İslamoğlu Oynayan Simavlı Efeler – İzle

Haziran 3, 2009

islamoglu

Efeler: Dursun Yanar – Şakir Gündüz – Necip Fazıl Yanar – Hazar Gündüz
Bayraktarlar: İsmail Aygün ve Muharrem Esen
Kameraman: Radikal

Bu organizasyon da maddi mavevi desteğini esirgemeyen kütahya simavlılar derneği başkanımız sayın İbrahim Çetinsoy’a, yönetim kurulu üyemiz Galip Tutar’a sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.

Not: Etiler Atatük Kültür Merkezinde Egebir tarafından düzenlenmiş olan bir organizasyondur

İslamoğlu Efe Kimdir?

İslamoğlu, Kütahya’nın Gediz İlçesi, Şaphane bucağı Türgün mahallesinde doğmuştur. Asıl adı Mustafa’dır. İslamoğlu lakabı, İslamoğulları adındaki bir sülaleden gelmesinden dolayıdır.

Söylentiye göre Mustafai köyde gerçekleşen bir hırsızlık olayının kendi üzerine yüklenmesiyle hapse atılır. Haksızlığa iftiraya uğramanın acısıyla hapishaneden çıkar çıkmaz silahlanıp dağa çıkar. Kısa bir süre sonra peşine düşen zaptiyeler tarafından bağışlanacağına inandırılan Mustafa teslim olur, ancak yeniden hapsedilir. Karşılaştığı bu kötü işlem karşısında 1853 yılında üç arkadaşıyla birlikte hapishanenin duvarını delerek kaçıp dağa çıkar. Varlıklı kişilerden haraç alır, büyük çiftlikleri ve varlıklı kervanları basarak elde ettiği kazançları yoksullara dağıtır. Kısa zamanda hemen tüm Ege taraflarında büyük bir üne sahip olur ve “İslamoğlu” namıyla anılmaya başlanır. Uzun süre dağlarda eşkıyalık yaptıktan sonra eşkıyalıktan vazgeçerek düze iner ve Gediz’in Orhanlar köyünde bir ev yaptırır. 1867 yılında müfrezeler tarafından kuşatılır ve teslim olması istenirse de buna yanaşmaz ve çatışma çıkar. Kendisine ihanet eden Gökçe adındaki bir köylünün attığı kurşunla yaralanır ve çatışma sonucu aldığı kurşun yaralarıyla ölür.

Halk türkülerinden anlaşıldığı kadarıyla ki halk türkülerinde sözü edilecek kadar olsa gerek oldukça uzun saçlı olan İslamoğlu’nun aynı zamanda iyi saz çaldığı ve iyi bir halk ozanı olduğu da rivayet edilmektedir.

EĞER AŞAĞIDAKİ VİDEOYU İZLEMEKTE SIKINTI ÇEKİYORSANIZ YOUTUBE JACKER ADLI PROGRAMI KURABİLİRSİNİZ. BU PROGRAM SAYESİNDE YOUTUBE’Yİ HİÇ SORUN YAŞAMADAN KULLANABİLİRSİNİZ.

http://www.simavlilar.com/file/youtubejackersetup_www.simavlilar.com.zip


Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde Simav

Mayıs 30, 2009

Simav kalesi İskender asrında (Ptolemeo)yapısıdır. Tarihlerde Fındıcak kalesi diye yazılır. Şeyrin güneyinde yüksek bir kayada yuvarlark bir kaledir. Ama nursuz Timur bazı yerlerini harap etmiştir. İçinde ev yoktur. Germiyanoğlu beyi Babık bey Simavda adlı uruk kralı elinden aldığı için Simav derler. Bir rivayete göre Simav(gümüş su) yundan galatadır derler. Hakikaten suları gümüş gibi berraktır. Kütahya sancağında 150 akçe kazadır. Hakimi serbest zeamet sahibidir.

Şeyhülislamı, nakibi ve kethüda yeri, serdarı, ayanı vardır. Şehir dört mahalledir Yukarı aşağı ve Yeni mahallelerdir. 1200 bağlı bahçeli evleri vardır. Yolları iniş yokuştur. 17 mihraptır. Dördü camidir. Ulucami babıkbey yapısıdır. minaresi çok sanatlıdır. şerefesinin dört tarafı demir kafeslidir. Şehre havale yüksek bir yerdedir.

Evkafı ve cemaatı çoktur. Kapısı üzeri tamir tarihi, Sahib-i camii şerif süleyman bey, Caminin en eski tarihi damehulhayrat 996 dır.

Bu tarih için hayır sahibinden bir at bir çuhe ve 50 altın ihsan aldık. Çarşının yukarı başında Pir ahmet ağa camii, cemaati bol bir camidir. Bu caminin duvarında Paşa pınarı diye gayet tatlı bir su akar. İki hamamı var biri babşk hamamı biri karaca ahmet hamamıdır. Şehirden yarım saat uzakta ılıca vardır. Böylesi dünya üzerinde yoktur. Gayet lezzetlidir. Büyük ılıcanın iki havuzu var. Ona yakın çifte olim ılıcası, ona yakın naşlı ılıcası, ona yakın cennet köyü ılıcası. Velhasıl yedi hamamdır. Her birinin bir çeşit hassası vardır. Halk her sene temmuzda gelim zevk ve işye ile işret ederler. İki han vardır Biri babik bey biri kara ahmet paşa hanıdır.

1930-simav2225 Dükkan varıdr. Bütün imareleri Gedüz gibi dere ve tepelerdedir. Bütün evler bağlı ve bahçelidir. Her evde su akar duvarlar kerpiçtir. Çarşısında çınar ağaçları bulunur. On kahvehanesi var. Beyaz kirazı meşhurdur. Şehre yarım saat bir göl var sazan çime ve turna balıkları olur.

Şehrin kuzeyi verimli bir sahadır. Gölün doğusunda delicehisar, batısında yenicehisar denilen küçük kaleler vardır. Bu kalelerin dibindeki dalyanlar, simav şehrindeki şehirin fatihi Babik beyinin Ulucamiine vakfıdır. O yüzden hatipleri şeyhleri kadınları çoktur.

Pehlivan civan yiğitleri çoktur dediler. Komşu vilayetlerde düğünler olsa varıp bütün pehlivanların künde eden yahut, Cezayir sarmasından taşlamasından girdmandan veya peş kabzadan vekhasıl 160 çeşit oyunla yenip ödüller alırlar deyü öğünürler. Kütahya müftüsü birader Yusuf efendi Abdullah efendi böyle şahitlik ettiler. Hakir sordum.

“Malumdur ki el elden üstündür arşa kadar. Nasıl olupta sizin pehlivanlar mutlaka galip gelirler ?” Onlarda dediler.

” Bunun sebebi bizim pehlivanlarımızın her biri evliyalardan birinin zürriyetindendir. onun için arkaları yere gelmez.

Ve biz kızlarımızı şehrimizden başka köy halkına vermeyiz. Başka yerden kızda almayız. Bu yüzden şehrimiz soylu er oğlu er yaşarlar”

Hakikaten cüsseli gövdeli gençler vardır.

Karşıyaka denilen yerde Al-i Aba fukaralarından Hacı baba, biraz aşağıda cabi sultan, cavlı mahallesinde şeyh zekerriya efendi. Zekerriya efendinin pek çok kerameti görülmüştür. Hayatları boyunca bu şehre humma girmemiş diye buyurmuşlar 125 senedir bu hastalık görülmemiştir. Çünkü bu duayı 25 yaşlarındayken yapmışlardı. Yine bu şehirde şeyh simavi hazretleri makamı vardır. Sonra o asrın kutbul aktabı izniyle kendine rumeli halifeliği verilip Vardar yenicesinde gazi evranos yöresine yakın yerde iken 861 de vefat etmiştir.

Seyahatname cilt :9 Sayfa :23-24


Evliya Çelebi

Mayıs 27, 2009

evliya_celebiEvliya Çelebi b. Derviş Mehmed Zilli, 25 Mart 1611 (10 Muharrem 1020) tarihinde İstanbul’da Unkapanı’nda doğmuştur. 1684 (1095) yılında 73 yaşında Mısır’da öldüğü kabul edilmektedir. Fatih Sultan Mehmed zamanında Sancakbeyi olan buyükbabası, Germiyanoğlu Yakub Bey’in veya Hoca Ahmed Yesevî’nin ardıllarındandır. İstanbul’un fethinden hemen sonra aslen Kütahyalı olan ailesi İstanbul’a gelip yerleşmiştir. Annesi I. Ahmed’in sarayına bir Kafkaslı cariye olarak girmiştir. Babası Derviş Mehmed Zilli, Kanuni Sultan Süleyman’dan I. Ahmed’e kadarki padişahların kuyumcubaşılığında bulunmuş ve seferlere katılmış, 1648(1058) yılında 117 yaşında ölmüştür. Kanuni’nin Zigetvar seferinde önemli hizmetleri bulunan babasının geniş çevresindeki şahsiyetlerin serüvenlerini hikâye ettikleri aile sohbetlerine katılan Evliya Çelebi, dünyayı gezip görme merakına kapılmıştır.

Evliya Çelebi, sıbyan mektebinde okuduktan sonra Şeyhü’l-islam Hamid Efendi Medresesi’nde yedi yıl okumuş ve Müderris Ahfeş Efendi’den ders almıştır. Musiki ile ilgilendi. Kuran’ı ezberleyerek “hafız” olmuştur. Derviş Ömer Efendi’den musiki eğitimi aldı. Çelebi babasının yanında çalışmış, orada çalışan Rumlardan Rumca öğrenmiştir. Daha sonra Enderun’a alınarak yetiştirilmiş(1635–39), 40 akçe maaşla sipahi olmuştur. 1035 yılının. Evliya çelebi, Revan seferinden dönen IV. Murat’a Silahtar Melek Ahmed Ağa tarafından Kadir gecesi Ayasofya’da takdim edilmiş ve padişahın emriyle (Evliya Çelebi, sonraki sadrazam Melek Ahmed Paşa olan dayısının yardımıyle 1635 yılında Enderun’a girebilmiş) saraya alınmıştır. Padişaha takdimi sırasında Evliya Çelebi birçok dil biliyordu. Kıvrak zekâsı, bilgisi ve aşırı öğrenme isteğiyle padişahın dikkatini çekmiştir. Sarayda uzun süre kalarak eğitimine devam etmiştir. Padişahın ölümünden sonra çekilerek ilk gezisi olan Bursa’ya gitmiştir.

image005

İzmit, Trabzon(1640) ve Girit(1645) yolculuklarına da çıkan Evliya Çelebi, 50 yıl boyunca Avusturya, Hicaz, Mısır, Sudan, Habeşistan, Dağıstan gibi birçok ülkeyi dolaşmıştır.. Kıvrak bir mizaha ve sosyal zekâya sahip olan mürekkep yalamış Evliya Çelebi, çevresinde aranan, sevilen bir şahıs olmuştur. Zengin bir aileye mensup olduğundan yolculuk masraflarını bazen kendisi finanse eder bazen de

bu seyahatlerini imamlık yapmak, köyleri tahrir etmek, vergi toplamak, önemli mektuplar götürmek, savaşa katılmak, elçilik yapmak gibi çeşitli hizmetler vesilesiyle gerçekleştirmiştir. Evliya Çelebi seyahat uğruna ufak tefek görevler üslenmiş ve bazen maiyetinde bulunduğu beylerbeyi, serdarlar ve vezirlerle hoş geçinmeye çalışmış, alçakgönüllülüğü ve sosyal vasıflarıyla aranan biri olup dostlarının sayısını arttırmıştır.

