Onlar Türkçe'yi Dünya Dili Yaptılar

Haziran 12, 2009

AZERBAYCANLI GARDAŞLAR DA KURTLAR VADİSİ İZLEYİCİSİ. GARDAŞLARIN DURUŞLARI GİBİ KENDİLERİ DE ÇOK ASİL.

Simavlilar.com sizin için oradaydı! 7. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları için Türkiye’de bulunan 115 ülkeden 700 katılımcının çoğunluğunu oluşturan çocuklar ve gençler, tam bir Türkiye ve Türkçe sevdalısı… Fotoğrafların altındaki yorumları okumayı ve videoyu izlemeyi unutmayın. Bu gençlere hayran kalacaksınız!

Misafir öğrenciler, Türkçenin bir gün mutlaka ”dünya dili olacağı” görüşünü dile getirdi.

Olimpiyatlar için Türkiye’de bulunan ve çalışmalarını Ankara’nın Kızılcahamam’daki Asya Termal Tesislerinde sürdüren bir grup öğrenci, Türkçeye ve Türkiye’ye ilişkin duygu ve düşüncelerini AA muhabirine anlattı. Biz de Simavlilar.cooalrak olimpiyat resimlerini sizler için çektik.

Makedonya’nın başkenti Üsküp’teki Yahya Kemal Koleji’nde okuyan 16 yaşındaki Artan Süleymani, iki ülkenin kültürel ve ekonomik olarak çok yakın olduklarını belirterek,  ”Bizi birbirimize bağlayan birçok ortak nokta var. Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Manastır kentinde okumuş. Ünlü Türk şairi Yahya Kemal Üsküp’te doğmuş” dedi.

Türk Okullarında Okuyan Gençler Kanal D Ana Haber’de M. Ali Birand’ın Konuğu Oldular

Türkiye’deki tarihi eserlere hayranlığını dile getiren Süleymani, Ayasofya, Sultanahmet Camisi, Topkapı ve Dolmabahçe saraylarını çok beğendiğini dile getirerek, ”Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Makedonya’daki Türk eserlerinin başında gelen Taş Köprü, Üsküp’ün simgesidir. Bu köprü, iki kültürü birbirine bağlıyor” diye konuştu. Süleymani, Yavuz Bülent Bakiler’in ”Anadolu Acısı” şiirini okudu.

Azerbaycanlı 2 Gardaşla Beraber[/caption]

Daha önce Birmanya ve Burma olarak da bilinen Myanmar’daki bir kolejin 9. sınıfında okuyan 15 yaşındaki Thu Zar Oo Tina ise duygularını şöyle dile getirdi:

”Türkçe ilginç bir dil. Türkiye’nin insanlarını ve yemeklerini seviyorum. İnsanlar çok sıcak, Türk yemekleri çok güzel. Murat Başaran’ı ‘Gülümse Anne’ şarkısını çok seviyorum.”

Tina, Başaran’ın ”Gülümse Anne” şarkısını, coşkuyla seslendirdi.

-YAZICIOĞLU’NUN ”ANAMA MEKTUP” ŞİİRİNİ GÖZYAŞLARIYLA OKUDU-

Kazakistan’da Kazak-Türk Lisesi 9. sınıfta okuyan 16 yaşındaki Gül Sara Jaylavbegkızı, ülkesindeki kadınların geleneksel kıyafeti ile dikkat çekti. Soy isminin Türkçedeki ”yayla”dan geldiğini ifade eden Jaylavbegkızı, Dursun Ali Erzincanlı’nın ”Sana muhtacız” şiirini coşkuyla seslendirdi. Jaylavbegkızı, Türk insanlarının çok samimi ve güler yüzlü olduğunu ifade etti.

Kolbastı Oynayan Kırgız Gençler ve Afrikalı Arkadaşları.

KOLBASTI OYNAYAN KIRGIZ GENÇLERİ YERİNDE TUTMAK MÜMKÜN DEĞİL! STANDLARINA GİTTİĞİMDE GENÇLERİ BULAMADIM. GÖREVLİ ÖĞRETMEN'E SORDUĞUMDA İSE, "HOCAM, BIRAKTIĞIMIZ YERDE DURMUYORLAR. KİM BİLİR NEREYE GİTTİLER! DAHA BİRAZ ÖNCE BURADAYDILAR" DEDİ. TAM ÜMİDİMİ KESMİŞ GİDİYORDUM Kİ KIRGIZ GENÇLERİ AFRİKALI BİR ÖĞRENCİYE SOHBET EDERKEN BULDUM. TÜRKÇE ŞİMDİDEN DÜNYA DİLİ OLDU! BOYNUNDA KİMLİĞİ ASILI OLAN KIRMIZILI GENCİN ADI ZULPUKAR. ZULPUKAR KARDEŞİM E-POSTA ADRESİNİ VERİP BU FOTOĞRAFI BENDEN İSTEDİ.

Gül Sara, helikopter kazasında hayatını kaybeden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun şiirlerinden de etkilendiğini söyledi.

Kazak genç kız, Yazıcıoğlu’nun ”Bugün 8 Mayıs, ‘Anneler Günü’/Hatırlanıp kucaklanıyormuş anne ve sevgi/Kalplerde şefkatle tam koca bir gün/Hatırlanıp kucaklanıyormuş anne ve sevgi/Ben seni bugün hatırlamadım anne” dizeleriyle başlayan ”Anama mektup” adlı şiirini, göz yaşlarıyla seslendirdi.

-ATASÖZLERİ DE AYNI-

Bir başka Kazakistanlı, 16 yaşındaki Kazak Türk Okulu öğrencisi Gülnur Asan ise şöyle konuştu:

”Ata yurdu ülkeden geldim. Dil bilgisi kategorisinde olimpiyatlara katılıyorum. Büyüyünce matematik öğretmeni olmak istiyorum Buraya gelince Türk mutfağını, özellikle tatlılarını çok beğendim. Baklava, şeker pare, pişmaniye… Futbolcu Hakan Şükür’ü tanıyorum. Okulumdaki Ayşe ve Sema hocam çok dost canlısı onları çok seviyorum.”

30052009063

TÜRKÇE OLİMPİYATINA KATILAN ÜLKELERİNİN STANDLARININ YER ALDIĞI ANKARA ALTINPARK'TA İNANILMAZ BİR DOSTLUK HAVASI ESİYOR. İNSANLAR O KADAR HOŞ BÖRÜLÜLÜLER Kİ HAVADA HİÇ STRES EMARESİ YOK. İNANABİLİYOR MUSUNUZ: BİNLERCE KİŞİNİN BULUNDUĞU SALONDA HER AN BİR KİŞİNİN AYAĞINA BASILIYOR, HER AN BİRİLERİ YANLIŞLIKLA ÇARPIŞIYOR AMA HİÇ KİMSE DE EN UFAK BİR KIZGINLIK YOK! HERKES "HOŞGÖRÜLÜ". BEN HOŞGÖRÜYÜ VE DİYALOĞU BURADA GERÇEKTEN GÖRDÜM. AYRICA ÖĞRENCİLER DE O KADAR SICAKKANLI Kİ HİÇ YABANCI GİBİ GELMEDİLER BANA. FOTOĞRAFTAKİ GENÇ BAYAN İSE ENDONEZYADALI ÖĞRENCİLERDEN.

İki ülkenin dillerindeki birçok sözün aynı olduğunu, atasözlerinin bile benzeştiğini ifade eden Asan, ”Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al” atasözünün Kazakistan’da ”Anasına karak kızını al, atasına karak bezini al” olarak ifade edildiğini söyledi. ”Ay yüzlüm” adlı eseri seslendiren Gülnur Asan, Türkçe Olimpiyatlarını düzenleyen herkese şükran duyduğunu söyledi.

Kolej öğrencisi 13 yaşındaki Beninli Elhacı Mamdo Mboo da ”Türkçeyi çok seviyorum. Çünkü insanlar çok nazik ve arkadaşçalar” dedi.

-”TÜRKÇE İLGİNÇ BİR DİL, MATEMATİK GİBİ…”-

Tanzanya’nın Zanzibar Adası’ndan gelen ve ülkesindeki bir kolejde okuyan 15 yaşındaki Natasha Said ise ”Türkiye’yi çok seviyorum. Türkçe çok ilginç bir dil. Matematik gibi, her şeyin formülü var. Türkiye’yi çok seviyorum çünkü insanlar çok sıcak ve iyiler. Türkler çok çalışkanlar. Türk yemekleri çok nefis. Özellikle de baklava” dedi.

Olimpiyatlara dil bilgisi ve şiir kategorisinde katılacak olan Said, Türkçe’nin dünyada en çok kullanılan dil olacağını belirterek, ”Türkçe dünya dili olacak” dedi.

İpek Nevzat da Irak’ın kuzeyindeki özel bir kolejde okuyor. ”Bizim ülkemizde Türkmenlerin konuştuğu Türkçe ile Türkiye’deki Türkçe arasında çok az fark var” diyen Nevzat, ”Ben seni görmeden sevdim” adlı şiiri seslendirdi.

115 ÜLKEDEN ÖĞRENCİLERİN KATILDIĞI KÜLTÜR ŞÖLENİNDE ÇEŞİTLİ GÖSTERİLER SUNULDU

Uluslararası Türkçe Öğretimi Derneğince düzenlenen, ”7. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları”nda çeşitli gösteriler sunuldu.

Afrikalılar Gerçekten Çok Sıcakkanlılar!

BU GENÇLER GERÇEKTEN ÇOK GÜZEL TÜRKÇE BİLİYORLAR. BİR ÜLKENİN STANDINDAKİ RASGELE BİRİSİNİ OKULLARDAKİ TÜRK GÖREVLİLERDEN SANIP MUHABBET ETTİM. YAKLAŞIK BİR KAÇ DAKİKALIK MUHABBETTEN SONRA ANLADIM Kİ O KONUŞTUĞUM GENÇ ÖĞRETMEN DEĞİL ROMANYALI BİR ÖĞRENCİYMİŞ! HAYIR , BU ÖĞRENCİ TÜRK DEĞİL! TAMAMEN SAF KAN ROMANYALI! YUKARIDA GÖRDÜĞÜNÜZ GENÇLER DE EN AZ ONUN KIADAR İYİ TÜRKÇE KONUŞUYORLAR. AMA BENCE HİÇ BİRİSİ 6 AYDA TÜRKÇEYİ ÖĞRENEN SUDANLI KARDEŞİM KADAR OLAMAZLAR. SENİ UNUTMAYACAĞIM SUDANLI KARDEŞİM!

115 ülkeden öğrencilerin katıldığı Altınpark’taki etkinlik, Fransa’dan Sandrine Sayed’in ”Sen Ağlama” parçasını Türkçe seslendirmesiyle başladı.

Litvanya ekibinin yöresel halkoyunlarının ardından sahne alan Kenya’dan Abdül Cebbar, ülkesindeki doğal yaşama ilişkin komedi gösterisi sundu.

Bangladeşli Fazana Samia, ”Arda Boyları” türküsüyle izleyenlerden büyük alkış alırken, Sudan’da yaşayan Merve Baştürk de ”Şimdi Tam Vakti” isimli şiiri seslendirdi.

Etkinliğe Sırbistan’dan katılan Nikola Maystroviç, davul ve saz eşliğinde ”Bu Dünya Bizim Kirletmeyelim” parçasını okudu.

ABD’li Andrew Glass’ın ”Gel Gör Beni Aşk Neyledi” adlı eseriyle beğeni topladığı program, çeşitli ülkelerden gelen katılımcıların sunumlarıyla devam edecek.

Kaynak:  Haber7


Onlar Türkçe'yi Dünya Dili Yaptılar

Haziran 12, 2009

AZERBAYCANLI GARDAŞLAR DA KURTLAR VADİSİ İZLEYİCİSİ. GARDAŞLARIN DURUŞLARI GİBİ KENDİLERİ DE ÇOK ASİL.

Simavlilar.com sizin için oradaydı! 7. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları için Türkiye’de bulunan 115 ülkeden 700 katılımcının çoğunluğunu oluşturan çocuklar ve gençler, tam bir Türkiye ve Türkçe sevdalısı… Fotoğrafların altındaki yorumları okumayı ve videoyu izlemeyi unutmayın. Bu gençlere hayran kalacaksınız!

Misafir öğrenciler, Türkçenin bir gün mutlaka ”dünya dili olacağı” görüşünü dile getirdi.

Olimpiyatlar için Türkiye’de bulunan ve çalışmalarını Ankara’nın Kızılcahamam’daki Asya Termal Tesislerinde sürdüren bir grup öğrenci, Türkçeye ve Türkiye’ye ilişkin duygu ve düşüncelerini AA muhabirine anlattı. Biz de Simavlilar.cooalrak olimpiyat resimlerini sizler için çektik.

Makedonya’nın başkenti Üsküp’teki Yahya Kemal Koleji’nde okuyan 16 yaşındaki Artan Süleymani, iki ülkenin kültürel ve ekonomik olarak çok yakın olduklarını belirterek,  ”Bizi birbirimize bağlayan birçok ortak nokta var. Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Manastır kentinde okumuş. Ünlü Türk şairi Yahya Kemal Üsküp’te doğmuş” dedi.

