Simav Tanıtım Atağında

Haziran 9, 2009

Simav Belediyesi ilçesini tanıtmak için Türkiye’nin dört bir yanında açılan fuarları hiç kaçırmıyor. Son olarak Ankara Atatürk Kültür Merkezi’nde açılan üç günlük “Ege İlleri Fuarı”na katılan Simav Belediyesinin tanıtım standına, Ankaralıların yanı sıra siyasetin duayenleri de yoğun ilgi gösterdi.

İlçede jeotermal enerjiye dayalı yatırımların ön planda tutulduğu Simav Belediyesinin standını ziyaret eden eski İçişleri ve Maliye Bakanı İsmet Sezgin ile Ekonomiden Sorumlu eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, bu yıl ki yaz tatillerini ailesi ve çocuklarıyla birlikte doğal güzelliklerine hayran kaldıkları Simav’da geçirmeyi planladıklarını bildirdi.

Simav’ı herkesin tanıyıp bilmesi gerektiğini vurgulayan Ege’nin tanınmış isi siyasetçisi Sezgin ve Söylemez Egeliler olarak Simav’ı ve elinde bulundurduğu doğal güzellikleriyle termal zenginlikleriyle doğal güzelliklerini ve her türlü hastalığa çare Eynal Kaplıcalarını yakından tanımak istediklerini kaydetti. Sezgin ve Söylemez, Türkiye’nin de Simav’ı yakından tanıması gerektiğini kaydetti.

Simav Belediyesinin Ankara Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen 3 günlük “ Ege İlleri Fuarı”ndaki standının ziyaretçi rekoru kırdığı bildirildi. Öte yandan Simav Belediye Standında sergilenen Simav Kiliminin görevliler tarafından DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk’a hediye edildiği öğrenildi. Cindoruk’un jest karşısında DP’nin kalesi Simav’a en yakın zamanda ziyaret gerçekleştirmeyi planladığı bildirildi.


Simav'da Alperenler Efsane Başkanı Andı

Haziran 9, 2009

Büyük Birlik Partisi İlçe Teşkilatı ve Alperen Ocakları ortaklığında helikopter kazasında hayatını kaybeden Büyük Birlik Partisi Eski Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları için Cumhuriyet meydanında etli pilav, ayran ve helva ikramı yapıldı.

BBP Simav İlçe Temsilcisi Ali Ulus konu ile ilgili yaptığı açıklamada, “Öncelikle elim bir kaza sonrası beklenmedik bir şekilde kaybettiğimiz sevgili liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının aziz ruhlarına bağışlanmak için düzenlenen Pilav-ayran hayrımıza katılan tüm vatandaşlarımıza, dostlarımıza teşekkür etmek istiyorum. Hepsinden Allah razı olsun, dualarımız Cenab-ı Hak katında makbul olsun” dedi.


Canım Sıkılıyor Diyorsanız Buyurun…

Haziran 4, 2009

muslimsaroundtheworldEğer canınız fena halde sıkılıyorsa, içinizde bilmediğiniz bir sıkıntı varsa, kalbiniz sıkışıyor gönlününüz daralıyorsa… Buyurun aşağıdaki videoyu dinleyin. Hayır illaki videoyu izleyin demiyoruz. Sadece dinleyin. Bu arada gene haberleri okuyup e-postalarınızı kontrol edebilirsiniz. Yavaş yavaş kalbinizin ferahladığını hissedeceksiniz. Rahmeti Sonsuz olan Rabbimiz Allah çok şükür ki bizlere hep rahmet elini uzatıyor.

Siz sadece dinleyin yeter… Ne demek istediğimizi anlayacaksınız….

Bütün ümitler sana bağlıdır, ümitsizliğe düşürme bizi,
Ümit ver hepimize, fazlından fazla fazla ver bize,
Ey biricik ümidimiz! Senin adaletindir güvendiğimiz,

Hiçbir hak senin yanında zayi olmaz, biliriz,
Hiçbir suçlu senin adaletinden kaçamaz, eminiz,
Zalimlerin katı kalplerine adaletinin korkusunu sal,
Ey adaletinden severek çekindiğimiz,
Bütün iyilikler sendendir biliriz, zillete düşürme bizi,
Perişan etme hiçbirimizi, iyilik ver bize, bolluk ver,
Hayır ver hepimize.
Ey keremini umduğumuz!
Affet bizi, bağışla biz isyankarları,
Affını umuyoruz, gufranını diliyoruz,
Ey bağışlamasını dilediğimiz! Sensiz sahibimiz,
Mülkündedir herşeyimiz, elimizde olanlar senin elinden,
Sahip olduklarımıza sen sahipsin, mülkünde yer ver bize,
Ey Biricik varisimiz! Saltanatın sınırsızdır senin,
Saltanatlar sensiz hükümsüzdür,
Sana kullukla sultan eyle bizi, Sana itaatle şereflendir hepimizi,
Hiç bitmeyen saltanatında ihya eyle bizi.
Ey biricik sultanımız! Gördüklerimiz hep seni gösterir,
Duyduklarımız hep senden söz eder, sevdiklerimiz hep seninle sevilir,
Gözümüzü senin ayetlerinle nurlandır, işitmemizi seni ananları duymakla güzelleştir,
Kalbimizi seni sevmekle sevindir, seni sevenleri sevmekle güzel eyle kalbimizi,
Ey biricik göz aydınlığımız! Rahmetin herşeyi kucaklamıştır senin,
Herşey her halinde her an, rahmetine muhtaç senin,
Rahmetini yay kalbimize, merhametini dokundur tenimize,
Şefkatinle ferahlık ver ruhumuza.
Ey rahmetini umduğumuz!
Gazabın haktır biliriz, isyanımız kızdırır cehennemin alevlerini,
Kahrına galip getir rahmetini, gazabını uzak eyle bizden,
Ey rahmetine sığındığımız! Herşeyin bilgisi senin yanında,
Olmuş olacak, gizli aşikar ne varsa hepsi senin ilminde,
Hiçbirşey meçhul değil sana, biliriz,
Bize eşyanın hakikatini bildir.
Ey bilmediğimizi bize bildirenimiz!
Sen ki nefsimize çekemeyeceği yükü yüklemezsin biliriz,
Herşeyin anahtarı senin yanında, zorluklarımızı lütfunla kolaylaştır,
Meşakkatlerimizi rahmetinle hafiflet, kederlerimizi şefkatinle gider,
Ey kederleri açıp, meşakkatleri kaldıran rabbimiz!
Kalplerimizi en güzel hallerle hallendir,
Genişlik ver kalplerimize.
Ey kalpleri halden hale koyan Rabbimiz!
Seni bilmekle süsle kalplerimizi, Sana yakınlıkla ziynetlendir kalplerimizi,
Seni sevmekle güzelleştir, Sana inanmakla nurlandır kalplerimizi,
Senin vuslatınla ışıklandır kalplerimizi, ümitsizliğin karanlığına düşürme kalplerimizi,
Ey kalplerimizi nurlandıran Rabbimiz!
Hidayetinle iyileştir kalplerimizi,
Ebedi saadet müjdesiyle şifa ver kalplerimize, Yokluğun acısına bırakma kalplerimizi,
Fena ve zeval derdiyle dertlendirme kalplerimizi,
Ey kalplerimize şifa veren rabbimiz!
Seni sevmekle tatmin eyle kalplerimizi,
Ebedi sevdalarına vuslat ver kalplerimizin, Senin muhabbetinle sevindir kalplerimizi,
Aşkının serinliğini ver kalplerimize.
Ey kalplerimizin sevgilisi Rabimiz!
Sana yakınlıkla sevindir kalplerimizi, Seni tanımakla sıcaklık ver kalplerimize,
Sana yakınlığın hüsniyetini ver kalplerimize, ısındır kalplerimizi birbirine,
Ey kalplerimizi ısındıran rabbimiz!
Sensin nurların nuru,
Sendendir bütün nurlar, nur ver bize, aydınlat ufkumuzu,
Ey NUR! Sensin nurları nurlandıran, sendendir ışık, sendendir gölge,
Gözaydınlığı ver bize, aydınlat aklımızı.
Ey NUR! Sensin nurları tasvir eyleyen, sendendir suret sendendir renk,
Yüzümüzü kara çıkarma, alnımızı ak eyle.
Ey NUR! Sensin nurları yaratan, sendendir bütün aydınlıklar, karanlıkta bırakma bizi, yolumuzu aydınlık eyle.
Ey NUR! Sensin Nurları takdir eyleyen,
Sendendir bütün sabahlar, nursuz bırakma bizi, gönlümüzü aydınlık eyle,
Ey NUR! Sensin nurların tekbirini gören, sendendir bütün aydınlanmalar,
Gölgede bırakma bizi, Nur’umuzu daim eyle.
Ey NUR! Sensin nurlardan önceki NUR, senin yaratmanla başlar bütün nurlar,
Yokluğun karanlığında bırakma bizi, başımızı Nur eyle.
Ey NUR! Sensin Nurlardan sonraki NUR, senin taktirinle tamam olur bütün nurlar,
Kabrin karanlığında bırakma bizi, sonumuzu Nur eyle. Ey NUR! Sensin nurlar üstündeki NUR, senin yüceltmenle yücedir bütün nurlar,
Semamızı Nursuz bırakma, üstümüze nur eyle.
Ey NUR! Sensin nurlara benzemeyen NUR, senin tecellilerinle aşinadır bütün nurlar bize,
Nur üstüne Nur ver bize, Nurumuzu Nur eyle.
Ey NUR! Seni kusurdan tenzih eder, noksanlıktan takdis ederiz,
Senden başka ilah yok ki bize medet eylesin,
Birtek SENSİN, Birtek Sensin kurtuluşumuz, Birtek sensin sığındığımız,
İman ver bize, kurtuluş ver hepimize,
Bizi hiçliğin ateşinden kurtar,
Bizi senden uzaklığın cehenneminden al,
Ey Rabbimiz!..

Degerli site ziyaretcileri, böyle güzel eserlerin ortaya cikabilmeleri icin, sanatcilarimiz, hocalarimiz yillarini veriyorlar. Lütfen bu CD leri alarak hem onlara destek olalım hemde eserlerin çıkmasını sağlayalım

Ve bu videoyu hazırlayıp hizmete  sunan http://www.tahapinar.com sitesini ziyaret etmeyi unutmayalım.
Ve
http://www.senaidemirci.net/

Eserlerini temin icin..


Üzerine Kapı Düştü

Haziran 2, 2009

Kütahya’nın Altıntaş ilçesinde, yasak olmasına rağmen inşaat alanına giren kişi, işçilerin yere attığı kapının üzerine düşmesi sonucu ağır yaralandı.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, tahliye edilerek depreme karşı güçlendirme çalışması yapılan üç katlı PTT Altıntaş Şubesi binasına sabah saatlerinde gelen işçiler, çalışmaya başladı.

İlçenin Çayırbaşı beldesi nüfusuna kayıtlı Kadir Kocadağ (60), emniyet şeridi ile ”İnşaat alanına girmek tehlikeli ve yasaktır” yazılı uyarıcı levhaya rağmen binanın demir parmaklıklarla çevrili bahçesinden geçmek istedi.

Bu sırada Kocadağ’ın bahçede olduğunu fark etmeyen işçiler, söktükleri bir kapıyı binanın ikinci katından yere attı.

Kapının üzerine düşmesi sonucu başı ve boynundan ağır yaralanan Kocadağ, vatandaşlar tarafından Altıntaş Devlet Hastanesine kaldırıldı.

Kocadağ’ın hayati tehlikeyi atlattığı öğrenildi.

EDİTÖRÜN NOTU: Allah acil şifalar versin. Dualarımız hemşehrimizle….


Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde Simav

Mayıs 30, 2009

Simav kalesi İskender asrında (Ptolemeo)yapısıdır. Tarihlerde Fındıcak kalesi diye yazılır. Şeyrin güneyinde yüksek bir kayada yuvarlark bir kaledir. Ama nursuz Timur bazı yerlerini harap etmiştir. İçinde ev yoktur. Germiyanoğlu beyi Babık bey Simavda adlı uruk kralı elinden aldığı için Simav derler. Bir rivayete göre Simav(gümüş su) yundan galatadır derler. Hakikaten suları gümüş gibi berraktır. Kütahya sancağında 150 akçe kazadır. Hakimi serbest zeamet sahibidir.

Şeyhülislamı, nakibi ve kethüda yeri, serdarı, ayanı vardır. Şehir dört mahalledir Yukarı aşağı ve Yeni mahallelerdir. 1200 bağlı bahçeli evleri vardır. Yolları iniş yokuştur. 17 mihraptır. Dördü camidir. Ulucami babıkbey yapısıdır. minaresi çok sanatlıdır. şerefesinin dört tarafı demir kafeslidir. Şehre havale yüksek bir yerdedir.

Evkafı ve cemaatı çoktur. Kapısı üzeri tamir tarihi, Sahib-i camii şerif süleyman bey, Caminin en eski tarihi damehulhayrat 996 dır.

Bu tarih için hayır sahibinden bir at bir çuhe ve 50 altın ihsan aldık. Çarşının yukarı başında Pir ahmet ağa camii, cemaati bol bir camidir. Bu caminin duvarında Paşa pınarı diye gayet tatlı bir su akar. İki hamamı var biri babşk hamamı biri karaca ahmet hamamıdır. Şehirden yarım saat uzakta ılıca vardır. Böylesi dünya üzerinde yoktur. Gayet lezzetlidir. