İstanbul'da Simav'ı Gördüm!

Mayıs 31, 2009

İstanbulda’ki Simavlı hemşehrilerimizin Simav sevgisi, memleket sevgisi öyle büyük ki bunu görmemek mümkün değil. Bir Simav gönüllüsü olarak, İstanbul’daki Simavlıların kaynaşmış ve Simav için bir seyler yapması bana gurur verdi . İçlerindeki özlemin tesiriyle İstanbul’da açtıkları mekanları şöyle sıralayabilirim:

  1. Simavlilar yardımlaşma ve dayanişma dernegi
  2. Ortacı köyü kültür ve dayanışma dernegi
  3. Aşağı dolaylar köyü yardımlaşma dernegi
  4. Yukarı dolaylar köyü hizmet ve yardımlaşma derneği
  5. Yeşil Simav kırahathanesi

istanbuldasimavSimavlı gurbetçilerimiz “Biz ne kadar  gurbette de olsak Simav için burdayız.” diyorlar. Gittiğim ve gördüğüm bu mekanlarda Simav resimleri, kaplıcalarımız , eynal kaplıcaları, naşa kaplıcaları ve çitgöl kaplıcalarının; gölcük ve daha bir çok yerin resimleri var.  Derneklerdeki Simavlıalrın gelen misafirlere Simav’ı resimlerle de olsa tanıttıklarını gördüm. Bunun için de ayrıca tesekkür ederim.  Belki de daha fazlasını yapmak istiyorlar ama en büyük sorunumuz olan yollarımız engel oluyor diyebiliriz. Ben de tüm simav gönüllüleri ve simavlilar gibi ONARILMIŞ ve ASFALTLANMIŞ yollarımızın bütün engelleri aşacagına gönülden inanıyorum.

İstanbulda Simavliları görmek ve Gurbet hasretini onlarla yaşamak için siz Simavlıları bekliyoruz.İşte derneklerimiz ve bilgileri:

simavlilar

Simavlilar Derneği

Adres: gültepe enser hastanesi karşısı turan iş hanı kat 4ve 5 no:100
Gültepe/İstanbul

Tel: 0212 281 72 26

Fax: 0212 281 72 29

Web: http://www.simavlilar.org.tr

_goruntu006

Kütahya ili Simav ilçesi Ortacı Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği

Adres : Fikirtepe Mahallesi. Dr.Erkin Caddesi Şahika Sokak No: 2 Kadıköy / İstanbul

Telefon : 0 216 565 42 82

Web: http://www.ortacidernegi.org

_goruntu004

Kütahya ili Simav ilçesi Aşağı Dolaylar Köyü Yardımlaşma Dernegi

Adres: Mandıra cad. Bayramlar sok no:2/a Fikirtepe /Kadıköy

Tel: 0216 567 32 36

_goruntu005

Kütahya ili Simav ilçesi Yukarı Dolaylar Köyü Hizmet ve Yardımlaşma Dernegi

Adres: Mandıra cad. Volkan Gül sok.  Fikirtepe/Kadıköy

Tel: 0216 567 81 05

Web: http://www.ydolaylar.com

Sizin de İstanbul’da Simavliların mekanı olarak bildiğiniz bir yer varsa yorum kısmından (aşağıda) ekleyebilirsiniz.


İstanbul'da Simav'ı Gördüm!

Mayıs 31, 2009

İstanbulda’ki Simavlı hemşehrilerimizin Simav sevgisi, memleket sevgisi öyle büyük ki bunu görmemek mümkün değil. Bir Simav gönüllüsü olarak, İstanbul’daki Simavlıların kaynaşmış ve Simav için bir seyler yapması bana gurur verdi . İçlerindeki özlemin tesiriyle İstanbul’da açtıkları mekanları şöyle sıralayabilirim:

  1. Simavlilar yardımlaşma ve dayanişma dernegi
  2. Ortacı köyü kültür ve dayanışma dernegi
  3. Aşağı dolaylar köyü yardımlaşma dernegi
  4. Yukarı dolaylar köyü hizmet ve yardımlaşma derneği
  5. Yeşil Simav kırahathanesi

istanbuldasimavSimavlı gurbetçilerimiz “Biz ne kadar  gurbette de olsak Simav için burdayız.” diyorlar. Gittiğim ve gördüğüm bu mekanlarda Simav resimleri, kaplıcalarımız , eynal kaplıcaları, naşa kaplıcaları ve çitgöl kaplıcalarının; gölcük ve daha bir çok yerin resimleri var.  Derneklerdeki Simavlıalrın gelen misafirlere Simav’ı resimlerle de olsa tanıttıklarını gördüm. Bunun için de ayrıca tesekkür ederim.  Belki de daha fazlasını yapmak istiyorlar ama en büyük sorunumuz olan yollarımız engel oluyor diyebiliriz. Ben de tüm simav gönüllüleri ve simavlilar gibi ONARILMIŞ ve ASFALTLANMIŞ yollarımızın bütün engelleri aşacagına gönülden inanıyorum.

İstanbulda Simavliları görmek ve Gurbet hasretini onlarla yaşamak için siz Simavlıları bekliyoruz.İşte derneklerimiz ve bilgileri:

simavlilar

Simavlilar Derneği

Adres: gültepe enser hastanesi karşısı turan iş hanı kat 4ve 5 no:100
Gültepe/İstanbul

Tel: 0212 281 72 26

Fax: 0212 281 72 29

Web: http://www.simavlilar.org.tr

_goruntu006

Kütahya ili Simav ilçesi Ortacı Köyü Kültür ve Dayanışma Derneği

Adres : Fikirtepe Mahallesi. Dr.Erkin Caddesi Şahika Sokak No: 2 Kadıköy / İstanbul

Telefon : 0 216 565 42 82

Web: http://www.ortacidernegi.org

_goruntu004

Kütahya ili Simav ilçesi Aşağı Dolaylar Köyü Yardımlaşma Dernegi

Adres: Mandıra cad. Bayramlar sok no:2/a Fikirtepe /Kadıköy

Tel: 0216 567 32 36

_goruntu005

Kütahya ili Simav ilçesi Yukarı Dolaylar Köyü Hizmet ve Yardımlaşma Dernegi

Adres: Mandıra cad. Volkan Gül sok.  Fikirtepe/Kadıköy

Tel: 0216 567 81 05

Web: http://www.ydolaylar.com

Sizin de İstanbul’da Simavliların mekanı olarak bildiğiniz bir yer varsa yorum kısmından (aşağıda) ekleyebilirsiniz.