Türk Okullarında Okuyan Gençler Kanal D Ana Haber’de M. Ali Birand’ın Konuğu Oldular

Türkiye’deki tarihi eserlere hayranlığını dile getiren Süleymani, Ayasofya, Sultanahmet Camisi, Topkapı ve Dolmabahçe saraylarını çok beğendiğini dile getirerek, ”Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Makedonya’daki Türk eserlerinin başında gelen Taş Köprü, Üsküp’ün simgesidir. Bu köprü, iki kültürü birbirine bağlıyor” diye konuştu. Süleymani, Yavuz Bülent Bakiler’in ”Anadolu Acısı” şiirini okudu.

Azerbaycanlı 2 Gardaşla Beraber[/caption]

Daha önce Birmanya ve Burma olarak da bilinen Myanmar’daki bir kolejin 9. sınıfında okuyan 15 yaşındaki Thu Zar Oo Tina ise duygularını şöyle dile getirdi:

”Türkçe ilginç bir dil. Türkiye’nin insanlarını ve yemeklerini seviyorum. İnsanlar çok sıcak, Türk yemekleri çok güzel. Murat Başaran’ı ‘Gülümse Anne’ şarkısını çok seviyorum.”

Tina, Başaran’ın ”Gülümse Anne” şarkısını, coşkuyla seslendirdi.

-YAZICIOĞLU’NUN ”ANAMA MEKTUP” ŞİİRİNİ GÖZYAŞLARIYLA OKUDU-

Kazakistan’da Kazak-Türk Lisesi 9. sınıfta okuyan 16 yaşındaki Gül Sara Jaylavbegkızı, ülkesindeki kadınların geleneksel kıyafeti ile dikkat çekti. Soy isminin Türkçedeki ”yayla”dan geldiğini ifade eden Jaylavbegkızı, Dursun Ali Erzincanlı’nın ”Sana muhtacız” şiirini coşkuyla seslendirdi. Jaylavbegkızı, Türk insanlarının çok samimi ve güler yüzlü olduğunu ifade etti.

Kolbastı Oynayan Kırgız Gençler ve Afrikalı Arkadaşları.

KOLBASTI OYNAYAN KIRGIZ GENÇLERİ YERİNDE TUTMAK MÜMKÜN DEĞİL! STANDLARINA GİTTİĞİMDE GENÇLERİ BULAMADIM. GÖREVLİ ÖĞRETMEN'E SORDUĞUMDA İSE, "HOCAM, BIRAKTIĞIMIZ YERDE DURMUYORLAR. KİM BİLİR NEREYE GİTTİLER! DAHA BİRAZ ÖNCE BURADAYDILAR" DEDİ. TAM ÜMİDİMİ KESMİŞ GİDİYORDUM Kİ KIRGIZ GENÇLERİ AFRİKALI BİR ÖĞRENCİYE SOHBET EDERKEN BULDUM. TÜRKÇE ŞİMDİDEN DÜNYA DİLİ OLDU! BOYNUNDA KİMLİĞİ ASILI OLAN KIRMIZILI GENCİN ADI ZULPUKAR. ZULPUKAR KARDEŞİM E-POSTA ADRESİNİ VERİP BU FOTOĞRAFI BENDEN İSTEDİ.

Gül Sara, helikopter kazasında hayatını kaybeden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun şiirlerinden de etkilendiğini söyledi.

Kazak genç kız, Yazıcıoğlu’nun ”Bugün 8 Mayıs, ‘Anneler Günü’/Hatırlanıp kucaklanıyormuş anne ve sevgi/Kalplerde şefkatle tam koca bir gün/Hatırlanıp kucaklanıyormuş anne ve sevgi/Ben seni bugün hatırlamadım anne” dizeleriyle başlayan ”Anama mektup” adlı şiirini, göz yaşlarıyla seslendirdi.

-ATASÖZLERİ DE AYNI-

Bir başka Kazakistanlı, 16 yaşındaki Kazak Türk Okulu öğrencisi Gülnur Asan ise şöyle konuştu:

”Ata yurdu ülkeden geldim. Dil bilgisi kategorisinde olimpiyatlara katılıyorum. Büyüyünce matematik öğretmeni olmak istiyorum Buraya gelince Türk mutfağını, özellikle tatlılarını çok beğendim. Baklava, şeker pare, pişmaniye… Futbolcu Hakan Şükür’ü tanıyorum. Okulumdaki Ayşe ve Sema hocam çok dost canlısı onları çok seviyorum.”

30052009063

TÜRKÇE OLİMPİYATINA KATILAN ÜLKELERİNİN STANDLARININ YER ALDIĞI ANKARA ALTINPARK'TA İNANILMAZ BİR DOSTLUK HAVASI ESİYOR. İNSANLAR O KADAR HOŞ BÖRÜLÜLÜLER Kİ HAVADA HİÇ STRES EMARESİ YOK. İNANABİLİYOR MUSUNUZ: BİNLERCE KİŞİNİN BULUNDUĞU SALONDA HER AN BİR KİŞİNİN AYAĞINA BASILIYOR, HER AN BİRİLERİ YANLIŞLIKLA ÇARPIŞIYOR AMA HİÇ KİMSE DE EN UFAK BİR KIZGINLIK YOK! HERKES "HOŞGÖRÜLÜ". BEN HOŞGÖRÜYÜ VE DİYALOĞU BURADA GERÇEKTEN GÖRDÜM. AYRICA ÖĞRENCİLER DE O KADAR SICAKKANLI Kİ HİÇ YABANCI GİBİ GELMEDİLER BANA. FOTOĞRAFTAKİ GENÇ BAYAN İSE ENDONEZYADALI ÖĞRENCİLERDEN.

İki ülkenin dillerindeki birçok sözün aynı olduğunu, atasözlerinin bile benzeştiğini ifade eden Asan, ”Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al” atasözünün Kazakistan’da ”Anasına karak kızını al, atasına karak bezini al” olarak ifade edildiğini söyledi. ”Ay yüzlüm” adlı eseri seslendiren Gülnur Asan, Türkçe Olimpiyatlarını düzenleyen herkese şükran duyduğunu söyledi.

Kolej öğrencisi 13 yaşındaki Beninli Elhacı Mamdo Mboo da ”Türkçeyi çok seviyorum. Çünkü insanlar çok nazik ve arkadaşçalar” dedi.

-”TÜRKÇE İLGİNÇ BİR DİL, MATEMATİK GİBİ…”-

Tanzanya’nın Zanzibar Adası’ndan gelen ve ülkesindeki bir kolejde okuyan 15 yaşındaki Natasha Said ise ”Türkiye’yi çok seviyorum. Türkçe çok ilginç bir dil. Matematik gibi, her şeyin formülü var. Türkiye’yi çok seviyorum çünkü insanlar çok sıcak ve iyiler. Türkler çok çalışkanlar. Türk yemekleri çok nefis. Özellikle de baklava” dedi.

Olimpiyatlara dil bilgisi ve şiir kategorisinde katılacak olan Said, Türkçe’nin dünyada en çok kullanılan dil olacağını belirterek, ”Türkçe dünya dili olacak” dedi.

İpek Nevzat da Irak’ın kuzeyindeki özel bir kolejde okuyor. ”Bizim ülkemizde Türkmenlerin konuştuğu Türkçe ile Türkiye’deki Türkçe arasında çok az fark var” diyen Nevzat, ”Ben seni görmeden sevdim” adlı şiiri seslendirdi.

115 ÜLKEDEN ÖĞRENCİLERİN KATILDIĞI KÜLTÜR ŞÖLENİNDE ÇEŞİTLİ GÖSTERİLER SUNULDU

Uluslararası Türkçe Öğretimi Derneğince düzenlenen, ”7. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları”nda çeşitli gösteriler sunuldu.

Afrikalılar Gerçekten Çok Sıcakkanlılar!

BU GENÇLER GERÇEKTEN ÇOK GÜZEL TÜRKÇE BİLİYORLAR. BİR ÜLKENİN STANDINDAKİ RASGELE BİRİSİNİ OKULLARDAKİ TÜRK GÖREVLİLERDEN SANIP MUHABBET ETTİM. YAKLAŞIK BİR KAÇ DAKİKALIK MUHABBETTEN SONRA ANLADIM Kİ O KONUŞTUĞUM GENÇ ÖĞRETMEN DEĞİL ROMANYALI BİR ÖĞRENCİYMİŞ! HAYIR , BU ÖĞRENCİ TÜRK DEĞİL! TAMAMEN SAF KAN ROMANYALI! YUKARIDA GÖRDÜĞÜNÜZ GENÇLER DE EN AZ ONUN KIADAR İYİ TÜRKÇE KONUŞUYORLAR. AMA BENCE HİÇ BİRİSİ 6 AYDA TÜRKÇEYİ ÖĞRENEN SUDANLI KARDEŞİM KADAR OLAMAZLAR. SENİ UNUTMAYACAĞIM SUDANLI KARDEŞİM!

115 ülkeden öğrencilerin katıldığı Altınpark’taki etkinlik, Fransa’dan Sandrine Sayed’in ”Sen Ağlama” parçasını Türkçe seslendirmesiyle başladı.

Litvanya ekibinin yöresel halkoyunlarının ardından sahne alan Kenya’dan Abdül Cebbar, ülkesindeki doğal yaşama ilişkin komedi gösterisi sundu.

Bangladeşli Fazana Samia, ”Arda Boyları” türküsüyle izleyenlerden büyük alkış alırken, Sudan’da yaşayan Merve Baştürk de ”Şimdi Tam Vakti” isimli şiiri seslendirdi.

Etkinliğe Sırbistan’dan katılan Nikola Maystroviç, davul ve saz eşliğinde ”Bu Dünya Bizim Kirletmeyelim” parçasını okudu.

ABD’li Andrew Glass’ın ”Gel Gör Beni Aşk Neyledi” adlı eseriyle beğeni topladığı program, çeşitli ülkelerden gelen katılımcıların sunumlarıyla devam edecek.

Kaynak:  Haber7


Onlar Türkçe'yi Dünya Dili Yaptılar

Haziran 12, 2009

AZERBAYCANLI GARDAŞLAR DA KURTLAR VADİSİ İZLEYİCİSİ. GARDAŞLARIN DURUŞLARI GİBİ KENDİLERİ DE ÇOK ASİL.

Simavlilar.com sizin için oradaydı! 7. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları için Türkiye’de bulunan 115 ülkeden 700 katılımcının çoğunluğunu oluşturan çocuklar ve gençler, tam bir Türkiye ve Türkçe sevdalısı… Fotoğrafların altındaki yorumları okumayı ve videoyu izlemeyi unutmayın. Bu gençlere hayran kalacaksınız!

Misafir öğrenciler, Türkçenin bir gün mutlaka ”dünya dili olacağı” görüşünü dile getirdi.

Olimpiyatlar için Türkiye’de bulunan ve çalışmalarını Ankara’nın Kızılcahamam’daki Asya Termal Tesislerinde sürdüren bir grup öğrenci, Türkçeye ve Türkiye’ye ilişkin duygu ve düşüncelerini AA muhabirine anlattı. Biz de Simavlilar.cooalrak olimpiyat resimlerini sizler için çektik.

Makedonya’nın başkenti Üsküp’teki Yahya Kemal Koleji’nde okuyan 16 yaşındaki Artan Süleymani, iki ülkenin kültürel ve ekonomik olarak çok yakın olduklarını belirterek,  ”Bizi birbirimize bağlayan birçok ortak nokta var. Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Manastır kentinde okumuş. Ünlü Türk şairi Yahya Kemal Üsküp’te doğmuş” dedi.

Türk Okullarında Okuyan Gençler Kanal D Ana Haber’de M. Ali Birand’ın Konuğu Oldular

Türkiye’deki tarihi eserlere hayranlığını dile getiren Süleymani, Ayasofya, Sultanahmet Camisi, Topkapı ve Dolmabahçe saraylarını çok beğendiğini dile getirerek, ”Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Makedonya’daki Türk eserlerinin başında gelen Taş Köprü, Üsküp’ün simgesidir. Bu köprü, iki kültürü birbirine bağlıyor” diye konuştu. Süleymani, Yavuz Bülent Bakiler’in ”Anadolu Acısı” şiirini okudu.

Azerbaycanlı 2 Gardaşla Beraber[/caption]

Daha önce Birmanya ve Burma olarak da bilinen Myanmar’daki bir kolejin 9. sınıfında okuyan 15 yaşındaki Thu Zar Oo Tina ise duygularını şöyle dile getirdi:

”Türkçe ilginç bir dil. Türkiye’nin insanlarını ve yemeklerini seviyorum. İnsanlar çok sıcak, Türk yemekleri çok güzel. Murat Başaran’ı ‘Gülümse Anne’ şarkısını çok seviyorum.”

Tina, Başaran’ın ”Gülümse Anne” şarkısını, coşkuyla seslendirdi.

-YAZICIOĞLU’NUN ”ANAMA MEKTUP” ŞİİRİNİ GÖZYAŞLARIYLA OKUDU-

Kazakistan’da Kazak-Türk Lisesi 9. sınıfta okuyan 16 yaşındaki Gül Sara Jaylavbegkızı, ülkesindeki kadınların geleneksel kıyafeti ile dikkat çekti. Soy isminin Türkçedeki ”yayla”dan geldiğini ifade eden Jaylavbegkızı, Dursun Ali Erzincanlı’nın ”Sana muhtacız” şiirini coşkuyla seslendirdi. Jaylavbegkızı, Türk insanlarının çok samimi ve güler yüzlü olduğunu ifade etti.

Kolbastı Oynayan Kırgız Gençler ve Afrikalı Arkadaşları.

