Apartman Yöneticisinden Kapıcıya Başörtüsü Yasağı

Haziran 7, 2009

“Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana; şeref ekmek bulamazken, şerefsiz bulur.” diye boşuna dememişler. Gariban kapıcılnın yönetici denen köpekten çektiği çile; Sonunda ellerini başörtüsüne kadar uzattılar. Yeter artık bıçak kemiğe dayandı. Ulan şerefsiz köpekler, sabetaist, dönme namertler! Siz kimin ülkesinde kime racon kesiyorsunuz!!!

Olay Eskiizmir Caddesi’ndeki Öz-Ter Apartmanı’nda yaşandı. Çorumlu Naki Seriner, 2002 yılında göç ettiği Çeşme’de güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Çocuklarının okul problemi baş gösterince geçen yıl İzmir’e taşındı ve 4 Ağustos’ta Öz-Ter Apartmanında işe başladı. Yöneticisi Figen Tüzün, kendisini işe alırken söz konusu sözleşmeyi imzalattı. Aradan 1 yıl bile geçmeden de görevine son verdi. Naki Seriner, İzmir 4. Noterliği’nden gelen 28 Mayıs 2009 tarihli ihbar mektubuyla şaşkına döndü. ‘İş akdinin sona erdirildiği’ tebliğ ediliyordu. Kanunen 4 ay olması gereken ihbar tazminatının 4 hafta şeklinde ödeneceği bildiriliyor, 15 gün içinde apartmandaki daireyi tahliye etmesi isteniyordu. Gerekçe olarak İş Kanunu’nun 25. maddesini ihlal etmesi gösteriliyordu. Ancak Seriner, işsiz kalmasını yönetmeliğe bağlıyor. Yöneticinin daha önce kendilerini ziyarete gelen annesine tepki gösterdiğini, kıyafetini beğenmediğini ileri sürüyor. “Üç ay önce eşimin ağabeyi ve eşi bizi ziyarete gelmişti. Yönetici, yengemizin başörtüsünü problem yaptı, çıkarmasını istedi. Birkaç günlüğüne gelen misafirlerin, uzun süre kalmamasını talep etti. Başörtüsü takmamalarını, gerekirse gelip başından alacağını söyledi. Ben de polise gittim ama bir işlem yaptırmadım. İşten kovulmamızın başlangıcı bu olaydır.” diyor.

kullan

Yönetici Figen Tüzün ise yönetmelikteki hükmü savunuyor. Bunun özel bir şart olduğunu, sözleşmenin okutularak imzalatıldığını ve kapıcının o şekilde işe başlatıldığını anlatıyor. Kapıcının akrabalarının binaya gelerek uzun süre kalamayacağını dile getiren Tüzün, Naki Seriner’in kendisine saygısızlık ettiğini, kapısını tekmelediğini iddia ediyor. Tüzün, ‘Türbanı siyasî simge olarak mı algılıyorsunuz?’ sorusuna, ‘bazı kişilerin taktığı tuhaf şeyler olduğunu, bunların hoş olmadığını ve bir kadın olarak yakıştıramadığı’ karşılığını veriyor. Apartmana başörtülü gelenlere de karışmadığını vurguluyor. Apartman sakinleri ise yöneticiye itaatsizlik sebebiyle kapıcının işine son verildiğini söylüyor.

4857 sayılı İş Kanunu’nun ‘Eşit Davranma İlkesi’ başlıklı 5. maddesi, iş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılmasını yasaklıyor.

EDİTÖRÜN NOTU: NE KAMUSAL ALANI LAN? ALLAH HER YERDE! YİĞİDİM MUHTAÇ OLMUŞ KURU SOĞANA, DÜŞMÜŞ NAMERTLERİN OCAĞINA…. ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM!

Aklı Başında Bir Arkadaşın Notu:

Apartman yöneticisi (!) olmakla kendini anayasa koyucu zanneden bu tür zavallıların ortak özellikleriini sayayım; -Egoları çok aşırı derecede gelişmiştir, -Toplumda, iş hayatında başarı gösteremediklerinden bu zayıflıklarını kapıcılar gibi savunmasız hedeflere yönlendirirler. -Zayıf karakterli olduklarından egolarını tatmin için sürekli zayıf hedef fırsatları ararlar -Moderniteyi anlayışları : Beyinsel üretkenlikleri olmadığından moderniteyi basitçe”Şekilciliğe” indirgeyip lafı türbana getirirler


Adres Bildirimi Yapmayanlara 322 TL Ceza!

Mayıs 1, 2009

15 Mayıs 2009 tarihinden itibaren,adres bildirimi yapmayanlardan 322 TL, gerçeğe aykırı adres beyanında bulunduğu tespit edilenlere ise 646 TL İdari para cezası uygulamasına başlanıyor..