İşsiz Gençler İçin Ekmek Kapısı

Mayıs 18, 2009

Kütahya’nın Hisarcık ilçesinde arıcılıkla uğraşan Emekli Öğretmen İsmail Erdoğan arıcılığın “ Bacasız Fabrika “ olduğunu söyleyerek, işsiz gençlere arıcılık yapmaları tavsiyesinde bulundu.

4 yıl önce emekli olan ve 6 yıldan beri de arıcılıkla uğraşan öğretmen İsmail Erdoğan (59) Hisarcık ilçesinin arıcılık yapmaya çok elverişli bir yer olduğunu söyleyerek “ Yörede çiçek çeşidi fazla. Ayrıca hububat, meyve ve sebzeler fazla ilaç atılmadığı için tabiat çok temiz. Bu yüzden ballar organik ve kaliteli olmaktadır.

Eskişehir’de oturduğum halde arı kovanlarımı buraya getirdim. Burada Ağustos ayının sonuna kadar beklettikten sonra kovanları tekrar Eskişehir’e götüreceğim. Halen 80 arı ve 150 kovanım var. Bu yıl ki yağışlar en çokta arıcılıkla uğraşanları sevindirmiştir. Önümüzdeki günlerde yer yer yağışlar devam eder ve ani arı ölümleri olmazsa 2,5 ton dolaylarında bal elde edeceğimi umuyorum.

Bu da yıllık 50 bin TL demek. Bugün bir asgari ücretli yılda yaklaşık 6 bin TL kazanıyor. İlçemizde arıcılık işiyle tam manasıyla uğraşan yok. Yüzlerce işsiz gencimiz kahvehane köşelerinde zaman öldürmekteler. Bir an önce gençlerimiz karlı bir uğraş olan arıcılığa yönelmeliler. Arıcılıkta başlangıçta malzeme maliyetiniz, daha sonra ise sadece petek masrafın olur. İşsiz gençlerimize arıcılık yapmalarını tavsiye ediyorum “ dedi.

Erdoğan, şu anda kovan giriş deliği önüne monte ettikleri polen tuzaklarından polen elde etmeye başladıklarını vurgulayarak “ Polen, kovan giriş deliği önüne veya tabanına monte edilebilen polen tuzaklarının kullanılması ile üretilir. Alınan polenlerin güneş görmeden kurutulması lazım. Yoksa insanlara şifa olmaktan uzak olur.

Polen, insan sağlığı ve beslenmesi yönünden gerekli tüm amino asitleri, vitaminleri, mineral ve diğer maddeleri bir denge içinde bulunduran doğadaki tek ve en zengin besindir. Polenin sabahları kahvaltıdan önce aç karnına alınması tavsiye edilmektedir. Polen arıların gelişmelerinde ve görevlerini yapabilmelerinde de hayati öneme sahip bir maddedir.

Şayet kolonide polen yoksa yavru gelişimi durur, kolonide büyük bir panik başlar. Bilindiği üzere arılar enerji ihtiyaçlarının baldan karşılarken, ihtiyaç duydukları diğer tüm maddeleri polenden karşılarlar. Yapılan çalışmalarda bal üretimine ek olarak yapılan polen üretiminin arıcının gelirinde %30 artışa neden olduğu bulunmuştur. Bu bakımdan, daha kazançlı bir arıcılık için arıcılarımızın polen üretimine geçmeleri önerilmektedir “ diye konuştu.


İşsiz Gençler İçin Ekmek Kapısı

Mayıs 18, 2009

Kütahya’nın Hisarcık ilçesinde arıcılıkla uğraşan Emekli Öğretmen İsmail Erdoğan arıcılığın “ Bacasız Fabrika “ olduğunu söyleyerek, işsiz gençlere arıcılık yapmaları tavsiyesinde bulundu.

4 yıl önce emekli olan ve 6 yıldan beri de arıcılıkla uğraşan öğretmen İsmail Erdoğan (59) Hisarcık ilçesinin arıcılık yapmaya çok elverişli bir yer olduğunu söyleyerek “ Yörede çiçek çeşidi fazla. Ayrıca hububat, meyve ve sebzeler fazla ilaç atılmadığı için tabiat çok temiz. Bu yüzden ballar organik ve kaliteli olmaktadır.

Eskişehir’de oturduğum halde arı kovanlarımı buraya getirdim. Burada Ağustos ayının sonuna kadar beklettikten sonra kovanları tekrar Eskişehir’e götüreceğim. Halen 80 arı ve 150 kovanım var. Bu yıl ki yağışlar en çokta arıcılıkla uğraşanları sevindirmiştir. Önümüzdeki günlerde yer yer yağışlar devam eder ve ani arı ölümleri olmazsa 2,5 ton dolaylarında bal elde edeceğimi umuyorum.

Bu da yıllık 50 bin TL demek. Bugün bir asgari ücretli yılda yaklaşık 6 bin TL kazanıyor. İlçemizde arıcılık işiyle tam manasıyla uğraşan yok. Yüzlerce işsiz gencimiz kahvehane köşelerinde zaman öldürmekteler. Bir an önce gençlerimiz karlı bir uğraş olan arıcılığa yönelmeliler. Arıcılıkta başlangıçta malzeme maliyetiniz, daha sonra ise sadece petek masrafın olur. İşsiz gençlerimize arıcılık yapmalarını tavsiye ediyorum “ dedi.

Erdoğan, şu anda kovan giriş deliği önüne monte ettikleri polen tuzaklarından polen elde etmeye başladıklarını vurgulayarak “ Polen, kovan giriş deliği önüne veya tabanına monte edilebilen polen tuzaklarının kullanılması ile üretilir. Alınan polenlerin güneş görmeden kurutulması lazım. Yoksa insanlara şifa olmaktan uzak olur.