KOLBASTI OYNAYAN KIRGIZ GENÇLERİ YERİNDE TUTMAK MÜMKÜN DEĞİL! STANDLARINA GİTTİĞİMDE GENÇLERİ BULAMADIM. GÖREVLİ ÖĞRETMEN'E SORDUĞUMDA İSE, "HOCAM, BIRAKTIĞIMIZ YERDE DURMUYORLAR. KİM BİLİR NEREYE GİTTİLER! DAHA BİRAZ ÖNCE BURADAYDILAR" DEDİ. TAM ÜMİDİMİ KESMİŞ GİDİYORDUM Kİ KIRGIZ GENÇLERİ AFRİKALI BİR ÖĞRENCİYE SOHBET EDERKEN BULDUM. TÜRKÇE ŞİMDİDEN DÜNYA DİLİ OLDU! BOYNUNDA KİMLİĞİ ASILI OLAN KIRMIZILI GENCİN ADI ZULPUKAR. ZULPUKAR KARDEŞİM E-POSTA ADRESİNİ VERİP BU FOTOĞRAFI BENDEN İSTEDİ.

Gül Sara, helikopter kazasında hayatını kaybeden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun şiirlerinden de etkilendiğini söyledi.

Kazak genç kız, Yazıcıoğlu’nun ”Bugün 8 Mayıs, ‘Anneler Günü’/Hatırlanıp kucaklanıyormuş anne ve sevgi/Kalplerde şefkatle tam koca bir gün/Hatırlanıp kucaklanıyormuş anne ve sevgi/Ben seni bugün hatırlamadım anne” dizeleriyle başlayan ”Anama mektup” adlı şiirini, göz yaşlarıyla seslendirdi.

-ATASÖZLERİ DE AYNI-

Bir başka Kazakistanlı, 16 yaşındaki Kazak Türk Okulu öğrencisi Gülnur Asan ise şöyle konuştu:

”Ata yurdu ülkeden geldim. Dil bilgisi kategorisinde olimpiyatlara katılıyorum. Büyüyünce matematik öğretmeni olmak istiyorum Buraya gelince Türk mutfağını, özellikle tatlılarını çok beğendim. Baklava, şeker pare, pişmaniye… Futbolcu Hakan Şükür’ü tanıyorum. Okulumdaki Ayşe ve Sema hocam çok dost canlısı onları çok seviyorum.”

30052009063

TÜRKÇE OLİMPİYATINA KATILAN ÜLKELERİNİN STANDLARININ YER ALDIĞI ANKARA ALTINPARK'TA İNANILMAZ BİR DOSTLUK HAVASI ESİYOR. İNSANLAR O KADAR HOŞ BÖRÜLÜLÜLER Kİ HAVADA HİÇ STRES EMARESİ YOK. İNANABİLİYOR MUSUNUZ: BİNLERCE KİŞİNİN BULUNDUĞU SALONDA HER AN BİR KİŞİNİN AYAĞINA BASILIYOR, HER AN BİRİLERİ YANLIŞLIKLA ÇARPIŞIYOR AMA HİÇ KİMSE DE EN UFAK BİR KIZGINLIK YOK! HERKES "HOŞGÖRÜLÜ". BEN HOŞGÖRÜYÜ VE DİYALOĞU BURADA GERÇEKTEN GÖRDÜM. AYRICA ÖĞRENCİLER DE O KADAR SICAKKANLI Kİ HİÇ YABANCI GİBİ GELMEDİLER BANA. FOTOĞRAFTAKİ GENÇ BAYAN İSE ENDONEZYADALI ÖĞRENCİLERDEN.

İki ülkenin dillerindeki birçok sözün aynı olduğunu, atasözlerinin bile benzeştiğini ifade eden Asan, ”Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al” atasözünün Kazakistan’da ”Anasına karak kızını al, atasına karak bezini al” olarak ifade edildiğini söyledi. ”Ay yüzlüm” adlı eseri seslendiren Gülnur Asan, Türkçe Olimpiyatlarını düzenleyen herkese şükran duyduğunu söyledi.

Kolej öğrencisi 13 yaşındaki Beninli Elhacı Mamdo Mboo da ”Türkçeyi çok seviyorum. Çünkü insanlar çok nazik ve arkadaşçalar” dedi.

-”TÜRKÇE İLGİNÇ BİR DİL, MATEMATİK GİBİ…”-

Tanzanya’nın Zanzibar Adası’ndan gelen ve ülkesindeki bir kolejde okuyan 15 yaşındaki Natasha Said ise ”Türkiye’yi çok seviyorum. Türkçe çok ilginç bir dil. Matematik gibi, her şeyin formülü var. Türkiye’yi çok seviyorum çünkü insanlar çok sıcak ve iyiler. Türkler çok çalışkanlar. Türk yemekleri çok nefis. Özellikle de baklava” dedi.

Olimpiyatlara dil bilgisi ve şiir kategorisinde katılacak olan Said, Türkçe’nin dünyada en çok kullanılan dil olacağını belirterek, ”Türkçe dünya dili olacak” dedi.

İpek Nevzat da Irak’ın kuzeyindeki özel bir kolejde okuyor. ”Bizim ülkemizde Türkmenlerin konuştuğu Türkçe ile Türkiye’deki Türkçe arasında çok az fark var” diyen Nevzat, ”Ben seni görmeden sevdim” adlı şiiri seslendirdi.

115 ÜLKEDEN ÖĞRENCİLERİN KATILDIĞI KÜLTÜR ŞÖLENİNDE ÇEŞİTLİ GÖSTERİLER SUNULDU

Uluslararası Türkçe Öğretimi Derneğince düzenlenen, ”7. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları”nda çeşitli gösteriler sunuldu.

Afrikalılar Gerçekten Çok Sıcakkanlılar!

BU GENÇLER GERÇEKTEN ÇOK GÜZEL TÜRKÇE BİLİYORLAR. BİR ÜLKENİN STANDINDAKİ RASGELE BİRİSİNİ OKULLARDAKİ TÜRK GÖREVLİLERDEN SANIP MUHABBET ETTİM. YAKLAŞIK BİR KAÇ DAKİKALIK MUHABBETTEN SONRA ANLADIM Kİ O KONUŞTUĞUM GENÇ ÖĞRETMEN DEĞİL ROMANYALI BİR ÖĞRENCİYMİŞ! HAYIR , BU ÖĞRENCİ TÜRK DEĞİL! TAMAMEN SAF KAN ROMANYALI! YUKARIDA GÖRDÜĞÜNÜZ GENÇLER DE EN AZ ONUN KIADAR İYİ TÜRKÇE KONUŞUYORLAR. AMA BENCE HİÇ BİRİSİ 6 AYDA TÜRKÇEYİ ÖĞRENEN SUDANLI KARDEŞİM KADAR OLAMAZLAR. SENİ UNUTMAYACAĞIM SUDANLI KARDEŞİM!

115 ülkeden öğrencilerin katıldığı Altınpark’taki etkinlik, Fransa’dan Sandrine Sayed’in ”Sen Ağlama” parçasını Türkçe seslendirmesiyle başladı.

Litvanya ekibinin yöresel halkoyunlarının ardından sahne alan Kenya’dan Abdül Cebbar, ülkesindeki doğal yaşama ilişkin komedi gösterisi sundu.

Bangladeşli Fazana Samia, ”Arda Boyları” türküsüyle izleyenlerden büyük alkış alırken, Sudan’da yaşayan Merve Baştürk de ”Şimdi Tam Vakti” isimli şiiri seslendirdi.

Etkinliğe Sırbistan’dan katılan Nikola Maystroviç, davul ve saz eşliğinde ”Bu Dünya Bizim Kirletmeyelim” parçasını okudu.

ABD’li Andrew Glass’ın ”Gel Gör Beni Aşk Neyledi” adlı eseriyle beğeni topladığı program, çeşitli ülkelerden gelen katılımcıların sunumlarıyla devam edecek.

Kaynak:  Haber7


19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı Kutlu Olsun

Mayıs 18, 2009

Milletimizin tüm onur ve asaletiyle Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün rehberliğinde tarih sahnesinde bir defa daha şaha kalkışının başlangıcı 19 Mayıs 1919 tarihidir.

Bütün umutların tükenmeye başladığı bir dönemde Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Türk Milleti için bağımlı yaşamaktansa ölmek daha iyidir’ diyerek Samsun’a çıkması, bağımsızlık ve özgürlük mücadelemizin de başlangıcı olmuştur.

Bu tarih ile birlikte Türk Milleti, kendi makus talihini tersine döndürmeye başlayarak, esaret altında var olunamayacağını ve kutsal vatan topraklarımızın ilelebet işgal edilemeyeceğini tüm dünyaya haykırmıştır.

Kurtuluş Savaşı bu destanın adı, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu destanı yaşatan milletin kalbidir.

19 Mayıs 1919′da Samsun’dan yakılan özgürlük ateşi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla birlikte kısa sürede dalga dalga tüm yurda yayılmıştır. Bugünkü mevcudiyetimizi ve özgürlüğümüzü o günlere borçluyuz.

Temelleri yine o günlerde Mustafa Kemal Atatürk tarafından atılan “milli egemenlik” ilkesi ile birliğimiz ve bütünlüğümüz sağlanarak, çarenin ancak millette olduğu tescillenmiştir.

Bugün de vazgeçilmez güç kaynağımız millet iradesidir. Bunun yaşatılması için hepimize ve özellikle de Atatürk’ün 19 Mayıs’ı armağan ettiği gençlere büyük görevler düşmektedir.

Sevgili gençler,

Binlerce şehit vererek, sıkıntı ve yokluklar içinde, büyük özverilerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti sizlere emanettir. Bu değerli emaneti yaşatmak ve sonsuza kadar korumak, gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarmak, en başta gelen görev ve sorumluluğunuzdur.

Yakın bir gelecekte ülke yönetiminde söz sahibi olacak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni omuzlarınızda yükselteceksiniz. Ülkemizi, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği çağdaş medeniyet seviyesine sizler taşıyacaksınız.

Sevgi, saygı, hoşgörü ve uzlaşma ortamı içinde üstesinden gelinemeyecek bir sorunun bulunmadığını unutmamamız gerekir. Birlik ve bütünlüğümüze yönelik her türlü saldırı veya tehdit karşısında daha fazla kenetlenerek hiç bir kimsenin, hangi amaçla ve ne şekilde olursa olsun, huzur ve güvenliğimizi bozmasına fırsat vermemeliyiz.

Ay yıldızlı bayrağımızın altında hepimizin bir ve bütün olarak yaşamasına imkan sağlayan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetidir. Tüm kurumlarıyla dimdik ayakta olan devletimiz, gelen saldırılara karşı Cumhuriyetin temel değerlerini korumaya sonuna kadar kararlıdır. Bu durumun sonsuza kadar devam edeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

Bu duygu ve düşüncelerle, Cumhuriyetin Kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve bu vatan için canlarını feda eden aziz şehitleri rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. Gençlerimizin bayramını tebrik ediyor ve tüm vatandaşlarımıza selam ve sevgilerimi iletiyorum.


Usta Askerliğe Adım Attılar

Mayıs 15, 2009

Hava Er Eğitim Tugay Komutanlığı’nda vatani görevlerini yapan 327. kısa dönem Mehmetçikler, yemin ederek usta asker oldu.

Türkiye’nin dört bin yanından Kütahya’ya gelerek vatani görevlerine başlayan Mehmetçikler, bayrak ve silah üzerine el koyarak vatanın bölünmez bütünlüğü için seve seve can vereceklerine dair yemin etti. Törene; Kütahya Valisi Şükrü Kocatepe, Belediye Başkanı Mustafa İça, Cumhuriyet Başsavcısı Cemil Kuyu, Dumlupınar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Güner Önce, protokol mensupları ve 5 bine yakın Mehmetçik ailesi katıldı.

Törende konuşan Hava Er Eğitim Tugay ve Garnizon Komutanı Hava Piyade Tuğgeneral Sami Fındıkoğlu, “Karşınızda bulunan bu gençler bir ay yan yana, omuz omuza kış şartlarında eğitimlerini beraber yaptılar, bilgilerini paylaştılar. Eşsiz vatanın çeşitli bölgelerinden, değişik kültürlerinden gelen bu gençler, kutsal asker ocağının potasında birleşerek çelikleştiler. Paylaşacak ne kadar ortak konuları olduğunu gördüler ve az önce, bir eli şanlı Türk bayrağında, diğer eli arkadaşının omzunda yeminlerini ettiler. Edilen yeminin anlamı, askerin mesleğine yürekten bağlanışıdır. Teminatı şeref, bedeli gerektiğinde vatan uğruna ölmektir. Kültürümüzde askerlik çok kutsaldır. Vatana hizmettir, şehitlerimizin, gazilerimizin miras bıraktığı vatanı canı pahasına korumaktır. Türk milletinin bağrından çıkan, onun ayrılmaz bir parçası olan Türk Silahlı Kuvvetleri, daima Türk milletinin hizmetinde ve kalbindedir. Işığımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun ilkeleri, gücümüz Türk gençliğini oluşturan kahraman Mehmetçiklerdir” dedi.