15 Mayıs 2009 tarihinden itibaren, adres bildirimi yapmayanlardan 322 TL,gerçeğe aykırı adres beyanında bulunduğu tespit edilenlere ise 646 TL İdari para cezası uygulamasına başlanıyor..

26.04.2006 tarih ve 5490 sayılı yasa ile Adres Bildiriminin yapılması zorunlu hale getirilmiş ve Bildirimin 20 Günlük süre içerisinde yapılmaması halinde 322 TL,Gerçeğe aykırı Adres Beyanı halinde ise 646 TL Ceza uygulaması Başlıyor.

29.04.2006 tarih ve 26153 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 26.04.2006 tarih ve 5490 sayılı yasa ile yerleşim yeri adresinin bildirilmesi zorunlu hale getirilmiş ve ilgili yasa hükümleri gereği elektronik ortamda ulusal adres veri tabanının oluşturulması, nüfus kayıtları ile adres bilgilerinin ilişkilendirilmesinin sağlanması görevi ile Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü görevlendirilmişti.

26.04.2006 tarih ve 5490 sayılı yasa ile Adres bildirimi zorunlu hale gelen vatandaşlardan 20 gün içerisinde bildirim yapmayan veya Gerçeğe aykırı beyanda bulunanlardan tahsil edilmesi gereken maddi para cezalarının tahsil yöntemi ile ilgili çalışmalar sürdürülüyor.5490 sayılı yasanın 50. maddesi gereği Adres Bildirim yükümlülüklerini yerine getirmeyen vatandaşlardan 322.TL, gerçeğe aykırı beyanda bulunanlara de 646 TL idari para cezası kesilmesi gerektiği ancak ‘’Tebligat Kanunu’’Hükümleri gereği bu cezanın ilgililere ne şekilde tebliğ edileceği tartışma konusu. Olması ve ‘’Kabahatler Kanunu ‘’ gereği Cezanın tahsilatının yapılabilmesi için Tebliğ zorunluluğu bulunması nedeniyle Bugüne kadar tahsil edilmeyen bu ceza uygulamasına,20.04.2009 tarihinden itibaren Ceza uygulamasına başlanması için Nüfus Müdürlüklerine talimat verildiği bildirildi.

Yerleşim yeri adreslerinin tutulmasında kişilerin yazılı beyanı esas alınacak. Bildirim, nüfus müdürlüklerine ve dış temsilciliklere adres beyan formuyla yapılacak. Yerleşim yeri adresi aynı konut olan ailenin ergin fertleri birbirlerinin yerine adres beyanında bulunabilecekler.

Noterden verilen temsil yetkisini ve bunun kapsamını belirten yazılı belgeyi ibraz edenler kişilerin adresleri ile ilgili beyanda bulunabilecek.

Çocukların ve kısıtlıların adresleri veli, vasi, kayyım, bunların bulunmaması halinde, çocuğun büyük ana, büyük baba veya ergin olan kardeşleri ya da çocuğu yanında bulunduranlar tarafından bildirilecek.

Huzur evi, yetiştirme yurdu, cezaevi, öğrenci yurdu gibi yerlerde kalanların adreslerinin bildirimleri ilgili kurum yetkililerince, bildirim yapamayacak durumda olan kimsesizlerin bildirimleri ise muhtarlar tarafından yapılacak.
Vesayet altındakilerin yerleşim yeri adresleri, bağlı bulundukları vesayet makamınca bildirilecek.

Adres bildirimi şahsen, posta veya elektronik posta ile yapılabilecek. Vatandaşların adreslerini nüfus müdürlüklerine bildirmeleri ve Adreslerinde meydana gelebilecek değişiklikleri de en geç 20 gün içerisinde en yakın nüfus müdürlüğüne bildirmekle yükümlü kılındı ve Adres bildiriminde bulunmayanların veya yanlış adres beyanında bulunan vatandaşların da maddi para cezası ile cezalandırılması hükme bağlandı.

26.04.2006 tarih ve 5490 sayılı yasa ile Mülkî idare amirince bu Kanunun 50 inci maddesinde belirtilen yükümlülükleri yerine getirmeyen kişilere 322 YTL, gerçeğe aykırı beyanda bulunanlara 646 YTL idarî para cezası verilmesi hükmü getirildi.

Yurt dışında verilen idarî para cezaları, işlem sırasında mahallî para karşılığı verildiği ülkede konsolosluk hâsılatının tahsil edildiği para birimi üzerinden tahsil edilecek.

