1970’li ve 1980’li yıllarda tek kanal ve siyah beyaz TRT televizyonunun her yılın 29 Mayıs günü İSTANBUL’UN FETHİNİ anlatan programlarına bakarak “yahu bizim Simav’ın fethini neden bilmeyiz ve neden her memleket kendi fetih gününü kutlamaz da İstanbul’un Fethini tekrar tekrar kutlar şeklinde kendi kendime sorardım.

simavfatihiİşte tam 20 yıl önce 28 yaşında iken bastırmayı başardığım “Tarihte Simav” isimli kitap çalışmamda Simav’ın Fethini Germiyanoğlu Çağa Şan Mehmet Bey’in 6 Mayıs 1327 tarihinde gerçekleştirdiğini o zamanlar edindiğim kaynak kitaplara göre yazmıştım.

Ve bakınız, 20 yıl önce bastırdığım “Tarihte Simav” isimli kitabımın birinci sayfasında şu ibareleri yazmışım: “Bu kitap Simav’ın 662. Fetih ve 67. Kurtuluş Günleri anısına Sarı ve Mor Zeybeklere armağandır.”

Evet, geçtiğimiz 8-9 Mayıs 2009 tarihlerinde Simav’da yapılan 2. Yaren Çalıştay’ına Simav Yarenleri beni davet etmedikleri gibi, 1999 yılında yayınlanan “Simav’da Yaren Geleneği” isimli kitabımdan dolayı Ankara’da mahkeme kapılarında dört yılımı ziyan eden profesörü bu sempozyumda oturum başkanı olarak dinlediler. Doğru ya…halkın kültürünü halkın içinden yetişen ne bilecek!…Simav yarenciliğini yazıp çizmek için illa ki profesör olmak gerekiyor.  Vay benim Simav tarihi ve kültürü için harcadığım 26 yılıma.

1983 yılında İzmir Ege Telgraf Gazetesi’nde profesyonel gazeteciliğe başladığımda basın kartımdaki vesikalık resmime bakıyorum da saçlarım kulaklarımı örtmekte ve siyah beyaz bir fotoğraf görüyorum.  Şimdi, İzmir Haber Ekspres Gazetesi’nde çalışırken taşıdığım ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün “Sen gazetecisin, al bu kimliği taşı” dediği basın kartımda renkli çekilmiş resmim var…Hey gidi meslek, 26 yıl geçmiş.

26 yıl Simav Yarenlerini gazetelere, sonra televizyon programlarına taşı, sonra Eynal Kaplıcaları için gazetelerde Evliya Çelebi’den referanslı kaplıca diye manşetler attır…Sonra, ünlü gazeteci ve TV programcısı Savaş Ay’ın Ataol Behramoğlu ve Güler Kazmacı gibi ustaların yanında canlı programda kendi yazdığım “Yaren Tepeleri” şiirini Flash TV’de bağıra bağıra oku (2002 yılı)…

Bütün bu mesailerimin mükafatı böyle mi sonuçlanacaktı?

Efendim, Cumhuriyet Gazetesi’nde Işık Kansu kendi köşesinde şöyle yazmış: “Gazeteci kimdir?  Gazeteci bir bilen değildir.  Gazeteci öğrenendir. Algılayıp aktarandır.  Gazeteci, kuşkulanandır.  Kuşkuları araştıran, edindiği bilgileri bütünleştirip aktarandır.  Gazeteci sezendir.  Sezip irdeleyen, yorumlayıp aktarandır.”

Evet hemşehrilerim ve okuyucularım. Benim 26 yıldır yaptığımın özeti yukarıdaki satırlar gibidir. Geçen 29 Mart Belediye Başkanlığı seçimlerinden önce, Simav’da ilk kez oy kullanacak genç hemşehrilerim ile kararsız seçmenler telefonla beni aradılar.”Alaattin Ağabey, dört tane başkan adayı var, hangisine oy verelim?” diye sordular.  Ben de “meclis üyeleri açıklandığında kime oy atabileceğinizi söyleyebilirim” dedim.  Adaylar meclis üyelerini açıkladılar. Telefonla beni arayan yaklaşık olarak 100 hemşehrime şu görüşümü aktardım: “Simav’da ezilenler ve hakkı yenenler CHP’li Dr. Dursun Uzun’a oy versin…Simav’da Başkan dediğin tek adamlığa oynamamalı, meclis üyeleri ile yetkisini paylaşmalı ve ekip çalışması ile memleketi yönetmelidir görüşünde olanlar DP adayı Kasım Karahan’a oy versin”

Ayrıca, her iki adayımızı meclis üyelerini belirlemeden önce İzmir’den telefonla arayıp meclis üyesi arkdaşlarını iyi donanımlı  hemşehrilerimizden seçmesini tavsiye etmiştim.