Asker ailelerine de hitap eden Tuğgeneral Sami Fındıkoğlu, “Kalıcı ve sağlam karakter, vatan sevgisi, ailede verilir. Bu gençlere verdiğiniz sağlam karakter, cesur yürek ve vatan sevgisine, bu kutsal ocakta disiplin ve askeri eğitim eklendi. Onlar, şimdi Türkiye Cumhuriyeti’ne daha güçlü hizmet edecek, Atatürk ilkelerine daha sıkı sarılacak birer Mehmetçik. Zaman, sizlere bu gururu yaşatan evlatlarınızla övünme zamanıdır. Bu vatan evlatlarını yetiştirdiğiniz için sizlere saygı ve şükranlarımı sunuyorum” diye konuştu.

Yemin merasiminden sonra, aileler evlatlarını sarılıp hasret giderdi.


Kütahya Tarihi

Mart 28, 2009

1-TÜRKLERDEN ÖNCE KÜTAHYA:

Anadolu ‘nun eski yerleşim yerlerinden birisi olan Kütahya ’nın kuruluş tarihini kesin olarak belirlemek mümkün olmamıştır. Ancak tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Sırasıyla Hitit, Frigya, Lidya, Pers, Makedonya, Bitinya ve Bergama krallıklarının hakimiyetinde bulunmuş daha sonra Roma İmparatorluğu ve onun ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir.

Eski kaynaklara göre; Kütahya ’nın Antik Çağ’ daki adı Katiaenion’dur. Ünlü Antik Çağ coğrafyacısı Strabon ’a göre bu ad “Kotis’in Kenti” anlamına gelmektedir. Kotiaeion adı temel sözcük aynı kalmak şartı ile, farklı dönem ve yazılışlara göre “Kotiaion”, “Cotyaeum” ve “Cotyaium” olarak da kullanılmıştır. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, ilin tarihi MÖ VI. yüzyıla dayanmaktadır. İl toprakları içinde yerleşen en eski halk Frigler’dir. MÖ 1200 yıllarında, Anadolu’ ya gelen Frigler, Hitit İmparatorluğu’nun topraklarına girdiler. MÖ 676’da Kimmerler Frigya Kralı III. Midas’ı bozguna uğratarak, Kütahya ve çevresine egemen oldular.

Makedonyalı Büyük İskender ‘in tarih sahnesine çıkması ve Persleri mağlup ederek Anadolu ‘yu hakimiyeti altına almasıyla Kütahya el değiştirmiştir. (M.Ö. 333) Büyük İskender ‘in genç yaşta ölmesi üzerine imparatorluk parçalanmış ve Kütahya İskender ‘in kumandanlarından Antigonos ‘un eline geçmiştir.

M.Ö. 278 yılında Bitinya Krallığı Kütahya ‘yı topraklarına katmış ve daha sonra da Bergama Krallığını eline geçirmiştir. M.Ö. 62 yılında Sezar ‘ın damadı Pompoeus Kütahya ‘yı Roma İmparatorluğu topraklarına katmıştır. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Kütahya Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir. Kütahya, Romalılar zamanında hiristiyanlığın önemli merkezlerinden birisi haline geldi. Takibata uğrayan hiristiyanlar Kütahya ‘ya sığındılar. Putperest Roma şehrin tahsisatını kesti ve şehir ihmale uğrayarak bir süre bakımsız kaldı.

Roma ‘nın hiristiyanlığı resmen kabul edilmesinin ardından piskoposluk merkezi oldu. Bizans döneminde ise Kütahya ‘nın önemi çok arttı. Bizanslılar şehre hakim ve kale inşasına elverişli buldukları sarp tepeye burçlar ile tahkim edilmiş iki kat sur içinde bir şato yaptılar. Bu şato, Germiyanoğulları ve Osmalılar döneminde yapılan Kütahya Kalesinin esasını teşkil etmiştir.

Malazgirt’ te Sultan Alparslan yenilen Romanos Diogenes tahtını geri almak için giriştiği mücadelelerde yenilip esir düşünce, Kütahya ‘ya getirilip gözlerine mil çekilerek hapis edilmişdir. (Romanos daha sonra sevk edildiği Kınalı Ada ‘da vefat etmiştir.)

2-KÜTAHYA ‘NIN TÜRK HAKİMİYETİNE GİRMESİ:

Malazgirt Muharebesinden sonra Türkler, hızla Anadolu ‘nun fethine giriştiler. 1071 yılından sonraki bir kaç yıl içinde Anadolu ‘nun hemen hemen tamamı Türkler tarafından fethedildi. Anadolu Selçuklu Devleti ‘nin ilk hükümdaro Kutalmışoğlu Süleyman Şah ‘ın kardeşi Melik Mansur, 1074 yılında Kütahya ‘yı fethetti. Kütahya, Anadolu Selçuklu Devleti ‘nin bir uç şehri oldu.

Yirmi yıl kadar Türk hakimiyetinde kalan Kütahya, 1096 yılında başlayan Birinci Haçlı Seferi sonunda tekrar Bizans İmparatorluğu hakimiyetine geçti. (1097)

Sultan 2.Kılıçarslan 1182 yılında yeni bir fetih hareketine girişerek Uluborlu ve Kütahya ‘yı ikinci defa topraklarına kattı.

Sultan 2.Kılıçarslan ‘ın, ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırması sırasında Kütahya, Gıyaseddin Keyhüsrev ‘in hissesine düştü. Daha sonra kardeşler arası taht kavgaları sırasında durumdan yararlanan Bizans, Kütahya ‘yı ele geçirdi ise de Sultan Alaattin Keykubat zamanında Selçuklu kumandanlarından İmaüddin Hezar Dinarı tarafından üçüncü defa ele geçirildi. (1230)

Uzun yıllar “Kale Muhafızı” olarak Kütahya ‘da kalan Hezar Dinarı Kütahya ‘nın imarına çalışmış, bir çok eser bırakmıştır.

Kütahya ‘nın Melik Mansur tarafından fethedildiği yıllarda şehir Büyük Selçuklu İmparatorluğuna bağlı bulunuyordu. Melik Mansur ‘un Büyük Selçuklu İmparatorluğu hükümdarı Melikşah’ a karşı ayaklanması üzerine Melikşah Ümera’ dan Emir Porsuk Bey komutasında bir ordu göndermiş, yapılan savaşta Melik Mansur öldürmüştür. (1090)

Bu olaydan sonra Emir Porsuk Bey kuvvetleri Kütahya ‘da yerleşti. Porsuk Bey bir müddet Kütahya ‘da “Kale Muhafızı” olarak görev yapmıştır. Kütahya ‘nın önemli akarsularından Porsuk Çayı ‘nın adı buradan gelmektedir.

3-GERMİYANOĞULLARI DÖNEMİNDE KÜTAHYA:

“Germiyanlı” Türk aşiretlerinden birinin adı iken sonradan bir beyliğin ve ailenin adı olmuştur. Aşiretin ilk tarihi şahsiyeti olarak, baba İshak isyanı sırasında Malatya ‘da faaliyet gösteren Alişir oğlu Muzafferüddin ‘in adına rastlanır. Germiyanlı sülalesinden Kerimüddin Alişir ‘in adı, Selçuklu saltanat mücadelesinde Moğollar tarafından Müinüddin Süleyman Pervane ‘nin şikayeti üzerine öldürülen Selçuklu emirleri arasında geçer.

Malatya taraflarında bir bölgeye “Germiyan” adı verildiği Selçuklu ve Bizans kayıtlarında belirtilmektedir. Germiyanlı adının Malatya taraflarından Batı Anadolu ‘ya gelen bu aşirete bu nedenle verildiği (Kütahya’ lı gibi) tahmin edilmektedir.

Germiyanlı Beyliğini kuran Yakup Bey, Moğollar tarafından öldürülen Kerimüddin Alişir Bey’ in oğludur. Kendisi Anadolu Selçuklu Sultanı 3.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında devletin ileri gelen emirlerinden birisiydi. Görev sahası Ankara ve civarı idi.

3.Alaattin Keykubad’ a bağlı iken 1300 yılında bağımsızlığını ilan etmiş, Kütahya merkez olmak üzere beyliğini kurmuştur. Beyliğin ilk müstakil idarecisi olan Yakup Bey devri (1300-1340) Germiyanoğulları’ nın en güçlü dönemini oluşturur. Yakup Bey’ in hakim olduğu topraklar, bazı kaynaklarda Yakup-ili adıyla adlandırılmıştır.
Bazı kaynaklarda Bizans ‘ın Yakup Bey devrinde Germiyanoğullarına yıllık 100.000 dinar vergi ve hediyeler gönderdikleri belirtilir. Yakup Bey’ den sonra yerine oğlu Mehmet Bey (1340), onunda 1361 yılında ölümü üzerine yerine oğlu Süleyman Şah geçti.

Osmanlı Sultanı 1.Murat, oğlu Şehzade Beyazid’ e Süleyman Şah’ ın kızı Devlet Hatun ‘u istemek üzere bir heyet gönderdi. Süleyman Şah’ da cevabi bir mektupla devrin ileri gelen alimlerinden İshak Fakih’ i Osmanlı başkentine gönderdi. İshak Fakih’ in getirdiği hediyeler arasında meşhur Germiyanlı atları, Denizli bezleri ile altın ve gümüş eşyalar bulunuyordu.

Süleyman Şah, kızının çeyizi olarak Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı ‘yı Osmanlılara bıraktı. Kendisi Kula ‘ya çekildi.1381 yılında yapılan düğünden sonra Şehzade Beyazid Kütahya Sancağına idareci olarak gönderildi.

Ancak Kütahya, Ankara Savaşından sonra tekrar Germiyanoğulları ‘nın hakimiyetine geçti. (1402) Bu sefer beyliğin başına II.Yakup Bey vardı. Bu durum II.Yakup Bey ‘in 1429 yılında ölümüne kadar sürdü.Yakup Bey ‘in vasiyeti üzerine Germiyan ülkesi Osmanlı hakimiyetine geçti.

Kütahya, Germiyanoğulları zamanında tarihinin en parlak devirlerinden birini yaşamış, iktisadi ve fikri bakımdan büyük gelişmelere sahne olmuştur. Beyliğin merkezi olması sebebiyle Kütahya ‘da bir çok mimari eserler inşa edilmiş, şair, edip ve fikir adamları bu şehirde toplanarak eserler kaleme almışlardır.

4-OSMANLILAR DÖNEMİNDE KÜTAHYA:

Osmanlı yönetimine geçtikten sonra Kütahya bir “Sancak Merkezi” oldu. I.Murad’ ın oğlu ve Germiyan Beyi Süleyman Şah ‘ın damadı olan Bayezid ‘de Kütahya Sancak Beyi olarak görevlendirildi.

Osmanlı Devletinin Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa 1451 yılında beylerbeylik merkezini Kütahya ‘ya taşıyarak buraya yerleşti. Kütahya uzun süre beylerbeylik merkezi olarak kaldı.

Timur Ankara savaşından bir hafta sonra Kütahya’ ya gelmiş, çok sevdiği bu şehirde bir ay kalmıştır.

Kütahya’ da bulunan Ulu Camii ‘nin ilk şekli Yıldırım Beyazid tarafından yaptırılmıştır. Kayıtlarda Ulu Camii ‘nin adı “Yıldırım Han Camii” olarak da geçer.

Anadolu tarafına yapılan seferlerde Osmanlı ordusunun toplantı yeri ve aynı zamanda önemli bir uğrak yeri olan Kütahya önemli eserlerle de donatılmıştır. Tarihte bilinen en eski toplu iş sözleşmesi 13 Temmuz 1766 tarihinde Kütahya ‘da imzalanmıştır. O dönem Kütahya Valisi Ali Paşa’ nın huzurunda yapılan görüşmeler sonucunda işveren ile işçiler arasında anlaşmaya varılmış, çırak, kalfa ve ustaların ücretleri ayrı ayrı belirtilmiştir. Söz konusu anlaşmada bahsedilen işçiler çinicilerdir.

Kütahya adı Mısır Valisi Ali Paşa ile Osmanlı Devleti arasında yapılan savaşlar sonunda 1833 yılında yapılan anlaşma ile uluslararası alanda duyulmuştur. Zor durumda kalan Osmanlı Devleti ‘nin Rusya ‘dan yardım istemesi üzerine, Osmalı Devleti üzerinde Rus nüfuzu olmasını istemeyen İngiltere ve Fransa, Mehmet Ali Paşa ‘yı ikna ederek Kütahya Anlaşmasının yapılmasını sağlamışlardır.

1848 ihtilalleri neticesinde başlayan Macar Milli Hareketi, Avusturya ve Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılınca, hareketin liderlerinden Kossuth Lajos, Bathyayi ve Mesrares 1849 ‘da Osmanlı Devletine sığındılar. Rusya ve Avusturya’ nın baskılarına rağmen Osmanlı Devleti mültecileri geri vermedi. Kossuth (Koşut) ve maiyeti Kütahya’ ya yerleştirildiler. 1851 yılına kadar Kütahya’ da kaldılar. Kaldıkları ev bugün müze haline getirilmiştir ve ziyaretçilere açıktır.

5-MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA KÜTAHYA:

İzmir ‘in 15 Mayıs 1919 ‘da Yunanlılar tarafından işgali ve düşman kuvvetlerinin Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başlaması üzerine bütün yurtta olduğu gibi Kütahya’ da da Kuvayi Milliye teşkilatı kuruldu ve 20 Eylül 1919′ da faaliyetlerine başladı. Kurulan teşkilat halktan maddi ve manevi büyük destek gördü. Teşkilat başkanı askeri şube reisi Nüzhet Bey ‘di.