Evliya Çelebi’nin yazdığı Seyahatname’nin X. Cildi eksik bir şekilde birden bire bitmektedir. Bu sebeple de Evliya’nın eserini bir sonuca bağlayamadan vefat ettiği tahmin edilmektedir. Vefat yeri ve tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Takriben 1684 yılında vefat ettiği tahmin edilmektedir.

Evliya Çelebi’nin Mısır’dan İstanbul’a döndükten sonra öldüğüne, mezarının Meyyitzade Kabri civarındaki aile kabristanında bulunduğuna dair iddialar da vardır.


Nizamülmülk Kimdir

Mayıs 26, 2009

gdAsıl adı, İbû Ali Hasan olan Nizamülmülk, Doğu tarihinin yazdığı en büyük devlet adamlarından biridir. O, âdil bir Vezir-i âzam olmakla kalmamış, üniversiteler kurmak suretiyle bilimin yayılmasına çalışmıştır. Büyük sanatkâr ve bilginleri korumuş, değerli eserler yazmış ve hükümdarlara en doğru yolu göstermiştir. Bütün bu büyük özelliklerinden dolayı ona Memleketin nizamlarının kurucusu anlamına gelen Nizamülmülk adı verildi.

Nizamülmülk 1017 tarihinde Horasan ın Tus şehrinde doğdu ve zamanının ünlü hocalarından ders alarak yetişti. Aklı, bilgisi ve büyük insanlık meziyetleri ile önce Belh Hâkimi Ali Bin Şadan ın emrine girdi. Daha sonra yeni kurulmakta olan Selçuklu Devleti nin hizmetine girerek Davut Bin Mikâil in, Alp Aslan ın , Melikşah ın baş vezirliğini ve danışmanlığını yaptı. Onun üstün yeteneklerinden dolayı her hükümdar kendisini daha sonraki hükümdara tavsiye ediyordu.

gdNizamülmülk ün Selçuk Devleti nin kuruluş ve gelişmesinde, sağlam bir devlet olarak organize edilişinde büyük rolü vardır. Ünlü Hasan Sabbah ile Ömer Hayyam ı korudu. Bağdat ve İsfahan da iki büyük ilim müessesesi kurdurdu. Adaleti gerçekleştirmeğe çalıştı ve şiirler yazdı. Nizamülmülk ün yazdığı Siyasetname adlı değerli eser Batı dillerine de çevrildi. Bu eser memleketimizde de yayınlandı. Nizamülmülk bu eserinde, hükümdarlara ve devlet adamlarına birçok örnekler vererek yol göstermekte ve devlet yönetiminin çeşitli yönlerini incelemektedir. Ona göre; Hiçbir hükümdar veya ferman sahibi kimse bu eseri okumaktan kendisini uzak tutamaz . Bir hükümdarın halkına vereceği en büyük ihsan adalettir. Halk adaletle yönetimden memnun olursa, o memleket yaşar ve her gün kudret ve güç kazanır. Memleket zulüm ile yaşayamaz. Hükümdar, zulüm görmüş olanların şikâyetlerini bizzat dinlemeli, zâlimden hakkı alıp zulüm görene vermelidir.

Nizamülmülk, 1096 yılında hançerlenerek öldürülmüştür.

YAPTIKLARI

Nizamülmülk islamiyete unutulmaz hizmetler yapmış, İslam alimidir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında zayıflayan ehlisünnet velcemeat yolunu yolunu, yaptırdığı nizamiye medreseleriyle kuvvetlendirmiştir.

Abdestsiz yere basmamış, ezan okunurken her şeyi bırakıp ezanı dinlemiş, her abdestten sonra 2 rekât namaz kılmış pazartesi ve Perşembe günleri devamlı oruç tutmuştur.

Selçuklu Sultanı Alpaslan gazinin babası Çağrı Bey’in hizmetinde bulunmuş, çağrı bey vefat ederken Nizamülmülke; oğlu Alpaslan gazi zamanında hizmetlerine devam etmesini vasiyet etmiş, bunun üzerine Alpaslan gazinin sultanlığı devrinde baş vezirlik yapmış, Şeyhülislam olarak hizmetlerine devam etmiştir

Nizamülmülk bir gün Selçuklu sultanlarından Melikşah’tan hacca gitmek için izin ister, izin verilir. Yanındakiler ile Dicle nehri kenarına gelip çadır kurarlar. Devamını Abdullah Sağveci anlatıyor:

Bir derviş çadırın kenarına geldi, dedi ki, elimde nizamülmülke teslim edilecek bir mektup var, mektubu aldım, Nizamülmülke verdim, bana aç oku dedi. Açtığımda şöyle yazıyordu; Ben gece peygamber efendimizle s.a.v müşerref oldum. Buyurdu ki, git Nizama söyle, hac için gelmesin, onun haccı memleketindedir. İslam’a hizmet etsin, onun haccı odur, buyurdular. Bunu okuyunca nizam ağladı, git o dervişi bul dedi, baktım derviş gitmişti, bulamadım. Nizamülmülk geri döndü, Nihavend şehrine geri dönüp hizmet etmiştir.

Bir ara etrafındakiler, acaba talebe değil de sadece asker mi yetiştirsek deyince, Nizamülmülk; ahmaklık etmeyin sizin yetiştirmiş olduğunuz askerin oku 200 metreye ancak gider. Benim yetiştirmiş olduğum talebelerin dua oku arşu alaya varır buyururlar.

Nizamülmülk hükümet konağındayken alimler gider gelirdi. Nizamülmülk onlar geldiğinde ayağa kalkar onlara hürmet ederdi. Bilhassa ebul kasım kuşeyri Hz. leri çok sık gelirdi.

Nizamülmülk’ün makamına Ebul Kasım Kuşeyri ve Gazalinin hocası İmamı cüveyri Hz.leri geldiğinde ta kapıda karşılar, koltuğa oturtur, onları dinlermiş, fakat Ebu Ali Fermedi Hz. leri Nizamın makamına gelince kapıda karşılar, elinden tutar, kendi koltuğuna oturtur, kemali edeple onun sohbetini dinlermiş. İmamı cüveyri ve Ebul Kasım Hz lebi buna muttali olunca üzülmüşler; Ebu Alinin bizden üstünlüğü nedir ki, ona kendi koltuğunu ikram ediyorsun? Diye sitem etmişler. Nizam; size de hürmetim var, ancak Ebu Ali geldiğinde, benim hatalarımı söylüyor, noksanlarımı anlıyorum, siz geldiğinizde beni övüyorsunuz fark bunda diyor.

EHLİ SÜNNET İLİMLERİNİ SİSTEMLİ ÖĞRETİM

Nizamülmülk, 1018 yılında İran ın Horasan şehrinde doğmuştur. Memleketin nizamlarının kurucusu anlamında olan Nizamülmülk ismi Abbasi halifesi Kâim bi Emrillah tarafından verildi.

Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alp Arslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alp Arslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alp Arslan’ın yanında hizmete başladı. Alp Arslan Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk ünvânı ile taltif edildi. Bu ünvânıyla tanındı.

Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alp Arslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu. SultanMelikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.

Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pekçok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yaptırdı.

Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pekçok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi.

Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi ünvanı ile anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyâsında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup, asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şîrâzî burada ders vermekle vazîfeli idi.

Nizâmülmülk’ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi,Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.

Çok önemli bir bilgin olan Nizamülmülk, 1092 yılında Nizari (haşhaşiler) tarafından öldürülmüştür.

turtuşî’nin (1059-1131) siracü’l-mülk adlı eserinden öğrendiğimize göre nizamü’l-mülk, medreseler ve diğer kültür faaliyetleri için sultanın hazinelerinden yılda 600.000 dinar harcamaktaydı. bazı müzevirciler durumu melikşah’a duyurup, bu para ile bir ordu teşkil edilse idi bizans’ın başşehri kostantiniye’nin bile fethedilebileceğini söyleyip sultan’ı vezir aleyhinde tahkik ettiler. sultan çok kızdı ve nizamü l-mülk ü sorguya çekmek için huzuruna çağırdı.

devletin gücünü sadece maddede, asker, silâh ve orduda gören o zihniyete karşı tecrübeli vezirin cevabı ne kadar zarif ve isabetlidir:

sultanım! ben, esir pazarlarında satılsa 5 dinar bile etmeyecek yaşlı bir kimseyim. sen de savaşçı, güçlü bir türk gulâmı olarak satışa çıkarılsan belki 30 dinar edersin. dünyadaki maddî değerin bu kadardır. zevklere dalmış ve arzularına esir olmuş bulunduğundan ahirette de allah huzuruna taat ve ibadetlerden ziyade günah ve measî ile çıkacaksın. düşmana felâketler yağdıran ordun seni ancak iki arşın boyu kılıçlan ve 300 arşına bile erişmeyen okları ile bu kadar mesafe koruyabilir. onlar da kusurlu ve günahkârdır; içki, oyun ve çalgıya düşkündürler. seni manevî dert ve belalara karşı savunamazlar. ben ise senin hem dünya, hem de ahiretini düşünerek, senin için bir mâneviyât ordusu kurdum. senin ordun uykuya vardığında bu maneviyat erleri uyanıktır. rablarının huzurunda saf-saf dizilir, gözyaşı döker, tazarruda bulunur, ellerini allah’ın yüce dergâhına kaldırırlar. aslında sen ve senin askerlerin onların himayelerinde yaşıyor, onların dinî, ahlakî ve irşadî çalışmalarıyla güçleniyor, onların bereketleriyle suya kavuşuyor ve çeşitli nimetlerle rızıklandırılıyorsunuz. çünkü onların dua okları, tazarru ve niyazla tâ yedi kat göğü geçer, dergâh-ı izzete ulaşır.

bu sözler karşısında melikşah, çok duygulandı ve büyük vezirinin yerinde tedbirlerini takdirle karşıladı.

SİYASETÇİ OLARAK NİZAMÜLMÜLK

Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Alparslan ve oğlu Melikşah’ın veziri, büyük devlet adamı. Adı Hâce Kıvâmüddîn Ebû Ali Hasan bin Ali’dir. 1018 yılında İran’ın Tûs şehrinde doğdu ve 1092 yılında Nihavend’de, Hasan Sabbah’ın fedâisi bir bâtinî tarafından şehit edildi.Kardeşi Ebü’l-Kâsım Abdullah ile birlikte çok iyi bir eğitim gördü. Fıkıh, hadis, edebiyat ve sâir ilimleri çok iyi tahsil etti. Zamânındaki meşhur âlim ve ediplerle devamlı görüştü. Bu, onun idârecilik hayâtındaki kâbiliyet ve başarısının büyüklüğünde mühim rol oynadı.

Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alparslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alparslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alparslan’ın yanında hizmete başladı. Alparslan, Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk unvânı ile taltif edildi. Bu unvânıyla tanındı.

Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064′ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alparslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu. Sultan Melikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.

Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pek çok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yaptırdı.

Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pek çok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi.

Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi unvanı ile anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyâsında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup, asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şirâzî burada ders vermekle vazîfeli idi.

Nizâmülmülk’ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi, Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.


Türk – İslam Birliği

Nisan 30, 2009

turkislambirligi2

İslam ahlakına dayalı olan bu birlik sayesinde tüm Müslümanlar birbirleri ile doğrudan ilişki içinde olacak, birbirlerinin sorunlarını yakından tanıyacak, dayanışma içine girecek ve “tüm Müslümanlar kardeştirler” ilkesi temel alınacaktır.

Müslümanlar, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in devrinden bu yana, insanlığa; akıl, bilim, düşünce, sanat, kültür, medeniyet gibi alanlarda öncülük etmiş, “insanların hayrı”na dev eserler ortaya koymuşlardır. Avrupa Ortaçağ’ın karanlığında iken, dünyaya bilimi, akılcılığı, tıbbı, sanatı, temizliği ve diğer pek çok hasleti Müslümanlar öğretmiştir. Kuran’ın nurundan ve hikmetinden kaynaklanan bu İslami yükselişi tekrar başlatmak için, geçmişte olduğu gibi bugün de Müslümanların İslam ahlakını ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetlerini temel alan bir yol göstericiliğe ihtiyaçları vardır.

İslam kültürü içinde birleşmek

Bugün dünyanın en önemli ekonomik ve siyasi güç merkezlerinden biri Avrupa Birliği’dir. AB farklı dilde, farklı siyasi görüşte, farklı toplum yapısında 25 ülkeyi bir araya getirmeyi ve ortak hareket ettirmeyi başarmaktadır. Bu yapının en önemli özelliği, üye ülkelerin tümünün “Avrupa kültürü” üzerine inşa edilmiş bir değerler sistemini kabul etmeleridir. Bu değerler sistemi üzerinde, birbirleri ile siyasi, ekonomik, kültürel işbirliği yapmalarıdır. Bu katılımcı birlik yapısı Müslüman ülkeler içinde güzel bir örnek olacaktır. Türk-İslam Birliği de, üye ülkeleri ortak bir “İslam kültürü” içinde birleştirecektir. İslam ahlakını kendine temel almış bu birlik sayesinde de tüm Müslümanlar birbirleri ile doğrudan ilişki içinde olacak, birbirlerinin sorunlarını yakından tanıyacak, dayanışma içine girecek ve “tüm Müslümanlar kardeştirler” ilkesi temel alınacaktır. Böylece, Türk-İslam dünyasını sevgi, kardeşlik ve dayanışma temeli üzerine kurulu bir potada eritirken üye ülkelerin aralarındaki muhabbeti ve işbirliğini de arttıracaktır. Kuran ahlakının gereği olan Müslümanlar arasındaki dayanışma konusundaki hükümler, tüm Müslümanlar tarafından dikkate alınmalıdır. Allah Kuran’da insanlara mal hırsından korunmayı, ihtiyaç içinde olanları koruyup gözetmeyi ve yardımlaşmayı emretmiştir.

Allah inananlara karşı çok merhametli ve çok bağışlayıcıdır. İnananlar Allah’ın kendilerini bağışlamasını, sevmesini, korumasını istedikleri gibi diğer insanlara karşı da affeden, hoşgören ve koruyan olmalıdırlar. Bir Kuran ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?
Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”
(Nur Suresi, 22)

Ayrıca Yüce Rabbimiz, Kuran’da iman edenlerin birbirlerinin velileri olduğunu bildirmiştir. (Tevbe Suresi, 71) Dost, yardımcı, destekçi, koruyucu gibi anlamlar içeren “veli” sözcüğü, Müslüman toplumlar arasındaki dayanışmanın ve desteğin önemini vurgulamaktadır.

İslam ahlakının özü barış, sevgi, şefkat, kardeşlik ve fedakarlıktır

Türk-İslam Birliği, yalnızca Müslümanlara değil tüm insanlığa barış getirmeyi hedef edinmeli, aldığı kararlarda ve uygulamalarında barışsever ve uzlaşmacı bir tavır sergilemelidir. İslam’ın özü, Allah’ın Kuran’da bildirdiği güzel ahlaktır. Bu ahlak iman edenlerin, sevecen, yumuşak huylu, şefkatli, hoşgörülü, adil, anlayışlı, sabırlı ve fedakar olmalarını gerektirir ve insanları huzur ve barış dolu bir dünyaya davet eder.

Müslüman Allah’tan korkan ve O’nun emirlerine uyan, Kuran ahlakını titizlikle uygulamaya çalışan, dünyayı güzelleştiren, barışı ve huzuru hakim kılan insandır. Amacı insanlara güzellikte, iyilikte ve hayırlı davranışlarda bulunmaktır.

Bu nedenle Türk-İslam Birliği’nde İslam ahlakının insanlara kazandırdığı fedakarlık, kardeşlik, dostluk, dürüstlük, adalet, sadakat, vefa ve hizmet anlayışı en güzel şekilde temsil edilmelidir.

Türk-İslam-Birliği from Yeni Osmanlilar on Vimeo.

İnsanların fikir, düşünce ve yaşam özgürlüğünü güvence altına alan İslam ahlakı, insanlar arasında gerginliği, anlaşmazlığı, birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta olumsuz düşünceyi (zannı) dahi yasaklar. Müslümanların oluşturduğu bir birliğin de, bu esasları temel alarak dünya barışı için faaliyet göstermesi gereklidir.