Polen, insan sağlığı ve beslenmesi yönünden gerekli tüm amino asitleri, vitaminleri, mineral ve diğer maddeleri bir denge içinde bulunduran doğadaki tek ve en zengin besindir. Polenin sabahları kahvaltıdan önce aç karnına alınması tavsiye edilmektedir. Polen arıların gelişmelerinde ve görevlerini yapabilmelerinde de hayati öneme sahip bir maddedir.

Şayet kolonide polen yoksa yavru gelişimi durur, kolonide büyük bir panik başlar. Bilindiği üzere arılar enerji ihtiyaçlarının baldan karşılarken, ihtiyaç duydukları diğer tüm maddeleri polenden karşılarlar. Yapılan çalışmalarda bal üretimine ek olarak yapılan polen üretiminin arıcının gelirinde %30 artışa neden olduğu bulunmuştur. Bu bakımdan, daha kazançlı bir arıcılık için arıcılarımızın polen üretimine geçmeleri önerilmektedir “ diye konuştu.


Kütahya Simav Köyleri

Mayıs 15, 2009

Simav’ın bütün köylerinin isim listesi:

  1. Ahlatlıçeşme
  2. Ahmetli
  3. Akpınar
  4. Aksaz
  5. Aşağıdolaylar
  6. Bademli
  7. Başkonak
  8. Beciler
  9. Bedirler
  10. Boğazköy
  11. Çakırlar
  12. Çamlık
  13. Çınarlıdere
  14. Çulhalar
  15. Dağardı
  16. Dereköy
  17. Dereyüzüdere
  18. Efir
  19. Eğirler
  20. Esenbağ
  21. Evciler
  22. Gılmanlar
  23. Gökçeler
  24. Gölköy
  25. Hacıahmetoğlu
  26. Hacıhüseyinefendi
  27. Hamzabey
  28. Hasanören
  29. Hıdırdivanı
  30. Ihlamur
  31. İmranlar
  32. İnkaya
  33. İnlice
  34. Kapıkaya
  35. Karacaören
  36. Karakoca
  37. Karapınar
  38. Kayaışık
  39. Kayalıdere
  40. Kızılcık
  41. Kiçir
  42. Koyunoba
  43. Köseler
  44. Kurduman
  45. Külcü
  46. Küplüce
  47. Madenköy
  48. Mamak
  49. Ortacı
  50. Örencik
  51. Örenli
  52. Pulluca
  53. Samat
  54. Sarıçam
  55. Sarıkaya
  56. Sarkatlar
  57. Söğüt
  58. Sudöşeği
  59. Sünnetçiler
  60. Taşköy
  61. Taşlık
  62. Toklar
  63. Yağıllar
  64. Yağmurlar
  65. Yassıeynihan
  66. Yavu
  67. Yeniler
  68. Yeşilçam
  69. Yeşilova
  70. Yeşilyayla
  71. Yukarıdolaylar

Kütahya Özüne Dönüyor

Mayıs 11, 2009

Kütahya Rahvan Atlı Spor Kulubü Başkanı Birol Babanoğlu, kentte 51 yıl sonra tekrar cirit müsabakaları düzenleneceğini söyledi.

Babanoğlu, yaptığı açıklamada, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı sebebiyle Erzurum, Erzincan, Kars ve Uşak ilerinden 20 kişilik bir ekibin gösteri sunacağını kaydetti.

Babanoğlu, “19 Mayıs günü saat 14.00 da Belediye Çok Amaçlı Spor Kompleksi’nde 51 yıl sonra tekrar cirit müsabakaları yapılacak. Bilindiği gibi ata spor olan cirit Kütahya’da tam 51 yıldır yapılmıyordu. Belediye başta olmlak üzere katkısı bulunan tüm kamu kurum ve kuluşlara teşekkür ederim. Halkımızı müsabakaları izlemeye davet ediyorum” dedi.

Cirit Nedir ?

Cirit, bir diğer deyimle Çavgan, Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur.

Alparslan’la beraber Anadolu’ya girmiş olan cirit daha sonra Avrupa’ya ve Arabistan ülkelerine sıçramıştır. 17. yüzyılda Fransa’da, Almanya’da ve diğer ülkelerde de Cirit Oyunu yayılmıştır.

16. yüzyılda Osmanlı Türkleri tarafından bir Savaş Oyunu olarak kabul edildi. 19. yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu. Cirit, aynı zaman tehlikeli bir oyun olduğundan 1826 yılında II. Mahmut tarafından yasak edildi. Fakat daha sonra yine Osmanlı Ülkesi’nin başta gelen meydan ve savaş oyunu olarak her tarafa yayıldı.

Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu’da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum ve Bayburt yörelerinde yaşamaya devam etti. 20-25 yıldan beri Konya ve Balıkesir’de tarihe karıştı.

cirit3Buna rağmen halen Anadolu’nun hemen her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyunu’nu oynamaktadır. Büyük şehirlerimize karşı köy ve kasabalarımızda yaşamaktadır. Sinop köylerinden Gaziantep’e, Bursa’dan Antalya’ya kadar Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Anadolu’da köylerimizin güreşle beraber başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir. Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır. Ayrıca Yurtdışı İran, Afganistan ve Türkistan Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedir.

Her yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt’te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır.

1972 yılı eylül ayında Konya Turizm Derneği’nin teşebbüsüyle Konya’da bir Cirit Oyunları Şenliği düzenlenmiş, bu şenliğe Erzurum ve Bayburt Cirit Takımları katılmış ve büyük başarı sağlanmıştır. Cirit Oyunu Konya’da yeniden geleneksel olarak canlandırılmaya çalışılmaktadır.