Çerkez Ethem Bey’ in maiyetindeki müfreze kumandanlarından Piriştineli İsmail Hakkı Bey, Kütahya’ ya gelerek “Müdafaai Hukuk Merkezi” ile müştereken faaliyet göstermeye başladı. Silah, cephane ve para tedarikine ve asker toplanmasına başlandı. 21 Temmuz 1920′ de başlayan çalışmalar sonucunda kısa süre sonunda “Kütahya Milli Taburları” teşkil edildi. 6 Ağustos 1920′ de Afyon’ da bulunan Mustafa Kemal Paşa, İsmail Hakkı Bey’ in daveti üzerine Kütahya’ ya geldi ve tren istasyonunda “Kütahya Milli Alayını” teftiş ederek takdirlerini bildirdi. Kütahya’ da birkaç saat kalan TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, ayrılırken, Mutasarrıf Said Bey’ e Kütahya halkına karşı takdirlerini bildiren bir yazı vermiştir.

KÜTAHYA MUTASARRIFI SAİD BEYEFENDİYE

Büyük Millet Meclisinin selam ve ihtimamını muhterem halkımıza, kahraman orduya ve hamiyetkar memuriyne tebliğ etmek üzere Kütahya’ yı dahi ziyaret eden heyetimiz, burada gördüğü mefhabetbahş ve itmi’nannaver tezahüratı samimiye ve aliyeden dolayı fevkalade müftehir ve mesrurdur. Vatansever Kütahya ahalisinin mali fedakarlığı, maddi ve manevi himemat ve mesaisiyle beş on gün zarfında ihzar ve techiz edilen binlerce mevcuda baliğ kıtaatı askeriyenin giriştiğimiz dini, milli, vatani mücadelede muzafferiyetimizi temin edecek kahraman bir zümre olarak isbat-ı fedekari edeceğinizden eminiz. Gerek zat-ı alileriyle Müdafaai Huku gayyürüyesini gerek umum Kütahya halkının mucib-i mübahhat olan himematından dolayı hissettiğimiz şükranı, Büyük Millet Meclisi namına beyan ile arz-ı veda eder ve iş bu ihtisasat-ı mahmedefkaranemizin aynen bütün ahaliye tebliğ buyurulmasını rica ederiz..

6 Ağustos 1336 (1920)

Büyük Millet Meclisi Reisi
M.Kemal

Kütahya-Eskişehir muharebeleri sırasında hazırlıklarını henüz tamamlayamamış olan Türk ordusunun muharebe şartları gereği Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi sonucunda 17 Temmuz 1921 tarihinde Kütahya Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu karanlık günler çok sürmedi. yaklaşık bir yıl sonra 26 Ağustos 1922 ‘de başlıyan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos tarihinde yapılan Başkumandan Meydan Muharebesi sonucunda Yunan ordusu dağıldı. Aynı gün (30 Ağustos 1922) Türk birlikleri Kütahya ‘ya girdi. Böylelikle işgal devresi sona erdi ve Kütahya ebediyyen Türk hakimiyetine girdi.


Karakeçili Yörükleri Hakkında Bir Araştırma

Mart 28, 2009

Orta Asya Anadolu ve Rumeli sürecinde Türkler, sosyal statüleri bakımından şehirli, köylü ve konar-göçer topluluklar hâlinde yaşamışlardır. Bunlardan göçerler, en eski Türk toplum yapısından başlayarak kalabalık sınıfı oluşturmuşlardır. Bu durum uzun yıllar devam etmiş ve denge Osmanlı Devleti’nin iskân siyaseti ve değişen şartlarla oluşan yeni yaşama tarzı sonucunda göçerlerin aleyhine bozulmuş, bu suretle yerleşik hayat tarzı yaygınlaşmıştır. Buna rağmen yerleşik Türklerin yanında göçebe yaşayışı sürdüren önemli sayıdaki Türkmenlere “Yörük” denilmiştir. Konar-göçer ve göçebe demek olan Yörük kelimesi, Anadolu’da “yörü” fiilinden meydana gelmiştir.

Karakeçili Türkmenleri de “Yörük” adıyla anılırlar. Bunun sebebi, Anadolu’da iskân edilmelerinden önce konar-göçer olmalarındandır. 16. yüzyıla ait eski Osmanlı tahrir kayıtlarından Karakeçili aşiretinin önemli bir kısmının diğer Yörük aşiretlerle birlikte-”Azizbeğlu ve Tos-bağa” aşiretleri- Beypazarı, Sivrihisar ve Sultan önü civarında bugün Eskişehir yöresinde gördüğümüz. Karakeçililerin ataları oldukları anlaşılmaktadır. Ankara sancağına bağlı olan ve defterlerde kayıtlı Karakeçililerde yukarıda sözünü ettiğimiz ve “Ulu-Yörük” adıyla anılan bu aşiretler birliğine bağlıdır. Bunların aynı zamanda Kırşehir yöresinde yaşayan büyük Karakeçili oymağının önemli bir kolunu teşkil etmekte oldukları bilinmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda oymak, aşiret ve cemaatler üzerine Başbakanlık Osmanlı Arşiv belgelerine dayanarak önemli bir eser meydana gelirmiş olan Cevdet Türkay, Karakeçililerin yaygın olarak yaşadıkları sahaları şu şekilde tesbit elmiş bulunmaktadır: Adana, Diyarbekir, Siverek, Eskişehir, Siirt, Birecik, Ankara, Kütahya, Ruha (Urfa), Rakka, Aydın, Kırşehir, Balıkesir, Haymana, Manisa, Trablus-Şam, Kula, Eşme (Kütahya), Bursa, Alaşehir… Yine Türkay, sözünü ettiğimiz vesikalara dayanarak, Karakeçililerin “Türkmen yörükanı taifesinden” yani Türkmen topluluğundan olduklarını kaydetmektedir.

Türk devletlerinde topluluk ve boy düzeninde kendine özgü bir teşkilâtlanma yapısı vardır. Selçuklulardan önceki Türk teşkilâtlanma ve boy düzeni incelendiğinde ikili bir düzen kendisini gösterir. Asya Hun ve Avrupa Hun devletleriyle Göktürkler ve buna mümasil diğer Türk devletlerinde bu teşkilâtlanma yapısı görülmekledir. Bu ikili düzen doğu-batı şeklindedir. Bu düzen yine kuzey-güney, sağ-sol şeklinde de görülür. Tuna Bulgarları ve Macarlarda bu ikili düzenin büyük-küçük şeklinde ifade edildiği tesbit edilmiştir. Öte taraftan, Oğuz Bulgar ve Karluk Türk gruplarında iç-dış, yine Oğuzlarda Bozok-Üçok, Hun, Ogur, Bulgar, Hazar, Macar, Kuman ve Türgeşlerde ak-kara gibi terimlerle Türklere has bu teşkilâtlanma biçimi görülmektedir.

Hattâ Türk boylarında daha alt sosyal gruplarda da bu ikili teşkilâtlanma görülmektedir. Meselâ, Akkoyunlu-Karakoyunlu, Akkeçili-Karakeçili, Akbudun-Karabudun gibi…

En eski Türk destanlarından olan Oğuz Kağan Destanı’nda, yukarıda belirttiğimiz ikili düzen görülmektedir. Ünlü destanda, Türk toplumunun Üçok ve Bozok kollarına ayrılması şu şekilde anlatılmaktadır. “… Sonra Oğuz Kağan büyük bir kurultay topladı. Maiyeti ve halkını çağırdı. Onlar geldiler ve müşavere ettiler. Oğuz Kağan büyük ordugâh kurdu. Sağ yanına kırk kulaç direk diktirdi. Üstüne bir gümüş tavuk koydurdu. Altına bir ak koyun bağladı. Sol yanına kırk kulaç direk diktirdi, Altına bir kara koyun bağladı. Sağ yanda Bozoklar oturdu. Sol yanda Üçoklar oturdu…

Oğuz Kağan Destanı’ndaki bu kayıttan, sağ kol olan Bozokların Türk toplumundaki yerinin daha üst seviyede ve ak koyun sahibi oldukları, buna karşın Üçokların Bozuklardan sonra geldikleri ve kara koyun sahibi oldukları anlaşılmaktadır.

Bugün Anadolu’da çeşitli coğrafî mekânlarda yaşamakta olan yörükler arasında da buna benzer bir ayırım dikkatimizi çekmektedir. Özellikle günümüzde Uludağ yöresinde yer tutan yörük grubu arasında Kızılkeçili ve Karakeçili oymakları görülmektedir. Kızılkeçili ve Karakeçili oymakları birbirlerinden giyim kuşam, çalışma sahaları ve sahip oldukları hayvanlara varıncaya kadar farklılıklar göstermektedir. Bunlar arasında Kızılkeçililerin çadırlarının alaçık olmasına karşın, Karakeçililerin çadırlarının karaçadır olması gibi daha birçok ayrılıklar vardır. Bu Türkmenler arasındaki bir kanaat da, Kızılkeçililerin hünkâr elli, Karakeçililerin ise oba elli olmalarıdır. Yani kendilerini Bozok ve Üçok gibi ayırdıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, ünlü Oğuz Kağan Destanı’ndaki Bozok ve Üçok şeklindeki ayırım Raşiduddin ve Kaşgarlı Mahmut’un da tasnifleriyle tarihe mal olmuştur. Bu sınıflandırmaya göre, Bozoklar, Günhan, Ayhan ve Yıldızhan kollarına tâbi olan her biri dörder olmak üzere 12 boya ayrılmaktadırlar, ki bunlar Kayı, Bayat, Alkaevli, Karasevli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, Avşar, Kızık, Beğdili ve Karkın’dır.

Üçoklar ise, Gökhan, Dağhan ve Denizhan kollarına bağlı, yine her biri dörder olmak üzere 12 boya ayrılmaktadırlar. Bunlar Bayındır, Peçenek, Çavundur, Çepni, Salur, Eymur, Layıntlu, Üreğir, İğdir, Büğdüz, Yiva ve Kınık boylarıdır.

ikili ve 4-12-24 şeklindeki boy tasnifi Türkmenler arasında çok yaygındır. Nitekim, Karakeçili yörükleri de 12 aşiretten meydana gelmişlerdir. Bilecik Pazaryeri Günyurdu köyünde yerleşik hayata geçen Karakeçili yörükleri, “Karakeçili oniki kalemdir” demek suretiyle, kendilerini 12 kola ayırmaktadırlar. Bu aşiret veya kollar şunlardır: Veliler, Poyrazlı, Kıldanlı, Softalı, Karakayalı, Talazlı, Şazlı, Hacıhalil, Hayyam Kethüda, Akça İnli, Özbekli, Karabakılı. Karakeçililerin kendilerini 12 kısma ayırarak tasnif etmeleri, kök itibariyle Asya’dan gelen diğer Türkmen topluluklarına bağlı olmaları sonucuna bizi götürmektedir.

Karakeçililerin sözde ayrı bir topluluk addedilen ve yine Oğuz, geleneğine göre 24 boya ayrılan, “Türkman Ekrâdı” şeklinde nitelendirilen Kürt topluluğunun Milan ve Zilan şeklindeki iki kolundan Milan yani Milliler içinde yer aldıkları ve ikinci sırada bulundukları görülmektedir. Bu Karakeçililerin, özellikle Urfa’nın, Siverek, Viranşehir ve Suruç havalisinde yaşadıkları bilinmektedir. Bunların önemli bir kısmı Fars kültürünün etkisinde kalmıştır.

Karakeçili aşireti, Osmanlı Devleti’ni kuran Kayı boyuna mensuptur. “Kayı”, sağlam, metin, güçlü ve kuvvetli anlamlarına gelmektedir. Kayı boyu Oğuzların en büyük boyu olup, Bozoklara tâbidir. Doğudan Anadolu’ya gelişen göçlerin önemli nedenlerinden bir tanesi de bilindiği gibi Moğol istilâsıdır. İşte Moğolların baskı ve saldırıları nedeniyle Karakeçililer, bağlı bulundukları Kayı boyu ile birlikte, Türkistan-Horasan ve Anadolu çizgisinde göçe mecbur kalmışlardır. Bu göç esnasında reisleri Ertuğrul Bey idaresinde Anadolu’ya gelen Kayı boyu ve Karakeçililer göçebe yaşayışını sürdürmüşlerdir.

Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rol oynayan Karakeçililer, 11. yüzyıldan beri varlıklarını hissettirmişlerdir. Öncelikle Keçilü cemaatleri, başta Karakeçililer olmak üzere, Sarıkeçili, Teke Türkmenleri vs. gibi değişik adlarla Anadolu’nun birçok bölgesine yayılmışlardır. Doğudan batıya bu şekilde yayılan bu aşiretin muhtelif kolları şunlardır: Urfa, Siverek ve Suruç Karakeçililerinin varlıkları XV. ve XVI. yüzyıllardan beri bilinmektedir. Urfa Karakeçilileri ile Bingöl’ün Simsor Karakeçilileri Doğu Anadolu ZazaTürk aşiret grupları içinde yer alır.