Müslüman toplumunun özelliği itidalli ve dengeli olması, insanlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındırmasıdır.

Rabbimiz, Bakara Suresi’nin 143. ayetinde Müslümanların insanlara şahit ve örnek olmak üzere, “orta bir toplum” olduklarını bildirmiştir.

Bir başka ayette ise, Müslümanların insanlığa hayırlı bir toplum olmaları gerektiği şu şekilde bildirilmiştir:

“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz…”
(Al-i İmran Suresi, 110)

Allah’ın Kuran’da bildirdiği özellikleri yaşayan Müslümanların meydana getirdiği bir birlikteliğin, bütün bu güzel ahlak özelliklerinin koruyucusu ve en güzel temsilcisi olması gerektiği açıktır.

İslam ahlakının güzelliklerini yaşamak

Ekonomik ve toplumsal sorunların çözümü ile toplumsal ahlak arasında önemli bir ilişki vardır. Örneğin, ekonomik sorunların en önemlilerinden biri olan sosyal adaletsizlik, temelde ahlaki bir sorundur. İslam ahlakını özümsemiş bir toplumda sosyal adaletsizlik yaşanmaz. Allah Kuran’da insanların ihtiyaçlarından arta kalanı, ihtiyacı olanlarla paylaşmalarını tavsiye etmiştir. Ayrıca israf, Allah’ın haram kıldığı bir fiildir. Maddi imkanların belirli insanlara imtiyaz sağlayan bir unsur haline gelmemesi, yalnızca bir grup insan tarafından paylaşılan bir ayrıcalık olmaması Kuran ahlakının gereğidir.

Kuran ahlakı sosyal dayanışmayı gerektirir ve insanların birbirlerinin ihtiyaçlarını gözetmelerini emreder. Hatta, Müslümanlar kendi ihtiyaçları olsa dahi ellerindeki yemeği öncelikle fakirlere ikram edecek kadar fedakar bir ahlaka sahiptirler. Üstelik bunu karşılarındakinin memnuniyeti için değil Allah’ın rızasını kazanmak için yaparlar. Kuran’da şöyle bildirilmektedir:

“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür.”
(İnsan Suresi, 8-9)

Bireyler arasındaki dayanışma ve yardımlaşma kolaylıkla milletler arası ilişkilerde de sağlanabilir. Burada da İslam ahlakı, Türk-İslam Birliği’ne üye ülkelere yol gösterecektir.

Bir yanda abartılı lüks tüketimde bulunan bir ülke varken, diğer tarafta yeni doğmuş binlerce bebeğin açlıktan ölüyor olması kabul edilebilir bir durum değildir. Vicdan sahibi her insan bu durumdan rahatsızlık duyar.

Allah’ın Kuran’da emrettiği ahlakın gereği olarak israf önlendiğinde, dayanışma ruhu geliştirildiğinde, insanlar paylaşmaya teşvik edildiğinde ve özellikle insanlar vicdanlarını kullanmayı öğrendiklerinde, ekonomik dengesizlikleri tamamen ortadan kaldırmak mümkün olacaktır.


Nur'un Büyük Kumandanı: Zübeyr Gündüzalp

Nisan 16, 2009

Bir kısım büyük zâtlar var kir onlar hayatta iken meşhur olmamıştır, daima kendini gizlemiş ve saklamıştı.
Bir futbolcu gibi, bir boksör veya güreşçi gibi büyük kitleler tarafından tanınmamıştır.
Büyük kitlelere hitap etmemiştir bunlar yer altına düşen çekirdek gibi,
ölümden sonra çiçek açar, yapraklanır, koku ve meyve vermeye başlarlar.
Onların, bu bilinmez zâtların hayatı ölümlerinden sonra başlar.

İşte Zübeyir Gündüzalp da bunlardan birisidir.
Gerçek önderler, hakikî rehberler ve yol göstericiler de bunlardır zaten…

Yazının devamını oku »


İdareci ve Ciddiyet

Nisan 14, 2009

İdareciliğin mektebi yoktur derler. Bu sözün doğru tarafı vardır. İdareci, idarecilik kabiliyeti olan insanın, hadiselerle pişip yoğrulması ile yetişir. İyi idareci olmak için diploma tek başına kâfi gelmez. Bunun yanı sıra sabır, müsamaha, zeka, basiret, akıl, olayları kritik etme, hitabet kabiliyeti, heyecana kapılmamak, ikna kudreti, vakar, ciddiyet, affedebilme, derinlemesine düşünme, insanları tanıma, güler yüz ve tatlı dil gibi hasletlerin de bulunması lazımdır. İdareci bunlardan ne kadar çoğuna malikse iyi idarecilik vasfı da o nispette artar. Bazı büyük idarecilerin vasıfları şunlardır:

Yazının devamını oku »


Teşkilât-ı Mahsusa

Mart 26, 2009

Teşkilât-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa’ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. İttihat ve Terakki’nin Türkçü ve İslamcı siyasi görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunmuştur. Çeşitli tanık ifadelerine göre 1911’den itibaren etkin olmuş, 5 Ağustos 1914’te Harbiye Nezaretine bağlı resmi bir örgüte dönüştürülmüştür. 8 Ekim 1918’de İttihat ve Terakki hükümetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilat-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın Trablusgarp’da İtalyanlara, Batı Trakya’da Bulgar ve Yunanlılara, Mısır ve Irak’ta İngilizlere karşı direniş örgütleme çalışmaları kısmen belgelenmiştir. Buna karşılık 1915 Ermeni Tehciri’nde Teşkilat-ı Mahsusa’nın oynadığı rol, sıklıkla dile getirildiği halde, ayrıntılarıyla ortaya konabilmiş değildir. Teşkilat-ı Mahsusa hakkında tek köklü araştırmanın yazarı olan Philipp Stoddard’a göre, Teşkilat-ı Mahsusa Ermeni tehcirinde hiç bir rol oynamamıştır. Guenter Lewy Stoddard’la 2001 senesinde görüştüğünü ve Stoddard’ın hala aynı sonucu savunduğunu bildiriyor.[1]

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’da oluşturulan Kuva-yı Milliye ve Müdafaa-yı Hukuk gruplarının önde gelen liderlerinin hemen hepsi Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu bilinen kişilerdir. Buna rağmen Teşkilat-ı Mahsusa ile Milli Mücadele arasındaki örgütsel ilişki yeterince incelenmemiştir.Teşkilatın kurucusu Enver Paşa’dır. Başında ise Hüsamettin bey bulunmaktaydı.

Teşkilat-ı Mahsusa’ya ilişkin tek akademik çalışma, Dr. Philip Stoddard’ın 1963 tarihli doktora tezidir. [2] Teşkilat ileri gelenlerinden Eşref Kuşçubaşı ve Hüsamettin Ertürk’ün anıları yayımlanmıştır. Rauf Orbay’ın anılarında da İran-Afganistan operasyonları hakkında biraz bilgi bulunur. Galip Vardar, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler (1960), yanlı olmakla birlikte değerli bir bilgi kaynağıdır. Hamza Erkan, Bir Avuç Kahraman (1946), Süleyman Askeri’nin Irak macerasına ilişkin geniş bilgi verir.

Teşkilat-ı Mahsusa arşivi elde değildir; 1918’de İttihat ve Terakki liderleri yurt dışına gitmeden önce imha edildiği ileri sürülür. Mütareke döneminde İstanbul’da yapılan Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde teşkilata ilişkin birçok iddia dile getirilmiş ve tanıklar dinlenmiştir. Divan-ı Harp tutanaklarının bir kısmı Taner Akçam tarafından yayımlanmıştır.[3]

Örgütün bir dönem başkanı olan Hüsamettin (Ertürk) Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş amacını şöyle tanımlar:

“Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. Enver paşa’nın bir yandan Emiri Efendi’nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp’in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır.” [4]

Bu örgütün gizli kurucularından biri ismi hep gizli kalmış ve soyu koruma altına alınmıştır. soy ismi ve yaşadığı yer değiştirilmiştir. Soyundan gelen erkek çocukları gizli olarak eğitilerek şuanda bilinen MİT teşkilatına ya alınmış ya da bu teşkilat tarafında korunmuştur. CIA’nın ulaşabildiği tek bilgi SAKARYADA SAPANCA bölgesine yerleşmiş olduklarıdır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusu olan bu kişinin kimliğinin gizlenmesi kafalarda hep soru işareti yaratsada milli mücadelenin ve bağımsızlığın kazanılmasında nasıl bir rol üslendiklerini açıkça göstermektedir.

Philip Stoddard’a göre,

“Teşkilatın iki para kaynağı vardı: Harbiye Nezareti’nin gizli bütçesinden verilen ödenekler ve Almanya’dan yapılan altın aktarımı. Alman altınları, Alman Askeri Misyonu tarafından düzenli olarak İstanbul’a getiriliyordu. Kaynakların tümünden Teşkilat’ın eline geçen toplam miktar 4 milyon altın civarındaydı.”[5]

Stoddard’a göre Birinci Dünya Savaşı sırasında (1916’da) Teşkilat’ın kadrosu 30.000 kişiye ulaşmıştı. [6]

Teşkilat’ın adı ilk kez 1911’de İtalyanların Trablusgarp ve Bingazi’ye (Libya) asker çıkarması üzerine duyuldu. Osmanlı Devleti savaşa doğrudan katılmama kararı aldığı için, bu ülkedeki direniş Teşkilat’ı Mahsusa tarafından yönetildi. Daha sonra Türk siyasetinde önemli roller oynayacak olan birçok kişi, örneğin Mustafa Kemal, Rauf (Orbay), Fethi (Okyar), Nuri (Conker) bu dönemde Teşkilat ajanı olarak Libya’da bulundular. Ancak Libya direnişi başarısızlıkla sona erdi. Osmanlı Devleti Libya’da zaten sözde kalan haklarını kaybettiği gibi, savaş tazminatı olarak Oniki Ada’yı İtalya’ya vermek zorunda kaldı.

Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Basra’yı ele geçirmesi üzerine, Teşkilat liderlerinden Süleyman Askeri, Kürt ve Arap aşiretlerinden derlenmiş bir çeteyle İngilizlere karşı vur-kaç saldırıları düzenledi; Abadan’daki petrol tesislerini yaktı. Buna tepki olarak harekete geçen İngilizler, 12-14 Nisan 1915’te Türk ordusunu Şuaybe’de ağır bir yenilgiye uğrattılar. Süleyman Askeri intihar etti.