Bu Kanuna göre;

a) Her türlü doğal afet, gasp, hırsızlık, yangın ve terör nedeniyle nüfus ve aile cüzdanlarının kaybedilmesi, nüfus olaylarının bildirim yükümlülüğünün yerine getirilememesi hallerinde, bu maddede belirtilen idarî para cezaları uygulanmaz. Denilerek, bu nedenle vatandaşların Adreslerini 20 gün içerisinde adlarına kayıtlı bulunan Elektrik, su veya telefon faturalarından biri ile en yakın Nüfus müdürlüklerine başvurarak Adres bildirimini yapmaları ve adres değişikliklerinde de aynı yöntem ile adres değişikliklerini kütüklerine işlettirmeleri gerekmektedir. Vatandaşların cezalı duruma düşmemesi için mutlaka adres beyanında en geç 20 gün içerisinde bulunmaları gerektiği yetkililer tarafından hatırlatıldı. Yetkililer,Sistem sayesinde, Yerleşim yeri adres belgeleri ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, adres bileşenleri ile tanımlanmış tüm adreslerin tutulduğu Ulusal Adres Veri Tabanı (UAVT) bilgileri, nüfus kütüklerindeki kişi kayıtları ile ilişkilendirilerek, Kimlik Paylaşım Sistemi (KPS) üzerinden kurumların istifadesine sunulacaktır.Ülke genelinde tüm kurumlara, adres ile ilgili iş ve işlemlerde bu bilgileri kullanma zorunluluğu getirilmiştir. Adres bilgilerinin kurumlarla paylaşılması güvenlik, ekonomi, sağlık ve eğitim başta olmak üzere değişik alanlarda hizmet veren kurumların çalışmalarına temel teşkil edecek ve kişilerin hayatını kolaylaştıracaktır.

Adres Kayıt Sisteminin amacına ulaşabilmesi, adrese ilişkin bilgilerin güncel ve sağlıklı olarak tutulması adres değişikliklerinin zamanında ve doğru olarak bildirilmesi ile mümkündür. Kişilerin yerleşim yeri (İkamet ) ve diğer adreslerini şahsen bildirmeleri esastır. Bu bildirimler; İlçe Nüfus Müdürlüklerine, Dış Temsilciliklere, Adrese dayalı hizmet alınacak kurumlara ( belediye, elektrik ve su idareler) 20 iş günü içinde şahsen, iadeli taahhütlü posta, kargo veya sayısal imza kullanılarak yapılabilecektir. Kamu hizmetlerinde ve resmi işlerde bu sistemde kayıtlı adresler esas alınacağından, vatandaşların hizmetlerden hızlı ve etkin yararlanabilmeleri için Adres değişikliklerini Nüfus Müdürlüklerine 20 iş günü içerisinde bildirmeleri gerekmektedir. “dedi.

Kalaycı, engellilik, yaşlılık, hastalık gibi beyanda bulunmaya engel hali bulunanlardan yerine beyanda bulunabilecek yakını olmayan kimselerin adres kayıtlarına ilişkin bildirimleri; bağlı bulunduğu mahalle ve köy muhtarı nüfus müdürlüklerine bildirmekle yükümlü olduklarını söyledi. Kalaycı, açıklamasında şu bilgileri verdi: “Adres Kayıt Sisteminde Gerçeğe aykırı yerleşim yeri veya Cüzdan Talep Belgesi veren Köy veya Mahalle Muhtarları ile her hangi bir işlem sebebiyle nüfus müdürlüğüne gerçek dışı beyanda bulunanlar ve bunlara tanıklık edenler altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ayrıca bildirim yükümlülüğünü yerine getirmeyen kişilere 322 TL, gerçeğe aykırı beyanda bulunanlara 646 TL idari para cezası verilecektir. Bu nedenle, Adres Kayıt Sistemine kaydını yaptırmayan vatandaşlarımızın bir an önce yerleşim yeri Nüfus Müdürlüğüne uğrayarak Adres Kayıt Sistemine kaydının yapılması için bildirimde bulunmaları gerekmektedir.”denildi.


AK Parti'nin Seçim Sonucuna İtirazına Red

Nisan 1, 2009

Kütahya’nın Simav Demokrat Parti ilçe Başkanı Mehmet Yörük, belediye başkanlığı seçim sonuçlarına itiraz eden iktidar partisi AK Parti’nin itirazının İlçe Seçim Kurulu tarafından reddedildiğini bildirdi.

Yörük, AK Parti’nin 29 Mart Pazar akşamı oyların yanlış sayıldığı gerekçesiyle İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı’na yaptığı itirazın söz konusu kurul tarafından incelendiğini ve reddi yönünde karar verildiğini ifade etti.

Yazının devamını oku »


Kütahya Tarihi

Mart 28, 2009

1-TÜRKLERDEN ÖNCE KÜTAHYA:

Anadolu ‘nun eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kütahya ’nın kuruluş tarihini kesin olarak belirlemek mümkün olmamıştır. Ancak tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Sırasıyla Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya ve Bergama krallıklarının hakimiyetinde bulunmuş daha sonra Roma İmparatorluğu ve onun ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir.

Eski kaynaklara göre; Kütahya ’nın Antik Çağ’ daki adı Katiaenion’dur. Ünlü Antik Çağ coğrafyacısı Strabon ’a göre bu ad “Kotis’in Kenti” anlamına gelmektedir. Kotiaeion adı temel sözcük aynı kalmak şartı ile, farklı dönem ve yazılışlara göre “Kotiaion”, “Cotyaeum” ve “Cotyaium” olarak da kullanılmıştır. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilin tarihi MÖ VI. yüzyıla dayanmaktadır. İl toprakları içinde yerleşen en eski halk Frigler’dir. MÖ 1200 yıllarında, Anadolu’ ya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğu’nun topraklarına girdiler. MÖ 676’da Kimmerler Frigya Kralı III. Midas’ı bozguna uğratarak, Kütahya ve çevresine egemen oldular.

Makedonyalı Büyük İskender ‘in tarih sahnesine çıkması ve Persleri mağlup ederek Anadolu ‘yu hakimiyeti altına almasıyla Kütahya el değiştirmiştir. (M.Ö. 333) Büyük İskender ‘in genç yaşta ölmesi üzerine imparatorluk parçalanmış ve Kütahya İskender ‘in kumandanlarından Antigonos ‘un eline geçmiştir.

M.Ö. 278 yılında Bitinya Krallığı Kütahya ‘yı topraklarına katmış ve daha sonra da Bergama Krallığını eline geçirmiştir. M.Ö. 62 yılında Sezar ‘ın damadı Pompoeus Kütahya ‘yı Roma İmparatorluğu topraklarına katmıştır. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Kütahya Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir. Kütahya, Romalılar zamanında hiristiyanlığın önemli merkezlerinden birisi haline geldi. Takibata uğrayan hiristiyanlar Kütahya ‘ya sığındılar. Putperest Roma şehrin tahsisatını kesti ve şehir ihmale uğrayarak bir süre bakımsız kaldı.

Roma ‘nın hiristiyanlığı resmen kabul edilmesinin ardından piskoposluk merkezi oldu. Bizans döneminde ise Kütahya ‘nın önemi çok arttı. Bizanslılar şehre hakim ve kale inşasına elverişli buldukları sarp tepeye burçlar ile tahkim edilmiş iki kat sur içinde bir şato yaptılar. Bu şato, Germiyanoğulları ve Osmalılar döneminde yapılan Kütahya Kalesinin esasını teşkil etmiştir.

Malazgirt’ te Sultan Alparslan yenilen Romanos Diogenes tahtını geri almak için giriştiği mücadelelerde yenilip esir düşünce, Kütahya ‘ya getirilip gözlerine mil çekilerek hapis edilmişdir. (Romanos daha sonra sevk edildiği Kınalı Ada ‘da vefat etmiştir.)

2-KÜTAHYA ‘NIN TÜRK HAKİMİYETİNE GİRMESİ:

Malazgirt Muharebesinden sonra Türkler, hızla Anadolu ‘nun fethine giriştiler. 1071 yılından sonraki bir kaç yıl içinde Anadolu ‘nun hemen hemen tamamı Türkler tarafından fethedildi. Anadolu Selçuklu Devleti ‘nin ilk hükümdaro Kutalmışoğlu Süleyman Şah ‘ın kardeşi Melik Mansur, 1074 yılında Kütahya ‘yı fethetti. Kütahya, Anadolu Selçuklu Devleti ‘nin bir uç şehri oldu.

Yirmi yıl kadar Türk hakimiyetinde kalan Kütahya, 1096 yılında başlayan Birinci Haçlı Seferi sonunda tekrar Bizans İmparatorluğu hakimiyetine geçti. (1097)

Sultan 2.Kılıçarslan 1182 yılında yeni bir fetih hareketine girişerek Uluborlu ve Kütahya ‘yı ikinci defa topraklarına kattı.

Sultan 2.Kılıçarslan ‘ın, ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırması sırasında Kütahya, Gıyaseddin Keyhüsrev ‘in hissesine düştü. Daha sonra kardeşler arası taht kavgaları sırasında durumdan yararlanan Bizans, Kütahya ‘yı ele geçirdi ise de Sultan Alaattin Keykubat zamanında Selçuklu kumandanlarından İmaüddin Hezar Dinarı tarafından üçüncü defa ele geçirildi. (1230)

Uzun yıllar “Kale Muhafızı” olarak Kütahya ‘da kalan Hezar Dinarı Kütahya ‘nın imarına çalışmış, bir çok eser bırakmıştır.

Kütahya ‘nın Melik Mansur tarafından fethedildiği yıllarda şehir Büyük Selçuklu İmparatorluğuna bağlı bulunuyordu. Melik Mansur ‘un Büyük Selçuklu İmparatorluğu hükümdarı Melikşah’ a karşı ayaklanması üzerine Melikşah Ümera’ dan Emir Porsuk Bey komutasında bir ordu göndermiş, yapılan savaşta Melik Mansur öldürmüştür. (1090)

Bu olaydan sonra Emir Porsuk Bey kuvvetleri Kütahya ‘da yerleşti. Porsuk Bey bir müddet Kütahya ‘da “Kale Muhafızı” olarak görev yapmıştır. Kütahya ‘nın önemli akarsularından Porsuk Çayı ‘nın adı buradan gelmektedir.

3-GERMİYANOĞULLARI DÖNEMİNDE KÜTAHYA:

“Germiyanlı” Türk aşiretlerinden birinin adı iken sonradan bir beyliğin ve ailenin adı olmuştur. Aşiretin ilk tarihi şahsiyeti olarak, baba İshak isyanı sırasında Malatya ‘da faaliyet gösteren Alişir oğlu Muzafferüddin ‘in adına rastlanır. Germiyanlı sülalesinden Kerimüddin Alişir ‘in adı, Selçuklu saltanat mücadelesinde Moğollar tarafından Müinüddin Süleyman Pervane ‘nin şikayeti üzerine öldürülen Selçuklu emirleri arasında geçer.

Malatya taraflarında bir bölgeye “Germiyan” adı verildiği Selçuklu ve Bizans kayıtlarında belirtilmektedir. Germiyanlı adının Malatya taraflarından Batı Anadolu ‘ya gelen bu aşirete bu nedenle verildiği (Kütahya’ lı gibi) tahmin edilmektedir.

Germiyanlı Beyliğini kuran Yakup Bey, Moğollar tarafından öldürülen Kerimüddin Alişir Bey’ in oğludur. Kendisi Anadolu Selçuklu Sultanı 3.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında devletin ileri gelen emirlerinden birisiydi. Görev sahası Ankara ve civarı idi.

3.Alaattin Keykubad’ a bağlı iken 1300 yılında bağımsızlığını ilan etmiş, Kütahya merkez olmak üzere beyliğini kurmuştur. Beyliğin ilk müstakil idarecisi olan Yakup Bey devri (1300-1340) Germiyanoğulları’ nın en güçlü dönemini oluşturur. Yakup Bey’ in hakim olduğu topraklar, bazı kaynaklarda Yakup-ili adıyla adlandırılmıştır.
Bazı kaynaklarda Bizans ‘ın Yakup Bey devrinde Germiyanoğullarına yıllık 100.000 dinar vergi ve hediyeler gönderdikleri belirtilir. Yakup Bey’ den sonra yerine oğlu Mehmet Bey (1340), onunda 1361 yılında ölümü üzerine yerine oğlu Süleyman Şah geçti.

Osmanlı Sultanı 1.Murat, oğlu Şehzade Beyazid’ e Süleyman Şah’ ın kızı Devlet Hatun ‘u istemek üzere bir heyet gönderdi. Süleyman Şah’ da cevabi bir mektupla devrin ileri gelen alimlerinden İshak Fakih’ i Osmanlı başkentine gönderdi. İshak Fakih’ in getirdiği hediyeler arasında meşhur Germiyanlı atları, Denizli bezleri ile altın ve gümüş eşyalar bulunuyordu.

Süleyman Şah, kızının çeyizi olarak Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı ‘yı Osmanlılara bıraktı. Kendisi Kula ‘ya çekildi.1381 yılında yapılan düğünden sonra Şehzade Beyazid Kütahya Sancağına idareci olarak gönderildi.

Ancak Kütahya, Ankara Savaşından sonra tekrar Germiyanoğulları ‘nın hakimiyetine geçti. (1402) Bu sefer beyliğin başına II.Yakup Bey vardı. Bu durum II.Yakup Bey ‘in 1429 yılında ölümüne kadar sürdü.Yakup Bey ‘in vasiyeti üzerine Germiyan ülkesi Osmanlı hakimiyetine geçti.

Kütahya, Germiyanoğulları zamanında tarihinin en parlak devirlerinden birini yaşamış, iktisadi ve fikri bakımdan büyük gelişmelere sahne olmuştur. Beyliğin merkezi olması sebebiyle Kütahya ‘da bir çok mimari eserler inşa edilmiş, şair, edip ve fikir adamları bu şehirde toplanarak eserler kaleme almışlardır.