Siverek Karakeçilileri kendilerini Türkmen olarak kabul etmektedirler. Bunlar yaşamakta oldukları köylerinin adlan da tamamen Türkçedir. Yüzyıllardan beri isimler değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Sözkonusu bu köyler arasında, Ağaören, Deliktaş, Karahöyük, Karadibek, Kurtini, Başıbüyük, Göllü, Mezra, Karacaviran, Mizar, Çabakçur, Karafinik, Bozkaya, Kabasırt, Kabahaydar, Sadıklı, Salur, Çepini vs…

Bingöl’ün Simsor köyü Karakeçililer tarafından kurulmuştur. Güneyde Karakeçililer Rakka’ya kadar uzanmışlardır. XVI. yüzyıl Diyarbakır Tapu Tahrir Defteri’ne göre, günümüzdeki Milli Aşiret grupları Karakeçililerdendir. Yine Gaziantep’e bağlı Körkün, Barak ve Hacıbayram köyleri Karakeçililer tarafından kurulmuştur.

Kırıkkale ilinin Karakeçili ilçesinde yaşayan Karakeçililer, Anadolu’nun diğer yörelerinde yaşayan Karakeçililerle akrabadırlar. Karakeçililer, Osmanlı kayıtlarında “Ulu Yörük” şeklinde anılan ve diğer bazı boyları da ihtiva eden birliğin bir koludurlar. Ankara şeriye sicillerinde Karakeçililerle ilgili kayıtlarda geçen, “Yörükanı Karakeçili” deyimi buradaki Karakeçililerin yürüklüğüne işaret eder.

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki 982 tarihli Tapu Tahrir Defteri’nde Ankara Karakeçilileri “Ulu Yörük” adıyla anılmışlardır. En eski yörük ve en köklü boy anlamına gelen bu kayıt, Karakeçililerin mazileri hakkında bize fikir vermektedir.

Karakeçililer, Süleyman Şah ile Ertuğrul Gazi idaresinde, Fırat nehrini takip ederek. Rakka üzerinden Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu göç esnasında yaklaşık 8000 civarında Karakeçili Urfa yöresine gelmiş ve burada ikâmet etmişlerdir. Sonra bunların bir kısmı Konya, Bursa, Eskişehir, Bilecik ve Gaziantep’e yerleşmişlerdir. Bunun yanında yine Urfa’ya mücavir olan Halep ve Arappınar (Mürşitpınar) ile Elazığ çevresine yerleşenler de olmuştur. Elazığ Karakeçililerine “Çarsancaklı” denilmektedir. Gaziantep havalisine yerleşen Karakeçililer ise, “Albayramlar” adıyla anılırlar.

Bilindiği gibi, Anadolu’daki Karakeçililerin önemli bir bölümü Urfa havalisinde yaşamaktadır. Burada yaşayan Karakeçililer Türk oldukları hâlde, Türkçeden farklı bir dil konuşmaktadırlar. Ancak konuşulan bu dilin “Gürmanç” ağzı olduğu ve Tuncer Gülensoy’un tesbitlerine göre, “Doğu Anadolu Osmanlıcası” olduğunu söylemek mümkündür. Aynı Hoca’nın burada yaşayan Karakeçililerle ilgili tesbitleri şöyledir: “Urfa-Suruç yöresinde yaşayan Karakeçililerin büyük bir kısmı “Gürmanç” ağzını konuşmakladırlar. Ancak bunun yüzde seksenbeşi Türkçe kelimelerden oluşmaktadır.

Karakeçililer üzerinde sosyolojik araştırmalar yapan Ziya Gökalp ve Mehmet Eröz’ün görüşleri de bu düşüncelerle beraber değerlendirildiğinde, olayın realitesi açığa çıkmaktadır. Ziya Gökalp, Viranşehir’deki Millilere komşu olarak nitelendirdiği Karakeçililerin -ki aslında bu boyun içinde addedilmektedirler-Bursa’daki Karakeçililerin bir bölümünü oluşturduklarını ve zamanla Türkçeyi unuttuklarını ifade ederek, bunların köy isimlerinden hareketle Türk olduklarının anlaşıldığını söylemektedir. Nitekim, Salur ve Kangılı köylerinin Karacadağ’da yer aldığını, bunların da eski Türk boy adları olduğunu söylemektedir. Ziya Gökalp, buradaki Türkan aşiretinin de aynı akibete uğradığına işaret etmektedir.

Karakeçililer, geçmişte Ertuğrul Gazi Türbesi’ni her yıl Nevruz gününde ziyaret ederlerdi. Burada bir tür anma toplantısı niteliğinde buluşur ve şenlik düzenlerlerdi. Ancak sonraları bu geleneği Eylül ayının ikinci haftasında yapmaya başlamışlardır. Bu ziyaret ve şenlik Karakeçililerin bayramıdır. Atlarla buraya gelen ve kurbanlar kesen Karakeçililer görkemli törenler yaparlardı. Bu esnada cirit oyunları ve güreş müsabakaları da yapılırdı.

Bu ziyaret ve şenlikler II. Abdülhamid zamanında resmileştirilmiştir.

Osmanlı yönetimine sadakatla bağlı kalan Karakeçililer, genel olarak herhangi bir disiplinsizlik hareketine girmemişlerdir. Sultan II. Abdülhamid sarayın muhafazası için Karakeçilileri görevlendirmiştir. Hem Yavuz Sultan Selim, hem de II. Abdülhamid tarafından Karakeçililere sancak verildiği ve kendilerine çok güvenildiği rivâyeti de yaygındır.

Bilindiği gibi, II. Abdülhamid, Alman İmparatoru’na Karakeçili aşiretinin mensuplarını tanıtırken, kendi akrabaları olarak takdim etmiştir. Ayrıca aynı padişah Karakeçililerin bulunduğu bir alay meydana getirerek, bu alaya “Ertuğrul Alayı” adını vermiştir, ki bu da çok manidardır. Yine kendi adıyla oluşturduğu “Hamidiye Alayları”nda, ki bunlar da Çanakkale ve Doğu Cephesi’nde Ruslar, İran ve Ermenilerle olan çarpışmalarda önemli hizmetler ifa etmiştir, Karakeçililer yer almıştır.

Cumhuriyet döneminde de Karakeçililer devlete sadakatla bağlı kalmışlardır. Millî Mücadele’de Urfa ve havalisindeki millî faaliyetlerde ve özellikle yörenin Fransız işgalinden kurtarılması ile bazı iç isyanların bastırılmasında, Siverek kuvvetleri içinde yer alan Karakeçililer, diğer Türkmen (Oğuz) kuvvetleri olan İzoli, Beğdili (Badıllı), Karahanlı aşiretleri gibi üzerlerine düşeni yapmışlardır.

Yine Millî Mücadele’de Güneydoğu Anadolu’daki Milli aşiretinin neden olduğu ayaklanma teşebbüsüne katılmayan Karakeçililer, Viranşehir ve çevresinde İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle mücadeleye giriştikleri gibi, isyancılarla da mücadele etmişlerdir. Ancak bu isyan sırasında Karakeçililerin ileri gelenleri hayatlarım kaybetmişlerdir. Mardin’de bulunan Beşinci Tümen’in çabaları ve millî kuvvetlerin yardımıyla bu isyan hareketi bastırılmış ve asiler Suriye’ye kaçmak zorunda kalmışlardır.

Güneydoğu Anadolu’da olduğu gibi Orta ve Batı Anadolu bölgelerindeki Karakeçililer de Millî Mücadele’ye destek vermişler ve önemli vazifeler ifa etmişlerdir. Batı cephesinde Yunanlılara karşı ve bazı iç isyanların bastırılmasında önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa’nın yakın silâh arkadaşlarından Yarbay Mehmet Arif Bey oluşturduğu özel bir “Karakeçili Müfrezesi” ile Millî Mücadele’ye katkıda bulunmuştur.

Sonuç olarak, Karakeçililerin Hocamız Faruk Sümer’in “Türkmenler” dediği Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyuna mensup oldukları ve yüzyıllara dayanan bir mazilerinin olduğu açıktır. Anadolu’yu ebedî vatan yapan Türkiye Selçukluları ve Osmanlı Devleti zamanında varolan ve Anadolu birliği içinde çok uzak olmasa da farklı yörelerde yaşayan bu insanlar, âdeta Anadolu insanın kardeşlik ve birliğinin simgesini oluşturmaktadırlar, denilebilir. Kısacası, millî birlik ve beraberliğe, kardeşliğe güzel bir örnektir Karakeçililer… Devlete ve millete hizmet yolunda Cumhuriyet döneminde de sadakada bağlı kalan bu aşiretin “Yörük Bayramı” kutlu olsun…

Sözlerimi Büyük Atatürk’ün şu cümlesiyle bitirmek istiyorum; “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır…

DİPNOTLAR

*Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Başkanı

Kırıkkale-TÜRKİYE.

(1) Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1967, s. 9.
(2) Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1964, s.182.
(3) Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul 1979, s. 476.

(4) İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul 1994. s. 259.

(5) AbdulhalukÇay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara 1996, s. 245.


Karakeçili Yörükleri Hakkında Bir Araştırma

Mart 28, 2009

Orta Asya Anadolu ve Rumeli sürecinde Türkler, sosyal statüleri bakımından şehirli, köylü ve konar-göçer topluluklar hâlinde yaşamışlardır. Bunlardan göçerler, en eski Türk toplum yapısından başlayarak kalabalık sınıfı oluşturmuşlardır. Bu durum uzun yıllar devam etmiş ve denge Osmanlı Devleti’nin iskân siyaseti ve değişen şartlarla oluşan yeni yaşama tarzı sonucunda göçerlerin aleyhine bozulmuş, bu suretle yerleşik hayat tarzı yaygınlaşmıştır. Buna rağmen yerleşik Türklerin yanında göçebe yaşayışı sürdüren önemli sayıdaki Türkmenlere “Yörük” denilmiştir. Konar-göçer ve göçebe demek olan Yörük kelimesi, Anadolu’da “yörü” fiilinden meydana gelmiştir.

Yazının devamını oku »


Karakeçili Yörükleri Hakkında

Mart 26, 2009

Ortaasya Anadolu ve Rumeli sürecinde Türkler, sosyal statüleri bakımından şehirli, köylü ve konar-göçer topluluklar hâlinde yaşamışlardır. Bunlardan göçerler, en eski Türk toplum yapısından başlayarak kalabalık sınıfı oluşturmuşlardır. Bu durum uzun yıllar devam etmiş ve denge Osmanlı Devleti’nin iskân siyaseti ve değişen şartlarla oluşan yeni yaşama tarzı sonucunda göçerlerin aleyhine bozulmuş, bu suretle yerleşik hayat tarzı yaygınlaşmıştır. Buna rağmen yerleşik Türklerin yanında göçebe yaşayışı sürdüren önemli sayıdaki Türkmenlere “Yörük” denilmiştir. Konar-göçer ve göçebe demek olan yörük kelimesi, Anadolu’da “yörü” fiilinden meydana gelmiştir.1

Karakeçili Türkmenleri de “Yörük” adıyla anılırlar. Bunun sebebi, Anadolu’da iskân edilmelerinden önce konar-göçer olmalarındandır. 16. yüzyıla ait eski Osmanlı tahrir kayıtlarından Karakeçili aşiretinin önemli bir kısmının diğer yörük aşiretlerle birlikte-“Azizbeğlu ve Tos-bağa” aşiretleri- Beypazarı, Sivrihisar ve Sultanönü civarında bugün Eskişehir yöresinde gördüğümüz. Karakeçililerin ataları oldukları anlaşılmaktadır. Ankara sancağına bağlı olan ve defterlerde kayıtlı Karakeçililerde yukarıda sözünü ettiğimiz ve “Ulu-Yörük” adıyla anılan bu aşiretler birliğine bağlıdır. Bunların aynı zamanda Kırşehir yöresinde yaşayan büyük Karakeçili oymağının önemli bir kolunu teşkil etmekte oldukları bilinmektedir.2

Osmanlı İmparatorluğu’nda oymak, aşiret ve cemaatler üzerine Başbakanlık Osmanlı Arşiv belgelerine dayanarak önemli bir eser meydana gelirmiş olan Cevdet Türkay, Karakeçililerin yaygın olarak yaşadıkları sahaları şu şekilde tesbit elmiş bulunmaktadır: Adana, Diyarbekir, Siverek, Eskişehir, Siirt, Birecik, Ankara, Kütahya, Ruha (Urfa), Rakka, Aydın, Kırşehir, Balıkesir, Haymana, Manisa, Trablus-Şam, Kula, Eşme (Kütahya), Bursa, Alaşehir… Yine Türkay, sözünü ettiğimiz vesikalara dayanarak, Karakeçililerin “Türkmen yörükanı taifesinden” yani Türkmen topluluğundan olduklarını kaydetmektedir.3

Türk devletlerinde topluluk ve boy düzeninde kendine özgü bir teşkilâtlanma yapısı vardır. Selçuklulardan önceki Türk teşkilâtlanma ve boy düzeni incelendiğinde ikili bir düzen kendisini gösterir. Asya Hun ve Avrupa Hun devletleriyle Göktürkler ve buna mümasil diğer Türk devletlerinde bu teşkilâtlanma yapısı görülmekledir. Bu ikili düzen doğu-batı şeklindedir. Bu düzen yine kuzey-güney, sağ-sol şeklinde de görülür. Tuna Bulgarları ve Macarlarda bu ikili düzenin büyük-küçük şeklinde ifade edildiği tesbit edilmiştir. Öte taraftan, Oğuz Bulgar ve Karluk Türk gruplarında iç-dış, yine Oğuzlarda Bozok-Üçok, Hun, Ogur, Bulgar, Hazar, Macar, Kuman ve Türgeşlerde ak-kara gibi terimlerle Türklere has bu teşkilâtlanma biçimi görülmektedir.4 Hattâ Türk boylarında daha alt sosyal gruplarda da bu ikili teşkilâtlanma görülmektedir. Meselâ, Akkoyunlu-Karakoyunlu, Akkeçili-Karakeçili, Akbudun-Karabudun gibi…5