Evet yukarıda ne dedik? “Gazeteci sezendir.  Sezip irdeleyen, yorumlayıp aktarandır.” 29 Mart 2009 Seçimlerinde çoğu hemşehrimizin üçüncü sıraya koyduğu adayımız Kasım Karahan az farkla Belediye Başkanı oldu. Yine CHP’li Dr. Dursun Uzun ise CHP’nin Simav’daki bir önceki seçime göre oyunu en az 1500 kişi arttırdı.

Bu yıl Simav’ın fethinin 682. yıldönümüdür.  Simav’ı fetheden komutan Toka Timuroğlu Babukhan’dır.  Babukhan önce Doğu Anadolu’da kurulan Eretna Beyliği, sonra Karaman Beyliği, en son olarak da Germiyan Beyliği’ne yedi oymağı ve 30 bin askeri ile hizmet etmiştir.

Babukhan’ın vakfettiği Simav Ulu Camii ki yarım yamalak tamir ettirilmiş olup, ilçemiz Simav’ın en eski anıtsal yapısıdır. Yine Babukhan’ın yaptırdığı Ulu Camii’nin yanıbaşındaki beylikler dönemi vakıf kayıtlarında Babuk Bey Hamamı (Yukarı Hamam) geçen sene bağıra bağıra yıkılmış ve tarihin derinliklerine yollanmıştır…Siyasetçilerimiz sağolsunlar, onlar en iyisini yaparlar!…Yine Simav Fatihi Babukhan’ın yaptırdığı Simav-Naşa yolu sağındaki Dokuz Göz Köprüsü 1866 yılındaki aşırı yağışlar ve Simav Gölü’nün taşmasıyla milli toprak altında kalmıştır.  2004 yılında Belediyemiz kepçeleriyle ortaya çıkarıldı ama her nedense korunamıyor.  Bu nadide eser her geçen gün “hazine avcılarının” kazmaları ile tahrip edilip tarihin dipsiz derinliklerine doğru yol veriliyor.

Simav Fatihi Babukhan, Germiyan Beyliği Komutanlığı sırasında (1304-1365) Simav ve Emet ilçelerini fethetmiş ve birer Ulu Camii hatıra bırakmıştır. Simav Ulu Camii’nin ismi Babik Bey Vakfı maalesef Namık Bey olarak değiştirilmiş olup, camiinin batısındaki cadde ismi de Namık Bey olarak yanlış yazılmaktadır.

İsmi Simav’da kaybolan yada silinmek istenilen Babukhan’ın yerine geçen oğlu Esen Bey’in ismi kaderin bir cilvesi olarak 1980’li yıllarda imara açılan Edek mevkiindeki mahalleye verilmiştir…ESENEVLER…Babukhan unutulmuş ama oğlunun ismi Simav’da bir daha silinmemek üzere geri gelmiştir.

12.05.2009 – İZMİR –

Alaattin Gürırmak


Annelerimizi Unutmayalım!

Mayıs 9, 2009

Mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü’dür. Anneler Günü evrensel bir gündür. Dünyada milyonlarca ana bugün çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır.

Anneler Günü ülkemizde 1955 yılından bu yana kutlanıyor. Türk Kadınlar Birliği ülkemizde her yıl çocukları için büyük fedakarlığa katla*nan annelerden birini yılın annesi seçer. Yılın annesinin kişiliğinde tüm annelere iyi dilekler sunulur.

Amerika’nın Filedelfiya eyaletinde 9 Mayıs 1966 günü Jarvis isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis’in üzüntüsü aylarca sürdü. Hayatla kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü alışamadı. Yaşama küstü. Canlılığını yaşama sevincini yitirdi. Yemedi içmedi bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis’in bu durumunu yakından izleyen komşusu Jarvis’le arkadaş oldu. Bir gün yaşlı komşu söyleşi sırasında Jarvis’e «İnsanlar doğar yaşar ölür. Bu bir doğa kanunudur.» dedi. Bu iki cümle Jarvis’i çok etkile*di. Ölümün de doğmak yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis’in annesine olan sevgisini azaltmadı. Aradan geçen süre içinde ölüm sözcüğünün soğukluğu gitti. Yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi. Artık Jarvis annesini gözyaşları ile değil severek. anmaya başladı. Acıları azaldı. İçinde arı duru bir sevgi oluştu.