29 Nisan 1916’da Von der Goltz Paşa Komutasındaki Osmanlı 6. Ordusu’nun İngiliz birliklerini Kut’ül Amara’da yenilgiye uğratıp esir almalarından sonra, Nuri Paşa ve Rauf Bey yönetiminde bir Teşkilat-ı Mahsusa birliği savaşta tarafsız olan İran ve Afganistan’a girerek burada yerli kuvvetlerden oluşturacağı birliklerle İngilizleri arkadan vurmayı denedi. Mareşal Liman von Sanders’e göre bu macera, Irak’taki Türk yenilgisinin nedenlerinden biri oldu.[7]

Ermeni soykırımı iddialarını savunan tarihçilere göre, bu gizli teşkilat iddia edilen soykırımı gerçekleştirmede kullanılan örgütmüş. İddialara göre, Talât Paşa hükûmetinden sonra yeni hükûmeti kuran Ahmet İzzet Paşa teşkilatın tüm belgelerini yoketme emri vermiş. Teşkilat-ı mahsusanın iddia edilen soykırımı gerçekleştirmiş olan örgüt olduğu iddiası, Andonyan belgeleri ve 1919/1920 İstanbul savaş mahkemeleri yanında, soykırım tezini ispatta kullanılan başlıca iddialardan biri. Guenter Lewy’nin verdiği bilgilere göre, Teşkilat-ı Mahsusa hakkındaki iddiaların belgelerde doğrudan dayanağı yok ancak bu iddialar, bu belgeleri okuduğunu belirtenlerin kuşkulu varsayımlarına dayanmaktadır. Lewy, soykırım tezinin savunucularından olan Vahakn Dadrian’ın, orijinal kaynakların imkân vermeyeceği varsayımlarda bulunduğunu bildiriyor.[8]
Stoddart’a göre, Teşkilat-ı Mahsusa, Ermenilerin sınır dışı edilmesinde herhangi bir rol oynamamıştır. [9]

14 Kasım – 23 Kasım 2005 tarihleri arasında Yeni Şafak gazetesinde Abdullah Muradoğlu tarafından Teşkilât-ı Mahsusa hakkında 10 bölümlük bir yazı dizisi yayınlanmıştır. Bu yazı dizisine göre Teşkilât-ı Mahsusa’da görev yapmış ünlü kişilerden bazıları şunlardır:

Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa, Binbaşı Süleyman Askeri, Mehmet Akif Ersoy, Eşref Kuşçubaşı, Teğmen Yakup Cemil, Dr. Bahattin Şakir, Mithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teğmen Hilmi Musallimi, Said Nursi, İsmail Canbulat, Piyade Subayı Rasuhi Bey, Filibeli Hilmi Bey, Şerif Burgiba, Arabistan’da İbn ür-Reşit, Nuri ve Halil Paşalar, Ali Fethi Okyar, Hacı Selim Sami, “Kel Ali” lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkez Reşit Bey, Ahmet Fuat Bulca, Nuri Conker, Rauf Orbay.

1 Guenter Lewy The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide (Osmanlı Türkiyesinde Ermeni Katliamları: Tartışmalı bir soykırım), Salt Lake City 2005, sayfa 291
2 Philip H. Stoddard, The Ottoman Government and the Arabs, 1911 to 1918: A Study of the Teskilat-i Mahsusa, Princeton University, 1963 (yayınlanmamış doktora tezi). Türkçesi: Teşkilât-ı Mahsusa, Arba Yay., 1993.
3 Taner Akçam Armenien und der Völkermord – Die Istanbuler Prozesse und die türkische Nationalbewegung, Hamburg 2004.
4 Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul 1957, sf. 115-116.
5 Philip Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa, Arba Yay., s. 53.
6 A.g.e. s. 52.
7 Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Sene, Yeditepe Yay. 2006, s. 164-169 ve 194 vd.
8 Guenter Lewy Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
9 Philip H. Stoddard’ın önsözü. Eşref Kuşçubaşı, The Turkish Battle of Khaybar (Hayber Savaşı) Philip H. Stoddard and H. Basri Danışman, (İstanbul: Arba Yayınları, 1999), ss. 21-32


Kur'an ve Gönül İlişkisi

Mart 26, 2009

Tebliğ insanının gönlü Kur’ân’a göre ayarlanmalıdır. Kur’ân bu hususu ifade ederken şöyle buyurur:

“Bu Kur’ân, kalbi ona açık olanlar ve gözünü Kur’ân’a dikip ona kulak verenler için bir öğüttür” (Kaf, 50/37).

Evet, Kur’ân bir nasihat, bir hatırlatma, bir zikir ve bir uyarıcıdır. Ne var ki Kur’ân’ın bu yönlerinden istifade edebilmek için, gönüllerin ona karşı açık olması şarttır. Gönlün açık olabilmesi için de, her insanın gözünü Kur’ân’a dikmesi ve kulağını Kur’ân’a vermesi gerekir. İşte bu, bütünüyle Kur’ân’a yönelmek demektir ki, başka türlü de istenen ölçüde Kur’ân’dan istifade edilmesi imkânsızdır.

Yazının devamını oku »


Kur'an ve Gönül İlişkisi

Mart 26, 2009

Tebliğ insanının gönlü Kur’ân’a göre ayarlanmalıdır. Kur’ân bu hususu ifade ederken şöyle buyurur:

“Bu Kur’ân, kalbi ona açık olanlar ve gözünü Kur’ân’a dikip ona kulak verenler için bir öğüttür” (Kaf, 50/37).

Evet, Kur’ân bir nasihat, bir hatırlatma, bir zikir ve bir uyarıcıdır. Ne var ki Kur’ân’ın bu yönlerinden istifade edebilmek için, gönüllerin ona karşı açık olması şarttır. Gönlün açık olabilmesi için de, her insanın gözünü Kur’ân’a dikmesi ve kulağını Kur’ân’a vermesi gerekir. İşte bu, bütünüyle Kur’ân’a yönelmek demektir ki, başka türlü de istenen ölçüde Kur’ân’dan istifade edilmesi imkânsızdır.

Yazının devamını oku »