En eski Türk destanlarından olan Oğuz Kağan Destanı’nda, yukarıda belirttiğimiz ikili düzen görülmektedir. Ünlü destanda, Türk toplumunun Üçok ve Bozok kollarına ayrılması şu şekilde anlatılmaktadır. “… Sonra Oğuz Kağan büyük bir kurultay topladı. Maiyeti ve halkını çağırdı. Onlar geldiler ve müşavere ettiler. Oğuz Kağan büyük ordugâh kurdu. Sağ yanına kırk kulaç direk diktirdi. Üstüne bir gümüş tavuk koydurdu. Altına bir ak koyun bağladı. Sol yanına kırk kulaç direk diktirdi, Altına bir kara koyun bağladı. Sağ yanda Bozoklar oturdu. Sol yanda Üçoklar oturdu…”6

Oğuz Kağan Destanı’ndaki bu kayıttan, sağ kol olan Bozokların Türk toplumundaki yerinin daha üst seviyede ve ak koyun sahibi oldukları, buna karşın Üçokların Bozuklardan sonra geldikleri ve kara koyun sahibi oldukları anlaşılmaktadır.7

Bugün Anadolu’da çeşitli coğrafî mekânlarda yaşamakta olan yörükler arasında da buna benzer bir ayırım dikkatimizi çekmektedir. Özellikle günümüzde Uludağ yöresinde yer tutan yörük grubu arasında Kızılkeçili ve Karakeçili oymakları görülmektedir. Kızılkeçili ve Karakeçili oymakları birbirlerinden giyim kuşam, çalışma sahaları ve sahip oldukları hayvanlara varıncaya kadar farklılıklar göstermektedir. Bunlar arasında Kızılkeçililerin çadırlarının alaçık olmasına karşın, Karakeçililerin çadırlarının karaçadır olması gibi daha birçok ayrılıklar vardır. Bu Türkmenler arasındaki bir kanaat da, Kızılkeçililerin hünkâr elli, Karakeçililerin ise oba elli olmalarıdır. Yani kendilerini Bozok ve Üçok gibi ayırdıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, ünlü Oğuz Kağan Destanı’ndaki Bozok ve Üçok şeklindeki ayırım Raşiduddin ve Kaşgarlı Mahmut’un da tasnifleriyle tarihe mal olmuştur. Bu sınıflandırmaya göre, Bozoklar, Günhan, Ayhan ve Yıldızhan kollarına tâbi olan her biri dörder olmak üzere 12 boya ayrılmaktadırlar, ki bunlar Kayı, Bayat, Alkaevli, Karasevli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, Avşar, Kızık, Beğdili ve Karkın’dır.

Üçoklar ise, Gökhan, Dağhan ve Denizhan kollarına bağlı, yine her biri dörder olmak üzere 12 boya ayrılmaktadırlar. Bunlar Bayındır, Peçenek, Çavundur, Çepni, Salur, Eymur, Layıntlu, Üreğir, İğdir, Büğdüz, Yiva ve Kınık boylarıdır.8

ikili ve 4-12-24 şeklindeki boy tasnifi Türkmenler arasında çok yaygındır. Nitekim, Karakeçili yörükleri de 12 aşiretten meydana gelmişlerdir. Bilecik Pazaryeri Günyurdu köyünde yerleşik hayata geçen Karakeçili yörükleri, “Karakeçili oniki kalemdir” demek suretiyle, kendilerini 12 kola ayırmaktadırlar. Bu aşiret veya kollar şunlardır: Veliler, Poyrazlı, Kıldanlı, Softalı, Karakayalı, Talazlı, Şazlı, Hacıhalil, Hayyam Kethüda, Akça İnli, Özbekli, Karabakılı. Karakeçililerin kendilerini 12 kısma ayırarak tasnif etmeleri, kök itibariyle Asya’dan gelen diğer Türkmen topluluklarına bağlı olmaları sonucuna bizi götürmektedir.9

Karakeçililerin sözde ayrı bir topluluk addedilen ve yine Oğuz, geleneğine göre 24 boya ayrılan, “Türkman Ekrâdı” şeklinde nitelendirilen Kürt topluluğunun Milan ve Zilan şeklindeki iki kolundan Milan yani Milliler içinde yer aldıkları ve ikinci sırada bulundukları görülmektedir. Bu Karakeçililerin, özellikle Urfa’nın, Siverek, Viranşehir ve Suruç havalisinde yaşadıkları bilinmektedir. Bunların önemli bir kısmı Fars kültürünün etkisinde kalmıştır.10

Karakeçili aşireti, Osmanlı Devleti’ni kuran Kayı boyuna mensuptur. “Kayı”, sağlam, metin, güçlü ve kuvvetli anlamlarına gelmektedir. Kayı boyu Oğuzların en büyük boyu olup, Bozoklara tâbidir. Doğudan Anadolu’ya gelişen göçlerin önemli nedenlerinden bir tanesi de bilindiği gibi Moğol istilâsıdır. İşte Moğolların baskı ve saldırıları nedeniyle Karakeçililer, bağlı bulundukları Kayı boyu ile birlikte, Türkistan-Horasan ve Anadolu çizgisinde göçe mecbur kalmışlardır. Bu göç esnasında reisleri Ertuğrul Bey idaresinde Anadolu’ya gelen Kayı boyu ve Karakeçililer göçebe yaşayışını sürdürmüşlerdir.

Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rol oynayan Karakeçililer, 11. yüzyıldan beri varlıklarını hissettirmişlerdir. Öncelikle Keçilü cemaatleri, başta Karakeçililer olmak üzere, Sarıkeçili, Teke Türkmenleri vs. gibi değişik adlarla Anadolu’nun birçok bölgesine yayılmışlardır. Doğudan batıya bu şekilde yayılan bu aşiretin muhtelif kolları şunlardır: Urfa, Siverek ve Suruç Karakeçililerinin varlıkları XV. ve XVI. yüzyıllardan beri bilinmektedir. Urfa Karakeçilileri ile Bingöl’ün Simsor Karakeçilileri Doğu Anadolu ZazaTürk aşiret grupları içinde yer alır.11

Siverek Karakeçilileri kendilerini Türkmen olarak kabul etmektedirler. Bunlar yaşamakta oldukları köylerinin adlan da tamamen Türkçedir. Yüzyıllardan beri isimler değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Sözkonusu bu köyler arasında, Ağaören, Deliktaş, Karahöyük, Karadibek, Kurtini, Başıbüyük, Göllü, Mezra, Karacaviran, Mizar, Çabakçur, Karafinik, Bozkaya, Kabasırt, Kabahaydar, Sadıklı, Salur, Çepini vs…12

Bingöl’ün Simsor köyü Karakeçililer tarafından kurulmuştur. Güneyde Karakeçililer Rakka’ya kadar uzanmışlardır. XVI. yüzyıl Diyarbakır Tapu Tahrir Defteri’ne göre, günümüzdeki Milli Aşiret grupları Karakeçililerdendir. Yine Gaziantep’e bağlı Körkün, Barak ve Hacıbayram köyleri Karakeçililer tarafından kurulmuştur.

Kırıkkale ilinin Karakeçili ilçesinde yaşayan Karakeçililer, Anadolu’nun diğer yörelerinde yaşayan Karakeçililerle akrabadırlar. Karakeçililer, Osmanlı kayıtlarında “Ulu Yörük” şeklinde anılan ve diğer bazı boyları da ihtiva eden birliğin bir koludurlar. Ankara şeriye sicillerinde Karakeçililerle ilgili kayıtlarda geçen, “Yörükanı Karakeçili” deyimi buradaki Karakeçililerin yürüklüğüne işaret eder.13 Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki 982 tarihli Tapu Tahrir Defteri’nde Ankara Karakeçilileri “Ulu Yörük” adıyla anılmışlardır. En eski yörük ve en köklü boy anlamına gelen bu kayıt, Karakeçililerin mazileri hakkında bize fikir vermektedir.

Karakeçililer, Süleyman Şah ile Ertuğrul Gazi idaresinde, Fırat nehrini takip ederek. Rakka üzerinden Anadolu’ya gelmişlerdir. Bu göç esnasında yaklaşık 8000 civarında Karakeçili Urfa yöresine gelmiş ve burada ikâmet etmişlerdir. Sonra bunların bir kısmı Konya, Bursa, Eskişehir, Bilecik ve Gaziantep’e yerleşmişlerdir. Bunun yanında yine Urfa’ya mücavir olan Halep ve Arappınar (Mürşitpınar) ile Elazığ çevresine yerleşenler de olmuştur. Elazığ Karakeçililerine “Çarsancaklı” denilmektedir. Gaziantep havalisine yerleşen Karakeçililer ise, “Albayramlar” adıyla anılırlar.

Bilindiği gibi, Anadolu’daki Karakeçililerin önemli bir bölümü Urfa havalisinde yaşamaktadır. Burada yaşayan Karakeçililer Türk oldukları hâlde, Türkçeden farklı bir dil konuşmaktadırlar. Ancak konuşulan bu dilin “Gürmanç” ağzı olduğu ve Tuncer Gülensoy’un tesbitlerine göre, “Doğu Anadolu Osmanlıcası” olduğunu söylemek mümkündür. Aynı Hoca’nın burada yaşayan Karakeçililerle ilgili tesbitleri şöyledir: “Urfa-Suruç yöresinde yaşayan Karakeçililerin büyük bir kısmı “Gürmanç” ağzını konuşmakladırlar. Ancak bunun yüzde seksenbeşi Türkçe kelimelerden oluşmaktadır.”l4

Karakeçililer üzerinde sosyolojik araştırmalar yapan Ziya Gökalp ve Mehmet Eröz’ün görüşleri de bu düşüncelerle beraber değerlendirildiğinde, olayın realitesi açığa çıkmaktadır. Ziya Gökalp, Viranşehir’deki Millilere komşu olarak nitelendirdiği Karakeçililerin -ki aslında bu boyun içinde addedilmektedirler-Bursa’daki Karakeçililerin bir bölümünü oluşturduklarını ve zamanla Türkçeyi unuttuklarını ifade ederek, bunların köy isimlerinden hareketle Türk olduklarının anlaşıldığını söylemektedir. Nitekim, Salur ve Kangılı köylerinin Karacadağ’da yer aldığını, bunların da eski Türk boy adları olduğunu söylemektedir. Ziya Gökalp, buradaki Türkan aşiretinin de aynı akibete uğradığına işaret etmektedir.

Karakeçililer, geçmişte Ertuğrul Gazi Türbesi’ni her yıl Nevruz gününde ziyaret ederlerdi. Burada bir tür anma toplantısı niteliğinde buluşur ve şenlik düzenlerlerdi. Ancak sonraları bu geleneği Eylül ayının ikinci haftasında yapmaya başlamışlardır. Bu ziyaret ve şenlik Karakeçililerin bayramıdır. Atlarla buraya gelen ve kurbanlar kesen Karakeçililer görkemli törenler yaparlardı. Bu esnada cirit oyunları ve güreş müsabakaları da yapılırdı.15 Bu ziyaret ve şenlikler II. Abdülhamid zamanında resmileştirilmiştir.

Osmanlı yönetimine sadakatla bağlı kalan Karakeçililer, genel olarak herhangi bir disiplinsizlik hareketine girmemişlerdir. Sultan II. Abdülhamid sarayın muhafazası için Karakeçilileri görevlendirmiştir. Hem Yavuz Sultan Selim, hem de II. Abdülhamid tarafından Karakeçililere sancak verildiği ve kendilerine çok güvenildiği rivâyeti de yaygındır.

Bilindiği gibi, II. Abdülhamid, Alman İmparatoru’na Karakeçili aşiretinin mensuplarını tanıtırken, kendi akrabaları olarak takdim etmiştir. Ayrıca aynı padişah Karakeçililerin bulunduğu bir alay meydana getirerek, bu alaya “Ertuğrul Alayı” adını vermiştir, ki bu da çok manidardır. Yine kendi adıyla oluşturduğu “Hamidiye Alayları”nda, ki bunlar da Çanakkale ve Doğu Cephesi’nde Ruslar, İran ve Ermenilerle olan çarpışmalarda önemli hizmetler ifa etmiştir, Karakeçililer yer almıştır.