4-OSMANLILAR DÖNEMİNDE KÜTAHYA:

Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Kütahya bir “Sancak Merkezi” oldu. I.Murad’ ın oğlu ve Germiyan Beyi Süleyman Şah ‘ın damadı olan Bayezid ‘de Kütahya Sancak Beyi olarak görevlendirildi.

Osmanlı Devletinin Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa 1451 yılında beylerbeylik merkezini Kütahya ‘ya taşıyarak buraya yerleşti. Kütahya uzun süre beylerbeylik merkezi olarak kaldı.

Timur Ankara savaşından bir hafta sonra Kütahya’ ya gelmiş, çok sevdiği bu şehirde bir ay kalmıştır.

Kütahya’ da bulunan Ulu Camii ‘nin ilk şekli Yıldırım Beyazid tarafından yaptırılmıştır. Kayıtlarda Ulu Camii ‘nin adı “Yıldırım Han Camii” olarak da geçer.

Anadolu tarafına yapılan seferlerde Osmanlı ordusunun toplantı yeri ve aynı zamanda önemli bir uğrak yeri olan Kütahya önemli eserlerle de donatılmıştır. Tarihte bilinen en eski toplu iş sözleşmesi 13 Temmuz 1766 tarihinde Kütahya ‘da imzalanmıştır. O dönem Kütahya Valisi Ali Paşa’ nın huzurunda yapılan görüşmeler sonucunda işveren ile işçiler arasında anlaşmaya varılmış, çırak, kalfa ve ustaların ücretleri ayrı ayrı belirtilmiştir. Söz konusu anlaşmada bahsedilen işçiler çinicilerdir.

Kütahya adı Mısır Valisi Ali Paşa ile Osmanlı Devleti arasında yapılan savaşlar sonunda 1833 yılında yapılan anlaşma ile uluslararası alanda duyulmuştur. Zor durumda kalan Osmanlı Devleti ‘nin Rusya ‘dan yardım istemesi üzerine, Osmalı Devleti üzerinde Rus nüfuzu olmasını istemeyen İngiltere ve Fransa, Mehmet Ali Paşa ‘yı ikna ederek Kütahya Anlaşmasının yapılmasını sağlamışlardır.

1848 ihtilalleri neticesinde başlayan Macar Milli Hareketi, Avusturya ve Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılınca, hareketin liderlerinden Kossuth Lajos, Bathyayi ve Mesrares 1849 ‘da Osmanlı Devletine sığındılar. Rusya ve Avusturya’ nın baskılarına rağmen Osmanlı Devleti mültecileri geri vermedi. Kossuth (Koşut) ve maiyeti Kütahya’ ya yerleştirildiler. 1851 yılına kadar Kütahya’ da kaldılar. Kaldıkları ev bugün müze haline getirilmiştir ve ziyaretçilere açıktır.

5-MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA KÜTAHYA:

İzmir ‘in 15 Mayıs 1919 ‘da Yunanlılar tarafından işgali ve düşman kuvvetlerinin Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlaması üzerine bütün yurtta olduğu gibi Kütahya’ da da Kuvayi Milliye teşkilatı kuruldu ve 20 Eylül 1919′ da faaliyetlerine başladı. Kurulan teşkilat halktan maddi ve manevi büyük destek gördü. Teşkilat başkanı askeri şube reisi Nüzhet Bey ‘di.

Çerkez Ethem Bey’ in maiyetindeki müfreze kumandanlarından Piriştineli İsmail Hakkı Bey, Kütahya’ ya gelerek “Müdafaai Hukuk Merkezi” ile müştereken faaliyet göstermeye başladı. Silah, cephane ve para tedarikine ve asker toplanmasına başlandı. 21 Temmuz 1920′ de başlayan çalışmalar sonucunda kısa süre sonunda “Kütahya Milli Taburları” teşkil edildi. 6 Ağustos 1920′ de Afyon’ da bulunan Mustafa Kemal Paşa, İsmail Hakkı Bey’ in daveti üzerine Kütahya’ ya geldi ve tren istasyonunda “Kütahya Milli Alayını” teftiş ederek takdirlerini bildirdi. Kütahya’ da birkaç saat kalan TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, ayrılırken, Mutasarrıf Said Bey’ e Kütahya halkına karşı takdirlerini bildiren bir yazı vermiştir.