Köylülerin Gelir Kaynağı

Mayıs 9, 2009

Karaağıl köyünde oturan Kuzugöbeği mantarı alıcısı Ahmet Yıldız, yaptığı açıklamada, “Yöremizden nisan yağmurlarıyla çam ve kavak ormanlarında mart ve mayıs aylarında çıkan kuzugöbeği mantarı ilçemize bağlı Karbasan beldesi, Kurtdere, Karaağıl, Güldüren köyleri ile Simav ve Aslanapa ilçelerinde köylüler yaş olarak kilosunu 25 TL’den satmaktadırlar.

Köylülerden aldığımız mantarları kutu içerisinde günlük otobüsle İstanbul’a ihracatçı firmaya gönderilmektedir. Gönderdiğimiz mantarlar firma tarafından işlenerek Almanya, Fransa ve İtalya’ya ihraç edilmektedir.

İhraç edilen kuzugöbekleri Avrupa’da lüks otellerde yemek yapılıyor. Yöremizde bu yıl kuzugöbeği rekoltesinin yaklaşık 5 ton dolaylarında gerçekleşmesi bekleniyor” dedi.


2. Yaren Çalıştayı 8-9 Mayısta Simav'da

Nisan 6, 2009

Simav Yaren Kültürünü Yaşatma Derneği Başkanı Mehmet Yavuz, 2.Yarencilik Çalıştayının Kültür Bakanlığının öncülüğünde 8-9 mayıs tarihlerinde Simav’da yapılacağını söyledi. Çeşitli üniversitelerden akademisyenlerin yanı sıra Türkiye’de yaren kültürünü yaşatmaya çalışan çeşitli il ve ilçe dernek temsilcileri ve Kültür Bakanlığından üst düzey yetkililerinin katılacağı iki günlük Çalıştayın Türk kültürünün unutulmaya yüz tutmuş asırlık geleneklerinin başında gelen yarenciliğin geleceği açısından önemine dikkat çeken Yavuz, Çalıştay dan çıkacak sonuçlara göre yarenciliğin Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu olan (UNESCO)’un somut olmayan kültürel miras listesine alınıp alınmasının söz konusu olacağını vurguladı.

Yazının devamını oku »


Osmanlı Akıncıları Hakkında

Mart 30, 2009

Osmanlı döneminde düşman topraklarına akın düzenleyen gönüllü süvarilere verilen ad.

Fethedilecek yerlerde keşif yıldırma tahrip ve klavuzluk amacıyla hanın izniyle akın düzenlenmesi göçebe kabileler için başlı başına bir yaşam tarzı olan yağma ve çapul geleneklerinden türeyen çok eski bir töreydi. Türk devletlerinde uç adı verilen sınır bölgelerine yerleştirilen büyük akıncı beylerine uç beyi denilirdi. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerinin önemli bir politikası kuruluş aşamasında insan gücü olarak dayandıkları yoğun göçebe kitleleri uçlara kaydırmak; reislerini de uç beyi yaparak ikili bir kimlikle devlet bünyesine almaktı. Ertuğrul Gazi ile oğlu Osman Bey de aşiret beyleri iken aynı zamanda Selçuklu sultanlığının birer uç beyi olmuşlardı.

Rumeli fetihleri başlayınca Türk asıllı gençler akıncı yazıldılar. İlk akıncı beyleri Evrenos ve Köse Mihal’di.

Akıncılar yağma gâyesiyle düşman içine giren ve talanla hayatlarını geçiren bir topluluk değildi. Onlar, kendilerine kılıç çekmeyene kılıç çekmez; ‘aman’ dileyene dokunmazlardı. Serhat topraklarında yaşayan akıncıların pek çoğu, Avrupa ve Balkan dillerini bilen, aynı zamanda bilgili ve kültürlü insanlardı.

Akıncılar, baştan neyi kabul ettiklerini çok iyi biliyor, ölümle kol kola hayatlarını devam ettiriyor ve bunu sırf Allah rızasını kazanmak uğruna yapıyorlardı.
Akıncılar, gönüllerindeki aşk ve heyecanla kendilerini devletin milletin ve dinlerinin bekâsına adamış, gerektiğinde canını vermekten çekinmeyen Hak fedaileriydi. Gönlünde bu aşk ve heyecanı tutuşturabilen insan, cihadı en büyük ideali hâline getirir ve bu uğurda ölmeyi cana minnet bilir. Kalemiyle cihada iştirak eden yazardan, doğruluğu hâl diliyle anlatan Müslüman’ın yaptığı cihada kadar, çeşitli cihat şekilleri vardır. Akıncılar da haksızlığı, hak bilen düşmanla yaka paça olmayı tercih etmişler ve bunun neticesinde peygamberlikten sonra mertebelerin en büyüğü olan şehitliği talep etmişlerdir.

İslâm gerektiğinde silâhlı mücadeleye cevaz vermiştir; ama, bu konuda birçok şart belirlemiştir. Müslümanların din, nesil ve mallarının müdafaa edilmesi, düşünce hak ve hürriyetlerinin korunması, yapılan karşılıklı anlaşmalara uyulmaması, Müslümanlara ve onların himayesinde bulunanlara zulmedilmesi, bu hususlardan sadece bazılarıdır. Ama ne acıdır ki biz, bu hakikatleri hiçbir zaman olduğu gibi dışarıya anlatamamışızdır.

Akıncıların vazifesi, başlarındaki beylerin önderliğinde sınır muhafazasına çalışmaktır. Akıncılar, bulundukları toprakları korumakla birlikte gelebilecek saldırılara ve tehditlere karşı caydırıcı bir güç konumundaydılar. Avrupalıların sonraki asırlarda kurduğu özel komando birliklerini akıncılardan ilhâm alarak oluşturduğuna dâir rivayetler vardır.

Akıncıların akınlarını, Hz. Peygamber (SAV) dönemindeki seriyyelere benzetebiliriz. Gerektiği yerde düşmana fiilen karşı koyma, halkın can ve mal güvenliğini koruma ve bu uğurda savaşma, akıncıların vazgeçilmez hayat tarzıydı.

Bir eski eğri kılıç… Kakmalarla süslü kını,

Bununla belki yapılmıştı Türk’ün ilk akını!

Bir eski eğri kılıç… Kabzasında yakutlar,

Bununla belki kırılmıştı bir zaman putlar….