Cumhuriyet döneminde de Karakeçililer devlete sadakatla bağlı kalmışlardır. Millî Mücadele’de Urfa ve havalisindeki millî faaliyetlerde ve özellikle yörenin Fransız işgalinden kurtarılması ile bazı iç isyanların bastırılmasında, Siverek kuvvetleri içinde yer alan Karakeçililer, diğer Türkmen (Oğuz) kuvvetleri olan İzoli, Beğdili (Badıllı), Karahanlı aşiretleri gibi üzerlerine düşeni yapmışlardır.16

Yine Millî Mücadele’de Güneydoğu Anadolu’daki Milli aşiretinin neden olduğu ayaklanma teşebbüsüne katılmayan Karakeçililer, Viranşehir ve çevresinde İngiliz ve Fransız kuvvetleriyle mücadeleye giriştikleri gibi, isyancılarla da mücadele etmişlerdir. Ancak bu isyan sırasında Karakeçililerin ileri gelenleri hayatlarım kaybetmişlerdir. Mardin’de bulunan Beşinci Tümen’in çabaları ve millî kuvvetlerin yardımıyla bu isyan hareketi bastırılmış ve asiler Suriye’ye kaçmak zorunda kalmışlardır.17

Güneydoğu Anadolu’da olduğu gibi Orta ve Batı Anadolu bölgelerindeki Karakeçililer de Millî Mücadele’ye destek vermişler ve önemli vazifeler ifa etmişlerdir. Batı cephesinde Yunanlılara karşı ve bazı iç isyanların bastırılmasında önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Mustafa Kemal Paşa’nın yakın silâh arkadaşlarından Yarbay Mehmet Arif Bey oluşturduğu özel bir “Karakeçili Müfrezesi” ile Millî Mücadele’ye katkıda bulunmuştur.18

Sonuç olarak, Karakeçililerin Hocamız Faruk Sümer’in “Türkmenler” dediği Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyuna mensup oldukları ve yüzyıllara dayanan bir mazilerinin olduğu açıktır. Anadolu’yu ebedî vatan yapan Türkiye Selçukluları ve Osmanlı Devleti zamanında varolan ve Anadolu birliği içinde çok uzak olmasa da farklı yörelerde yaşayan bu insanlar, âdeta Anadolu insanın kardeşlik ve birliğinin simgesini oluşturmaktadırlar, denilebilir. Kısacası, millî birlik ve beraberliğe, kardeşliğe güzel bir örnektir Karakeçililer… Devlete ve millete hizmet yolunda Cumhuriyet döneminde de sadakada bağlı kalan bu aşiretin “Yörük Bayramı” kutlu olsun…

Sözlerimi Büyük Atatürk’ün şu cümlesiyle bitirmek istiyorum; “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır… “19

DİPNOTLAR
*Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Başkan Kırıkkale-TÜRKİYE.
(1) Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1967, s. 9.
(2) Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1964, s.182.
(3) Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul 1979, s. 476.
(4) İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul 1994. s. 259.
(5) AbdulhalukÇay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Ankara 1996, s. 245.
(6) W. Bang-R. Rahmeti Arat, Oğuz Kağan Destanı, İstanbul 1970, s. 14.
(7) A. Çay, a.g.e., s. 242.
(8) Bu boylara ilişkin geniş bilgi için bkz., Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1 964.
(9) A, Çay, a.g.e., s. 247.
(10) Geniş bilgi için bkz., Mahmut Rışvanoğlu, Doğu Aşiretleri.
(11) A. Çay, “Ertuğrul Gazi, Karakeçililer ve Söğüt Yörük Bayramı”, III. Osmanlı Sempozyumu, Söğüt 1988, s. 7.
(12) A, Çay, a.g.m., s. 7.
(13) 1589 tarihli Ankara Şeriye Sicili.
(14) Tuncer Gülensoy, “Karakeçili”, Ortadoğu Gazetesi, 22 Aralık 1994, s. 2.
(15) Kâmil Su, Balıkesir ve Civarında Yörük Türkmenler, Balıkesir Halkevi Yayını, Sayı 20, İstanbul 1938, s. 40.
(16) Geniş bilgi için bkz., İsmail Özçelik, Millî Mücadele’de Güney Cephesi Urfa, Ankara 1993.
(17) Türk İstiklâl Harbi, VI, Cilt, s.180 vd.
(18) A.Çay,a.g.m., s. 9,
(19) Kadri Top, Atatürk Diyarbakır’da, 1932, s, 4.

Kaynak: İsmail ÖZÇELİK


Teşkilât-ı Mahsusa

Mart 26, 2009

Teşkilât-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa’ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. İttihat ve Terakki’nin Türkçü ve İslamcı siyasi görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunmuştur. Çeşitli tanık ifadelerine göre 1911’den itibaren etkin olmuş, 5 Ağustos 1914’te Harbiye Nezaretine bağlı resmi bir örgüte dönüştürülmüştür. 8 Ekim 1918’de İttihat ve Terakki hükümetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilat-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın Trablusgarp’da İtalyanlara, Batı Trakya’da Bulgar ve Yunanlılara, Mısır ve Irak’ta İngilizlere karşı direniş örgütleme çalışmaları kısmen belgelenmiştir. Buna karşılık 1915 Ermeni Tehciri’nde Teşkilat-ı Mahsusa’nın oynadığı rol, sıklıkla dile getirildiği halde, ayrıntılarıyla ortaya konabilmiş değildir. Teşkilat-ı Mahsusa hakkında tek köklü araştırmanın yazarı olan Philipp Stoddard’a göre, Teşkilat-ı Mahsusa Ermeni tehcirinde hiç bir rol oynamamıştır. Guenter Lewy Stoddard’la 2001 senesinde görüştüğünü ve Stoddard’ın hala aynı sonucu savunduğunu bildiriyor.[1]

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’da oluşturulan Kuva-yı Milliye ve Müdafaa-yı Hukuk gruplarının önde gelen liderlerinin hemen hepsi Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğu bilinen kişilerdir. Buna rağmen Teşkilat-ı Mahsusa ile Milli Mücadele arasındaki örgütsel ilişki yeterince incelenmemiştir.Teşkilatın kurucusu Enver Paşa’dır. Başında ise Hüsamettin bey bulunmaktaydı.

Teşkilat-ı Mahsusa’ya ilişkin tek akademik çalışma, Dr. Philip Stoddard’ın 1963 tarihli doktora tezidir. [2] Teşkilat ileri gelenlerinden Eşref Kuşçubaşı ve Hüsamettin Ertürk’ün anıları yayımlanmıştır. Rauf Orbay’ın anılarında da İran-Afganistan operasyonları hakkında biraz bilgi bulunur. Galip Vardar, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler (1960), yanlı olmakla birlikte değerli bir bilgi kaynağıdır. Hamza Erkan, Bir Avuç Kahraman (1946), Süleyman Askeri’nin Irak macerasına ilişkin geniş bilgi verir.

Teşkilat-ı Mahsusa arşivi elde değildir; 1918’de İttihat ve Terakki liderleri yurt dışına gitmeden önce imha edildiği ileri sürülür. Mütareke döneminde İstanbul’da yapılan Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde teşkilata ilişkin birçok iddia dile getirilmiş ve tanıklar dinlenmiştir. Divan-ı Harp tutanaklarının bir kısmı Taner Akçam tarafından yayımlanmıştır.[3]

Örgütün bir dönem başkanı olan Hüsamettin (Ertürk) Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş amacını şöyle tanımlar:

“Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. Enver paşa’nın bir yandan Emiri Efendi’nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp’in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır.” [4]

Bu örgütün gizli kurucularından biri ismi hep gizli kalmış ve soyu koruma altına alınmıştır. soy ismi ve yaşadığı yer değiştirilmiştir. Soyundan gelen erkek çocukları gizli olarak eğitilerek şuanda bilinen MİT teşkilatına ya alınmış ya da bu teşkilat tarafında korunmuştur. CIA’nın ulaşabildiği tek bilgi SAKARYADA SAPANCA bölgesine yerleşmiş olduklarıdır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusu olan bu kişinin kimliğinin gizlenmesi kafalarda hep soru işareti yaratsada milli mücadelenin ve bağımsızlığın kazanılmasında nasıl bir rol üslendiklerini açıkça göstermektedir.

Philip Stoddard’a göre,

“Teşkilatın iki para kaynağı vardı: Harbiye Nezareti’nin gizli bütçesinden verilen ödenekler ve Almanya’dan yapılan altın aktarımı. Alman altınları, Alman Askeri Misyonu tarafından düzenli olarak İstanbul’a getiriliyordu. Kaynakların tümünden Teşkilat’ın eline geçen toplam miktar 4 milyon altın civarındaydı.”[5]

Stoddard’a göre Birinci Dünya Savaşı sırasında (1916’da) Teşkilat’ın kadrosu 30.000 kişiye ulaşmıştı. [6]

Teşkilat’ın adı ilk kez 1911’de İtalyanların Trablusgarp ve Bingazi’ye (Libya) asker çıkarması üzerine duyuldu. Osmanlı Devleti savaşa doğrudan katılmama kararı aldığı için, bu ülkedeki direniş Teşkilat’ı Mahsusa tarafından yönetildi. Daha sonra Türk siyasetinde önemli roller oynayacak olan birçok kişi, örneğin Mustafa Kemal, Rauf (Orbay), Fethi (Okyar), Nuri (Conker) bu dönemde Teşkilat ajanı olarak Libya’da bulundular. Ancak Libya direnişi başarısızlıkla sona erdi. Osmanlı Devleti Libya’da zaten sözde kalan haklarını kaybettiği gibi, savaş tazminatı olarak Oniki Ada’yı İtalya’ya vermek zorunda kaldı.

Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerin Basra’yı ele geçirmesi üzerine, Teşkilat liderlerinden Süleyman Askeri, Kürt ve Arap aşiretlerinden derlenmiş bir çeteyle İngilizlere karşı vur-kaç saldırıları düzenledi; Abadan’daki petrol tesislerini yaktı. Buna tepki olarak harekete geçen İngilizler, 12-14 Nisan 1915’te Türk ordusunu Şuaybe’de ağır bir yenilgiye uğrattılar. Süleyman Askeri intihar etti.

29 Nisan 1916’da Von der Goltz Paşa Komutasındaki Osmanlı 6. Ordusu’nun İngiliz birliklerini Kut’ül Amara’da yenilgiye uğratıp esir almalarından sonra, Nuri Paşa ve Rauf Bey yönetiminde bir Teşkilat-ı Mahsusa birliği savaşta tarafsız olan İran ve Afganistan’a girerek burada yerli kuvvetlerden oluşturacağı birliklerle İngilizleri arkadan vurmayı denedi. Mareşal Liman von Sanders’e göre bu macera, Irak’taki Türk yenilgisinin nedenlerinden biri oldu.[7]

Ermeni soykırımı iddialarını savunan tarihçilere göre, bu gizli teşkilat iddia edilen soykırımı gerçekleştirmede kullanılan örgütmüş. İddialara göre, Talât Paşa hükûmetinden sonra yeni hükûmeti kuran Ahmet İzzet Paşa teşkilatın tüm belgelerini yoketme emri vermiş. Teşkilat-ı mahsusanın iddia edilen soykırımı gerçekleştirmiş olan örgüt olduğu iddiası, Andonyan belgeleri ve 1919/1920 İstanbul savaş mahkemeleri yanında, soykırım tezini ispatta kullanılan başlıca iddialardan biri. Guenter Lewy’nin verdiği bilgilere göre, Teşkilat-ı Mahsusa hakkındaki iddiaların belgelerde doğrudan dayanağı yok ancak bu iddialar, bu belgeleri okuduğunu belirtenlerin kuşkulu varsayımlarına dayanmaktadır. Lewy, soykırım tezinin savunucularından olan Vahakn Dadrian’ın, orijinal kaynakların imkân vermeyeceği varsayımlarda bulunduğunu bildiriyor.[8]
Stoddart’a göre, Teşkilat-ı Mahsusa, Ermenilerin sınır dışı edilmesinde herhangi bir rol oynamamıştır. [9]

14 Kasım – 23 Kasım 2005 tarihleri arasında Yeni Şafak gazetesinde Abdullah Muradoğlu tarafından Teşkilât-ı Mahsusa hakkında 10 bölümlük bir yazı dizisi yayınlanmıştır. Bu yazı dizisine göre Teşkilât-ı Mahsusa’da görev yapmış ünlü kişilerden bazıları şunlardır:

Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa, Binbaşı Süleyman Askeri, Mehmet Akif Ersoy, Eşref Kuşçubaşı, Teğmen Yakup Cemil, Dr. Bahattin Şakir, Mithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teğmen Hilmi Musallimi, Said Nursi, İsmail Canbulat, Piyade Subayı Rasuhi Bey, Filibeli Hilmi Bey, Şerif Burgiba, Arabistan’da İbn ür-Reşit, Nuri ve Halil Paşalar, Ali Fethi Okyar, Hacı Selim Sami, “Kel Ali” lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkez Reşit Bey, Ahmet Fuat Bulca, Nuri Conker, Rauf Orbay.

1 Guenter Lewy The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide (Osmanlı Türkiyesinde Ermeni Katliamları: Tartışmalı bir soykırım), Salt Lake City 2005, sayfa 291
2 Philip H. Stoddard, The Ottoman Government and the Arabs, 1911 to 1918: A Study of the Teskilat-i Mahsusa, Princeton University, 1963 (yayınlanmamış doktora tezi). Türkçesi: Teşkilât-ı Mahsusa, Arba Yay., 1993.
3 Taner Akçam Armenien und der Völkermord – Die Istanbuler Prozesse und die türkische Nationalbewegung, Hamburg 2004.
4 Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul 1957, sf. 115-116.
5 Philip Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa, Arba Yay., s. 53.
6 A.g.e. s. 52.
7 Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Sene, Yeditepe Yay. 2006, s. 164-169 ve 194 vd.
8 Guenter Lewy Ermeni Soykırımına Yeniden Bir Bakış
9 Philip H. Stoddard’ın önsözü. Eşref Kuşçubaşı, The Turkish Battle of Khaybar (Hayber Savaşı) Philip H. Stoddard and H. Basri Danışman, (İstanbul: Arba Yayınları, 1999), ss. 21-32