KÜTAHYA MUTASARRIFI SAİD BEYEFENDİYE

Büyük Millet Meclisinin selam ve ihtimamını muhterem halkımıza, kahraman orduya ve hamiyetkar memuriyne tebliğ etmek üzere Kütahya’ yı dahi ziyaret eden heyetimiz, burada gördüğü mefhabetbahş ve itmi’nannaver tezahüratı samimiye ve aliyeden dolayı fevkalade müftehir ve mesrurdur. Vatansever Kütahya ahalisinin mali fedakarlığı, maddi ve manevi himemat ve mesaisiyle beş on gün zarfında ihzar ve techiz edilen binlerce mevcuda baliğ kıtaatı askeriyenin giriştiğimiz dini, milli, vatani mücadelede muzafferiyetimizi temin edecek kahraman bir zümre olarak isbat-ı fedekari edeceğinizden eminiz. Gerek zat-ı alileriyle Müdafaai Huku gayyürüyesini gerek umum Kütahya halkının mucib-i mübahhat olan himematından dolayı hissettiğimiz şükranı, Büyük Millet Meclisi namına beyan ile arz-ı veda eder ve iş bu ihtisasat-ı mahmedefkaranemizin aynen bütün ahaliye tebliğ buyurulmasını rica ederiz..

6 Ağustos 1336 (1920)

Büyük Millet Meclisi Reisi
M.Kemal

Kütahya-Eskişehir muharebeleri sırasında hazırlıklarını henüz tamamlayamamış olan Türk ordusunun muharebe şartları gereği Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi sonucunda 17 Temmuz 1921 tarihinde Kütahya Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu karanlık günler çok sürmedi. yaklaşık bir yıl sonra 26 Ağustos 1922 ‘de başlıyan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos tarihinde yapılan Başkumandan Meydan Muharebesi sonucunda Yunan ordusu dağıldı. Aynı gün (30 Ağustos 1922) Türk birlikleri Kütahya ‘ya girdi. Böylelikle işgal devresi sona erdi ve Kütahya ebediyyen Türk hakimiyetine girdi.


Kıble Yürekli, Gül Yüzlü, Hilal Bakışlı Bir Güzel İnsan Tanımıştım

Mart 28, 2009

Şeyh Edebalı’nın dediği gibi “İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler…” Kendilerine tahsis edilen ömrü tamamladıktan sonra, bu fânî dünyadan göç edip, bâkî âleme vâsıl olurlar… Bu insanların büyük çoğunluğu; hayata, maneviyata, edebiyata, sanata, ilme, irfâna ve zamana dâir önemli izler bırak/a/madıkları için, geceye misafir olan akşamla birlikte unutulup giderler… İnsanlar vardır, semânın dilinden ilhâm alarak konuşur ve yürekleri fethederler… Meskeni, gönül bahçesi olan bu insanlar, diri bir yürek kaldıkça unutulmazlar… Bu insanlar; yaptıkları, yaşadıkları ve yaşattıklarıyla toplumun hâfızasında derin izler bırakır; geceye karışıp gitmez, nisyâna terk edilmez, geceleri yırtan müjdeli bir şafak gibi hayâtiyetlerini devam ettirirler…

Yazının devamını oku »


Tebliğ İnsanının Ruh Portresi

Mart 26, 2009

1. HASSASİYET

Tebliğ insanı ızdıraplıdır; insanların doğru yoldan sapması, Allah’ın emirlerini çiğneyip O’na baş kaldırması, tebliğ insanını tâ can evinden vurur. İrtidatlar, onu iki büklüm eder ve tebliğ adına çaresiz kalıp eli kolu bağlandığı anlar, onu çileden çıkarır ve ona hafakanlar yaşatır. Kur’ân, Efendimiz (s.a.s)’e hitaben: “Onlar îman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın” (Şuara, 26/3) derken, Allah Resûlü’nün tebliğ adına çektiği ızdırabı ve bu ızdıraptan doğan ruh hâlini resmeder. Esasen ızdırabının keyfiyet ve durumuna göre bu ruh hâli, her tebliğ insanında vardır ve olması da gerekir.

Yazının devamını oku »


Şefkat

Mart 26, 2009

Tebliğ insanı, her şeyden evvel bir şefkat kahramanı olmalıdır. O, kaba kuvvet kullanarak hakkı kabul ettirme gibi bir yanlış yola tevessül etmemelidir. Zaten Allah (c.c)’a îmanın kalbte oturaklaşması da böyle bir yolla asla mümkün değildir. İrşâdda şefkat, kalb ve gönülleri eritir; muhatabın gönlünü Allah ve Resûlü’nü kabule hazır hâle getirir.

Tebliğ adamı, muhatabını ikna ederek inandırır, ilmiyle yoğurur ve faziletleriyle kendine cezbeder. Tebliğ insanını gören ve onunla tanışan herkesin, onu faziletlerle donatılmış bir abide şahsiyet olarak görüp kabullenişleri, onun söylediklerinin kabulünde tesiri, inkâr edilemeyecek kadar açıktır. Korkutulan kitleler, meseleleri despot bir hava içinde sergileyenlerin şahsında, onların tebliğ etmek istedikleri hakikatlerden de ürkerler. Tebliğ edilen hakikatler, ne kadar sıcak ve ne kadar can alıcı da olsa, anlatanlardaki soğukluk dinleyenler üzerinde olumsuz tesir icra edecektir.