Orhan Seyfi Orhon

Osmanlı, Hazreti Peygamber’in (sas): “Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız.” sözünü kendine şiar edinmişti. O kimsenin hakkına tecavüz edip, kimseyi ezmezken; ezilmemeye, zulme uğramamaya da dikkat ediyordu. Bunun için Payitaht’ta ordu savaş için hazırlanırken, hafif piyade birliği olan akıncılarla zaman kazanılıyor, âni baskınlara karşı teyakkuzda olunuyor ve sınır muhafaza ediliyordu.

Akıncılar, Fatih Sultan Mehmet’in şu sözlerini kendilerine düstur ediniyor gibidir: “Bu zahmet din yolunadır, ahirette Allah huzuruna varınca inayet ola. Zîrâ elimizde İslâm kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek, bize gazi demek yalan olur.” Yine şanlı padişah Fatih Sultan Mehmet: “Üstümüze kılıç çekilmedikçe, ülkemize girilmedikçe, teb’ama cefa edilmedikçe bizden kimseye zarar gelmez.” derken, onun akıncıları da aksini yapamazdı zaten. Müslümanlar, tarihin hiçbir devrinde, devlet, millet ve fert olarak kimseyi istismar etmedikleri gibi, hâkim oldukları yerlerde sömürü ve istismara da hiçbir şekilde izin vermediler.

Akıncılığın temelinin Osman Gazi döneminde, Köse Mihal tarafından atıldığı söylenir. Orhan Gazi zamanında daimî piyade ve süvari askerlerinin teşkiline kadar hep akıncılar kullanılmıştır. Osmanlı uç beyliğinin kısa sürede devlet hâline gelmesi de, akıncılar sayesinde olmuştur. Akıncılığın bir ocak şeklinde kurulmasında Evrenos Beyin büyük emeği olmuştur.
İlk zamanlar akıncı beylerinin çoğu, Osman Gazinin yoldaşları olan kumandanların çocuklarıydı. Akıncı beylerinin yetkileri çok geniştir, onlar istediklerini ocağa alır istemediklerini de ocaktan çıkarabilirlerdi. Divan-ı Hümâyun bu işlere hiç karışmazdı. Çok güvenilen akıncı beyi büyük bir selâhiyete sahipti, emirleri doğrudan doğruya padişahtan alırdı.

Akıncı beylerinin rütbeleri sancak beyi seviyesindeydi. Akıncı eri, yüzlerce defa canını ortaya koyduğu için, diğer birçok ocağın subayından imtiyazlıydı. Akıncılar içerisinde fedai, dalkılıç, serdengeçti, deli, azap, gönüllü, beşli gibi şahıs ve grup isimleri vardı. Küçük rütbeli akıncı zabitlerine ‘toyca’ veya ‘taviçe’ denirdi. 16. yüzyıl sonlarında 40 bin olan akıncı mevcudu, zaman içerisinde artma ve azalmalar göstermiştir.

Akıncılar, yakaladıkları esirlerden aldıkları bilgileri merkeze iletirlerdi. Akınlar, katılan akıncı sayısına göre isimler alırdı. 100 kişiden az akıncıyla yapılana çete, 100’den fazla kişiyle yapılana haramilik, akıncı beyinin kumandası altında yapılana ise, akın denirdi.

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı ilerle!

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kâfilelerle

Yahya Kemal Beyatlı

Silâh ve teçhizatları uygun olmadığından, akıncılar kale kuşatmasına katılmazlardı; ancak akıncı fedâilerinden serdengeçtiler, kuşatılmış kaledeki düşmanın arasına dalarlardı.

Akıncılar, sürekli ordu birliklerine dahil değildir. Rumeli’de serhat boylarına yakın yerlerde yaşayan akıncılar, sınır bölgelerinde pürüz çıkaran düşman memleketlerine âni baskınlar tertipleyerek onları yıpratırlardı.

Bu gruplar içerisinde en ilginci ‘deli’ adı verilendir. Düşmanı görünce âdeta deliye dönen bu grubun mensuplarını kimse durduramazdı. Ordu ile sefere iştirak ettiklerinde, savaşın en ön safında yer alır ve düşmana ilk onlar saldırırdı. Bu gruptan olanlar bazen hiçbir silâh kullanmaz, sadece kendilerini savunmak için yanlarında bulundurdukları kalkanlarla düşmanın içerisine dalar, kendilerine yapılan kılıç hamlelerini kalkanlarıyla savuşturup, mermere vurarak sertleştirdikleri o koca elleriyle düşmanın yüzünde şimşekler çaktırırlardı. Topu topu bir avuç deliyle baş edemeyen düşman, geride kendi sayısına yakın Türk ordusunu görünce paniğe kapılır ve birer ikişer kaçışırdı. Bu delilerin bir kısmı eğersiz ata biner, bir kısmı da akşama kadar ellerini mermer gibi sert cisimlere vurarak nasır bağlatırdı. Kat kat nasır bağlamış bu eller, düşman için kılıçtan daha tesirli bir silâh olurdu. Deli adıyla anılan bu süvariler, 15. yüzyıl sonlarından itibaren istihdam edilmişlerdir.

Önceleri sadece Avrupa’daki sınır boylarında kullanılan deliler, ‘bayrak’ adı altında 60’ar kişilik ocaklara ayrılırdı. Başlarındaki kumandanlarına Delibaşı denirdi. Delibaşın altında gönüllü ağası ve bölük ağası gibi zabitler vardı. Deli süvarisi olmak isteyen, cesaretiyle kendini ispatlamak zorundaydı. 16. yüzyılda kurt, sırtlan, pars gibi vahşi hayvan derilerinden yapılmış elbiseler giyen delilerin, atları da akıncılarınki gibi çevik ve dayanıklıydı. Delilerin silâhları ise, akıncılarınki gibi kılıç, kalkan mızrak, balta ve bozdoğandı.

Akıncılar Hazreti Hamza ve Hazreti Ali’yi pîr olarak görürlerdi.

Bilmemiş var mı geniş yeryüzünün serhaddi,

Yıkmış ufkunda durup karşı koyan her seddi.

Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına

Nice bin atlı kapılmıştı fetih rüzgârına.

Yahya Kemal Beyatlı

Akıncılığa kabul edilmek çok zordu. Bunun için doğrudan doğruya beyin rızası gerekirdi. Zîrâ kötü bir akıncı, birliğin mahvına sebep olabilirdi. Çok süratli intikâl, seri hareket, harikulâde süvarilik, fevkalâde silâhşorluk bu işin olmazsa olmazlarındandı.Bazı istisnalar haricinde akıncılık, babadan oğula geçerdi. Akıncılar savaş zamanlarında ordudan önce düşman arazisine girerek, orduya yol açar ve kurulması muhtemel pusuları bozardı.

Akıncılar düşman topraklarına girecekleri zaman, kademeli olarak birkaç bölüme ayrılır, ilk kuvvetin karşısına mukavemet eden bir düşman çıkarsa, arkadakiler yetişip ona yardım ederdi. Akıncıların hücumları âni ve sert olduğundan, hemen her zaman düşman kuvvetlerini sarsıp dağıtırdı. Ayrıca ordunun yolu üzerindeki hububat muhafazasını sağlamak, esirler vasıtasıyla düşmandan haber toplamak, köprü ve geçit gibi yerleri emniyet altında tutmak da akıncıların vazifeleri arasındaydı.

Akıncı olabilmenin şartlarından birisi de, Osmanlı Türk’ü olmaktı. Devşirmelerin devletin her kademesine, hatta sadrazamlığa kadar, yükselebilme imkânı varken, akıncı olmaları imkânsızdı.Bir akıncı adayı; imam, köy kethüdası veya dürüst birini kefil göstermek zorundaydı.

Akıncı ordu birlikleri diğer ordu ocakları gibi komuta kademesine bölünürdü. Her on akıncıyı onbaşı; yüz akıncıyı subaşı; bin akıncıyı da, binbaşı komuta ederdi. Bu komuta zincirini, bütün kuvvetlerin başında olan akıncı beyi tanımlardı.

Bir harekâtın akın sayılabilmesi için binli kadroyla ve akıncı beyinin komutasında yapılması gerekirdi. Yüz akıncının eylemine haramilik denirdi. On akıncı “çete” ya da “potera” adını taşırdı. Çetelerin pençik yükümlülüğü yoktu. Barışta çiftliklerde oturan akıncılar akıncı beyinin buyruğunu alır almaz onun yanına giderlerdi. Ölen akıncının yerini oğlu, oğlu yoksa akrabası alırdı. Akınların adı akıncı beyinde ve İstanbul’da bulunan kütük niteliğindeki defterlere geçirilirdi.

Akıncı beyini devlet tayin ederdi. Akıncılık babadan oğula geçen bir süreklilik içinde ömür boyu sürdürüldü. Gerektiğinde ocaklara yetenekli gençlerden yeni akıncılar alınırdı.Bu önemli kumandanlık uzun süre Mihaloğlu, Evrenosoğlu, Turhanoğlu ve Malkoçoğlu gibi ünlü akıncı ailelerinde kalmış ve babadan oğula intikal etmiştir. Mihaloğlu, Sofya’da; Evrenosoğulları, Arnavutlukta; Turhanoğulları, Mora’da; Malkoçoğulları da Silistre dolaylarında bulunurlardı.

Osmanlı’da akıncılar, merkezî idareye bağlı değildi, sınır boylarında ocaklar hâlinde teşkilâtlandırılmıştı. Her mıntıkanın kumandanı ayrıydı ve akıncılar mensup oldukları sülâlenin ismiyle anılırdı.

Akıncıların en yiğitleri ‘dalkılıç’ ve ‘serdengeçti’ adı ile anılırdı. Bunlar akıncıların fedai kısımlarıydı. Bu fedailerin düşman içine dalmak ve mahzûr bulunan bir kaleye girmek gibi çok zor görevleri vardı. Bu yiğitlerin çoğunun böyle bir vazifeden geri dönme ihtimalleri azdı. İhtiyar Cezzar Ahmet Paşa karşısında ilk yenilgisini tadan Napolyon’un şu sözleri, Osmanlı askerini anlamak açısından mânidârdır: “Osmanlı askerini dalkılıç olmaya mecbur edecek kadar sıkıştırmak el vermez, bir kere dalkılıç olmayı göze almış birkaç yüz adam meydana çıkarsa, mağlup olmamak mümkün değildir.’

Akıncılar, ordunun genellikle beş günlük mesafe ilerisinde yol alırlardı. Bir düşman ordusuna dalmak gerektiği zaman, bu vazifeyi yapacaklar ordudan ayrılır, düşmanı vurmak icabeden yere kadar giderler, âni ve şiddetli şekilde düşman saflarına dalarlardı. Bunun neticesinde düşman şaşırır ve bozguna uğrardı.

Düşmanın iktisadî ve mânevî yapısını alt üst ederek savaşın kazanılmasında önemli rol oynayan akıncıların akın taktiği şöyleydi: Akıncı ordusu belirli bölümlere ayrılır, ayrılanlar da daha küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederdi. Sefer yapılacak ülkede her birliğin ele geçireceği şehir ve kasabalar önceden kararlaştırılır, dönüşte birlikler gene belirli yerlerde, fakat daha önce ayrıldıkları mevkilerde olmamak üzere birleşerek, vatan topraklarına dönerdi. Bu durum düşman ülkesini korku içerisinde bırakırdı. Kasırgalar gibi esip geçen akıncıların, ne zaman, nerede ortaya çıkacakları hakkında yüzlerce söylenti çıkardı.