Aradan bir yıl geçti. Bu süre içinde Jarvis hemen her gün annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis’in annesinin ölüm yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi. O gün Jarvis arkadaşlarına :

— Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti «Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim.» dedi.

Arkadaşları Jarvis’in önerisini çok beğendiler. Birlikte hemen kentin Belediye Başkanına gittiler. Başkan onları dinledi. Öneriyi içtenlikle benimsedi. Daha sonra bu öneri gazetelere yazarlara anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi. Amerika Birleşik Devletleri Kongresi mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.

Anneler günü ilk kez 1908 yılında kutlandı. Daha sonra bütün uygar ülkelerde kutlanmaya başlandı.

Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü gazetelerde annelerle ilgili yazılar anılar şiirler yayınlanır. Radyo ve televizyonda ana sevgisini konu eden konuşmalar yapılır. Türk Kadınlar Birliği’nin şubesi olan illerde yılın anneleri seçilir. Okullarımızda ayrıca Anneler Günü nedeniyle toplantılar düzenlenir. Bu toplantılarda okunan şiirler söylenen türküler şarkılar annelere armağan edilir. Filimler gösterilir. Sergiler düzenlenir.

Anneler Gününde annemize bir demet kır çiçeği armağan ederek bir güzel sözcükle yanağından öperek onu çok mutlu ederiz.


Annelerimizi Unutmayalım!

Mayıs 9, 2009

Mayıs ayının ikinci pazar günü Anneler Günü’dür. Anneler Günü evrensel bir gündür. Dünyada milyonlarca ana bugün çocukları tarafından sevgi ve saygı ile anılır.

Anneler Günü ülkemizde 1955 yılından bu yana kutlanıyor. Türk Kadınlar Birliği ülkemizde her yıl çocukları için büyük fedakarlığa katla*nan annelerden birini yılın annesi seçer. Yılın annesinin kişiliğinde tüm annelere iyi dilekler sunulur.

Amerika’nın Filedelfiya eyaletinde 9 Mayıs 1966 günü Jarvis isimli bir kızın annesi öldü. Annesini çok seven Jarvis’in üzüntüsü aylarca sürdü. Hayatla kimsesi kalmayan Jarvis ölüm olayına bir türlü alışamadı. Yaşama küstü. Canlılığını yaşama sevincini yitirdi. Yemedi içmedi bir ara ölmeyi bile düşündü. Jarvis’in bu durumunu yakından izleyen komşusu Jarvis’le arkadaş oldu. Bir gün yaşlı komşu söyleşi sırasında Jarvis’e «İnsanlar doğar yaşar ölür. Bu bir doğa kanunudur.» dedi. Bu iki cümle Jarvis’i çok etkile*di. Ölümün de doğmak yaşamak gibi bir doğa olayı olduğunu düşündü. Ancak bu doğruyu bulmak Jarvis’in annesine olan sevgisini azaltmadı. Aradan geçen süre içinde ölüm sözcüğünün soğukluğu gitti. Yerine anne sevgisinin sıcaklığı geldi. Artık Jarvis annesini gözyaşları ile değil severek. anmaya başladı. Acıları azaldı. İçinde arı duru bir sevgi oluştu.

Aradan bir yıl geçti. Bu süre içinde Jarvis hemen her gün annesinin mezarına çiçekler götürdü. Jarvis’in annesinin ölüm yıldönümünde bütün arkadaşları eve geldi. O gün Jarvis arkadaşlarına :

— Geçen bir yıl içinde çektiğim acılar bana şunu öğretti «Dünyada anne sevgisinin yerini dolduracak hiçbir sevgi yoktur. Yılın bir gününü annelere ayıralım. O günü annelerimizle ilgili anılarla dolduralım. Böylece annelerimize olan sevgi borcumuzu ödeyelim.» dedi.

Arkadaşları Jarvis’in önerisini çok beğendiler. Birlikte hemen kentin Belediye Başkanına gittiler. Başkan onları dinledi. Öneriyi içtenlikle benimsedi. Daha sonra bu öneri gazetelere yazarlara anlatıldı. Jarvis ve arkadaşlarının çalışmaları kısa sürede sonuç verdi. Amerika Birleşik Devletleri Kongresi mayıs ayının ikinci pazar gününün Anneler Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.

Anneler günü ilk kez 1908 yılında kutlandı. Daha sonra bütün uygar ülkelerde kutlanmaya başlandı.

Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü gazetelerde annelerle ilgili yazılar anılar şiirler yayınlanır. Radyo ve televizyonda ana sevgisini konu eden konuşmalar yapılır. Türk Kadınlar Birliği’nin şubesi olan illerde yılın anneleri seçilir. Okullarımızda ayrıca Anneler Günü nedeniyle toplantılar düzenlenir. Bu toplantılarda okunan şiirler söylenen türküler şarkılar annelere armağan edilir. Filimler gösterilir. Sergiler düzenlenir.

Anneler Gününde annemize bir demet kır çiçeği armağan ederek bir güzel sözcükle yanağından öperek onu çok mutlu ederiz.


Patlayan Televizyon Hasara Yol Açtı

Mayıs 6, 2009

Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde televizyon tüpü patladı. Patlamada ölen ya da yaralanan olmazken, evde maddi hasar oluştu. Alınan bilgilere göre, Yeni Mahalle Dilek Sokak’ta Eyüp Kaygısız’ın oturduğu evde açık halde bulunan televizyonun tüpü büyük bir gürültüyle patladı.

Patlama esnasında Kaygısız ailesinin balkonda oturması faciayı önledi. Patlama sonrası alev alan odadaki eşyaların çoğu kullanılamaz hale geldi. Olay yerine gelen itfaiye ekipleri oda içinde meydana gelen yangını diğer odalara ve evlere sıçramadan söndürdü.

Polis olayla ilgili inceleme yaparken, evde yaklaşık 4 bin TL’lik maddi hasar oluştu.


Başkentte Küyahya Günleri Sergisi

Nisan 29, 2009

Başkent’te Kütahya Günleri Sergisi, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Sanat Galerisinde 27 Nisan 2009 tarihinde açıldı.

İlimizin kültür, sanat, tarihi, turistik ve termal değerlerinin tanıtılacağı; çini, el sanatları, geleneksel giyim, resim, fotoğraf, halı, leblebi, tarhana, gümüş takı ve madenlerinin sergileneceği organizasyon 1 Mayıs 2009 tarihine kadar açık kalacaktır.

küyahya tanıtım günleri
küyahya tanıtım günleri

Kütahya Tanıtım Günleri Ankara programında, Belediyemizi temsil eden Belediye Başkan Yardımcısı Halil TOKLU burada bir konuşma yaparak şunları ifade etti;

“Kütahya Tanıtım Etkinliklerinin Ankara programına katılımlarınızdan dolayı teşekkür ediyorum. Ankara’da Kütahya’mıza hoş geldiniz.

Bizlere, burada Kütahya’mızı tanıtmak için bu imkanı sağlayan Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne ve Kütahya Valiliğine öncelikle teşekkür ederim. Kütahya’mız; İstanbul, İzmir, Antalya, Konya, Ankara’nın tam ortasında Bursa ve Eskişehir’e komşudur.

Kütahya Osmanlı İmparatorluğunda; Domaniç İlçemizin Çarşamba yaylasında, Haymeana Türbesi ile Osmanlı’nın kuruluşunun, Cumhuriyet Tarihimizde; Başkumandan Meydan Muharebesinin yapıldığı Dumlupınar Şehitliği ile Anadolu’nun kurtuluşunun sembolüdür.

Kütahya; her tarafındaki zengin tarihi mirası ile bir açık hava müzesi gibidir. Kütahya Çini Sanatında bir dünya markasıdır. Sim Sarmalı Ağır Elbiseleri, çeyiz işleri, Gümüş-çini ve Gümüş-yarı kıymetli süs taşları ile takıları, Osmanlı saray mutfağı, dünyaca ünlü Porselenleri ile Türkiye’deki 15 Marka kentten biridir.

Türkiye’deki 37 termal bölgeden 7 tanesi Kütahya’dadır.% 52 ‘si ormanlarla kaplıdır. Doğal zenginlikler içindeki termal kaynaklar çok farklı özelliklerdedir.

Kütahya Zafer havalimanımızla birlikte uluslar arası kargo taşımacılığının merkezi olacaktır.

Bor, Gümüş, Seramik hammaddeleri, Kömür, termik santraller gibi enerji kaynakları, manyezit gibi 35 çeşit ve büyük rezervleri ile Kütahya bir madencilik cennetidir.

Bu kadar varlık ve zenginliğe karşı; vergi ödemede Türkiye’de 27., Sosyo-ekonomik gelişmede 41., Eğitimde 49., Sağlıkta 54. sıradadır. Kütahya Devletine, milletine bağlı huzur kentidir. dedi.

Başkent’te Kütahya Günleri Sergisi, açılışına; Kütahya Milletvekillerimiz, Müsteşarlarımız, yargı mensupları, ulusal televizyon kanallarının temsilcileri ve çok sayıda davetli katıldı.