Böyle bir davranış ise fayda değil, sadece zarar getirir. Hiç kimsenin de insanları kendi hatalarından dolayı İslâm’dan soğutmaya ve ürkütmeye hakkı yoktur.

Yazının devamını oku »


Muhatabın Tanınması ve Anlayış

Mart 26, 2009

a) Muhatabın Tanınması

Tebliğ insanı, muhatabının durumunu yakından takip etmeli ve onun hatalarına karşı anlayışlı davranmalıdır. Mü’mine karşı gösterilecek anlayış, mürüvvet; küfür ve ilhad ehline karşı gösterilecek anlayış ise, basiret, kiyaset ve dirayet şeklinde olmalıdır. O, bunları kullanarak muhatabının gönlüne ve mantığına girerek, anlatmak istediği meseleleri bir taraftan sevdirip, bir taraftan da kabul ettirebilir.

Evet, irşâd ve tebliğde bulunan kimseler, muhataplarının durumlarını çok iyi bilmeli ve onları kaçırıcı, nefret ettirici tutum ve davranışlardan fevkalâde sakınmalıdırlar. Bir kere tebliğcinin sunduğu şeyler hep kudsî mefhumlardır. Allah’ı, Resulü’nü, Kitabı’nı ve âhiret gününü insanlara sevdirmek durumunda olan bir insan, her hâlde vazifesinin ne olduğunu bilmeli ve davranışlarını da ona göre ayarlamalıdır.

Yazının devamını oku »


İman ve Tebliğ Münasebeti

Mart 26, 2009

a) Tebliğ ve Hayat

“Yaşadığını anlatmak, anlattığını da mutlaka yaşamak” bir tebliğ adamının en önemli prensiplerinden biri olmalıdır. Zira tebliğ insanı hakikî mü’min olma yolundadır. Hakikî mü’min ise, iç ve dış bütünlüğüne ermiş insan demektir. Böyle birinin hayatında iç ve dış çatışması söz konusu değildir. İkili (düal) yaşama, düpedüz bir münâfıklık sıfatıdır. Bu mezmum ahlâk ise, gerçek bir tebliğ adamında asla bulunamaz; bulunmamalıdır da. Zira mü’min olmak ona, her zaman ve zeminde ancak ve ancak yaşadıklarını söyleme gibi yüce bir ahlâk ufkunu, göstermektedir.

Ayrıca tebliğ adamı, yaşanmayan sözlerin, nasihatlerin, ma’şerî vicdanda herhangi bir müspet tesir icrâ etmeyeceğini de bilmelidir. Evet, samimî olmayan söz ve davranışlara Allah (c.c) yümün, bereket ve tesir lutfetmez. Bazen, birtakım yarı samimî ya da gayr-i samimî kimselerin hizmetlerinde tesir ve muvaffakiyet görülse de, bu tamamen alternatifsizlikten kaynaklanan bir durumdur ve geçicidir. Bazen böyle bir durumun tahakkuk etmesi, ya o anda daha samimî insanlar mevcut olmadığından veya samimî olanlar henüz bir câzibe merkezi oluşturamadıkları içindir.

Yazının devamını oku »


Ücret ve Ücret Talebi

Mart 26, 2009

Tebliğ insanı, yaptığı bu kudsî vazife karşılığında hiçbir ücret talep etmemelidir. Bu ücret, ister maddî ister manevî ve ruhî olsun, mutlak surette ihlâs ve samimiyete gölge düşürür. İhlas ve samimiyete gölge düştüğü zaman da, o işin tesiri kırılır. Hatta değil maddî ücret karşılığında tebliğ yapılması, yapılmakta olan tebliğden manevî bir haz ve lezzet alınmasının dahi, tebliği samimi olmaktan çıkaracağı endişesi taşınmalıdır. Hele bir de o işin içine maddî menfaat girerse, samimiyet tamamen ortadan kalkar ve artık yapılan bu işe de asla tebliğ denmez; denemez. Kur’ân-ı Kerim’in, bütün peygamberlerin dilinden naklettiği:

“Ben sizden bir ücret beklemiyorum, benim ücretim âlemlerin rabbi Allah’a aittir” (Şuarâ, 26/109) mealindeki âyeti, sözünü ettiğimiz hususa en açık bir delildir. Aslında nebilerin bu ifadelerinin altında biraz da şu inilti vardır:

Yazının devamını oku »