Devlet tarafından akıncıların isimlerini, eşkallerini ve tımara (toprağa) sahip olanların listelerini gösteren bir defter tutulurdu. Defterler iki nüsha hâlinde tanzim edilir, bunlardan biri merkezdeki defterhanede, diğeri de akıncıların bulundukları eyalet veya sancakların kadılıklarında muhafaza edilirdi. Böylece herhangi bir yolsuzluğa meydan verilmezdi. Her akın sonunda şehit veya malûllerin yerine, kuvvetli gençler akıncı olarak kaydedilirdi. Akıncılara tahsis edilen bir maaş yoktu. Elde ettikleri ganimetlerin 1/5’ini pençlik (humus) vergi olarak verdikten sonra, kalanlarla geçimlerini temin ederlerdi. Bazılarının ise tımarları (işleyebilecekleri toprakları) vardı.

Akıncıların atları hızlı, dayanıklı ve süratli olanlardan seçilirdi. Akıncılar sefere çıkarken yanlarında dört-beş at götürürler, yorulan atları konak yerlerinde bırakarak, hız kaybetmeden yollarına devam ederlerdi.Uzun mesafeleri, kısa sürede koşabilecek şekilde yetiştirilen ve birçok meziyeti olan akın atlarının eskisi kadar yetiştirilememesi, bu teşkilâtın zayıflama sebeplerindendir. Fetihler döneminin sona ermesi ve duraklama devrinin başlaması ile akıncılar görülmez olmuştur.

16. yüzyıl sonuna doğru sayıları 40 bine ulaşan akıncılar; 1595 yılında Koca Sinan Paşanın Eflak’ta Prens Mihal’e yenilmesi üzerine Tuna’nın öte yakasında kalan Tuna Köprüsü’nde Eflak voyvodasının top ateşine yakalanan akıncılardan sağ kurtulan olmadı. Bunun sonucunda akıncılık tarihe karıştı. Akıncıların yerini serhat kulu denen sınır boylarındaki tımarlı sipahiler aldı. Akın düzenleme görevi ayrıca Kırım hanlarına da verildi. Akıncı adı 1826 yılında resmen ortadan kalkmıştır.

Akıncıların parolası, “Yazılan gelir başa”ydı. Yazılan mademki başa gelecekti, ölümden korkmak niyeydi? Bu yiğitler gözlerini budaktan sakınmaz, her yerde şehadeti ararlardı. Gece âbid olan bu Hak fedaileri, gündüz birer arslan kesilirlerdi. Akıncılardaki ruh hâlini anlamak, Kur’an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde geçen, “Malınızla ve canınızla cihat edin.” âyetini kavramaya bağlıdır. Çiftçilerin ellerindeki tohumları toprağın altında çürümeyeceğine inandıkları ve ellerindeki tohumları tereddüt etmeden toprağın bağrına saçıp beklemeye durdukları gibi, akıncılar da yapmış oldukları güzel işlerin karşılığını mutlaka göreceklerine inandıklarından, hayatlarını Hakk’ı korumaya ve ülkelerini savunmaya adamışlardır. Evet herkes inandığı kadar gerilime geçecek, o kadar bu yola baş koyacak ve o kadar toprağın bağrına tohum saçacaktır.


Bir Aşiretten Devlet Kurduk

Mart 28, 2009

osmkurulusno8Vatan şairi Namık Kemal de Osmanlı İmparatorluğu’nın nüvesinin bir aşiret olduğu sadedinde, hürriyet kasidesi nam şahaeserinde bakın ne demiş:

Biz ol âlî-himem erbâb-ı cidd ü içtihâdız kim
Cihângirâne bir devlet çıkardık bir aşîretten

(Biz o yüce hamiyetli, çalışkan ve güçlü kişileriz ki bir küçük aşiretten dünyaya hükmeden bir devlet meydana getirdik)

İşte ulu ceddimiz cennetmekan Osman Gazi han Hazretleri’nin mensubu olduğu bu aşiretin iki anakolu vardır günümüzde. Bunların bir kısmı Batı Anadolu’da Söğüt civarında, diğer bir kısmı ise Güneydoğu Anadolu’da Şanlıurfa havalisinde yaşamaktadırlar. Şanlıurfa havalisinde yaşayanların bir kısmı Kürtleşmiştir.

Osmanlı Devletinin Kuruluşu (1299)
Kayı boyuna ait Ertuğrul Gazi yönetimindeki aşiret Anadolu Selçukluları zamanında Ankara dolaylarına yerleştirilmişlerdi. Sonraki süreçte Osman Bey idaresindeki kayı Türkleri Eskişehir ve Söğüt çevresine yerleştiler.

Osman Gazi Karacahisar İnegöl Yenişehir ve Bilecik yörelerini fethedince çevredeki Bizans tekfurları ordu kurdular Bu ordu, Osman Gazi idaresindeki birlikler tarafından Koyunhisar (Bafeon) Savaşında yenilgiye uğratıldı (1302). Böylece Osmanlılar ilk zaferlerini kazandılar.

Orhan Gazi Dönemi (1324–1362)

1.Bursa fethedildi ve başkent yapıldı.

2.İznik’in fethine girişildi. Bunu önlemek isteyen Bizans kralının kurduğu ordu Maltepe (Pelekonon) Savaşında yenilgiye uğratıldı (1329). Böylece Osmanlılar, Bizans devletiyle doğrudan yaptıkları bu savaşı kazandılar. Savaştan sonra İznik başkent yapıldı.

3.Bizansta taht kavgasına giren Kantakuze’ne yardım edildi. Bu yardım karşılığında Geliboludaki Çimpe Kalesi kazanıldı. Gelibolunun fethine girişildi. Kazanılan Tekirdağ dolaylarına Anadolu’dan getirilen Türkler yerleştirildi.

4.Karesi Beyilğine son verildi. Rumeliye geçiş yolu Çimpe kalesiyle birlikte açılmış oldu.

5.Divan teşkilâtı kuruldu. Yaya ve Müsellem (atlı) askerlerden ilk düzenli ordu kuruldu. Böylece beylikten devlete geçiş sağlandı.

I. Murat Dönemi (1362–1389)

1.Karamanlıların kışkırtması nedeniyle Ankara’yı idrelerine alan Ahiler’den Ankara geri alındı.

2.Rumeli’de yapılan Sazlıdere Savaşı kazanıldı. Bundan sonra Edirne fethedildi (1363)

3.Papalık Edirne’nin fethine tepki olarak propoganda yaptı Bunun sonucu balkanlı uluslar Haçlı Ordusu kurdular. Haçlılar Sırpsındığı Savaşında yenilgiye uğratıldı (1364).

4.Sırpların kurduğu haçlı ordusu Çirmen Savaşında yenilgiye uğratıldı. (1371)

5.Hamitoğulları Beyliğinden Toprak satın alındı.

6.Karamanlılar, Osmanlıların Anadoluya yönelmesine karşı çıktılar Osmanlıların yaptıkları savaşla karamanlılara üstünlüklerini kabul ettirdiler.

7.Balkanlarda bir Osmanlı akıncı birliği Ploşnik Savaşında yenilgiye uğratıldı. Bundan yararlanan Sırplar Osmanlıları Balkanlardan atmak için birleşik Haçlı ordusu kurdular. I. Murat, bu haçlı ordusunu I. Kosova Savaşında yenilgiye uğrattı (1389) Ancak Savaş sonunda I. Murat bir Sırplının saldırısıyla öldü.

Yıldırım Beyazıt Dönemi (1389–1402)

1.I. Murat’ın kararı üzerine hükümdar oldu. Taht kavgasına gireceğinden şüphelendiği kardeşi Yakup’u öldürttü.

2.Karamanlılar dahil Batı Anadolu’daki beyliklere son verdi. Böylece büyük ölçüde siyasi birliği sağladı.

3.İstanbul’u ilk kez kuşattı. Bunun üzerine Batı Avrupa uluslarının katılımıyla büyük bir Haçlı ordusu kuruldu. Yıldırım Beyazıt bu orduyu Niğbolu Savaşında yendi (1396).

4.Yıldırım Beyazıt Bizans’ı ikinci kez kuşattı. Karadenizden Bizans’a gelecek yardımları önlemek için Anadolu Hisarını (Güzelce Hisarı) yaptırdı. Kuşatma sürerken Doğu Anadolu’da Timur tehlikesi belirdi. Bunun üzerine Bizans’la anlaşma yapılarak kuşatma kaldırıldı. Bu anlaşmaya göre:
a)Bizans yıllık vergi verecek.
b)İstanbulda bir müslüman Mahallesi kurulacak
c)Haliç’e bir Osmanlı birliği yerleştirilecek.

Ankara Savaşı (1402)
Nedenleri

1.Timur’a topraklarını kaptıran Karakoyunlu ve Celayir hükümdarlarının Osmanlı Devleti’ne sığınmaları Timur’un bunları kendisine teslim edilmesini istemesi.
2.Yıldırım Beyazıt’ın, beyliklerine son verdiği Anadolu beylerinin Timur’dan yardım istemeleri.
3.Timur’un, kendi üstünlüğünün tanınmasını istemesi.
Ankara Savaşını Timur kazandı.

Sonuçlar
1.Anadolu’da siyasi birlik bozuldu. Bu durum savaşın en önemli sonucudur. Çünkü beylikler yeniden kurulmuştur.

2.Yıldırım Beyazıt öldü ve oğulları arasında taht kavgaları başladı.

3.Yıldırımın oğulları arasındaki taht kavgası döneminde (fetret devrinde) devlet dağılma tehlikesi geçirdi. 11 yıl süren bu kavgayı Çelebi Mehmet kazanmıştır.

Çelebi Mehmet Dönemi (1413–1421)
1.Bozulan devlet kurumlarını yeniden sağlamlaştırdı. Anadolu’da otoriteyi yeniden sağladı. Böylece devleti dağılmaktan kurtardı. Bu çalışmalarından dolayı Çelebi Mehmet devletin ikinci kurucusu sayılmıştır.

2.Ege denizinde Venediklilere ait Adalardan Anadolu kıyılarına saldırılar oldu. Bundan dolayı Venediklilerle ilk büyük savaşı yapıldı. Osmanlının deniz gücü zayıftı. Osmanlılar yenildi. Bizans’ın araya girmesiyle anlaşma yapıldı.

3.Fetret dönemindeki siyasi ve sosyal sorunları gerekçe gösteren Şeyh Bedrettin isyan çıkardı. Rumelide çıkan bu isyan bastırıldı. (1420)

4.Timur’un Semerkant’a götürdüğü Mustafa Çelebi geri dönerek taht kavgasına girdi. Mücadeleyi kaybedince Bizans’a sığındı. Bu kişinin gerçek Şehzade Mustafa Çelebi olmadığı iddia edildi. Bundan dolayı bu olaya “Düzmece Mustafa Olayı” denilmiştir.

II. Murat Dönemi (1421–1451)

1.Bizans Devleti Mustafa Çelebi’nin başlattığı taht kavgasını yeniden destekledi. II. Murat bu mücadeleyi kazandı. Mustafa Çelebi öldürüldü.

2.Karaman ve Germiyan Beyleri Osmanlının otoritesini sarsmak için II. Muratın kardeşi Şehzade Mustafa’yı taht kavgasına sürüklediler. II. Murat bu mücadeleyi kazandı.

3.Osmanlı orduları Balkanlarda Macarlarla yaptıkları savaşları kaybettiler. Bunun üzerine II. Murat barış istedi. Macarlarla Edirne Segedin Anlaşması imzalandı (1444). Anlaşmaya göre

a)10 yıl savaş olmayacak.
b)Tuna sınır sayılacak.

4.II. Murat iktidarı küçük yaştaki II. Mehmete bıraktı. Ancak devlet adamları arasında sorunlar çıktı. Macarlar anlaşmayı bozdular. II. Murat yeniden padişahlığa geldi. Macarlar Varna Savaşında yenilgiye uğratıldı (1444).

5.II. Murat iktidarı tekrar bıraktı. Yine aynı sorunlar çıktı. II. Murat tekrar padişahlığa geldi. Macarların yönetimindeki haçlı ordusunu II. Kosova Savaşında yenilgiye uğrattı (1448). Balkanlı uluslar bir daha saldırı düzenlemediler. Böylece Osmanlıların Balkanlara yerleşmesi kesinleşmiştir.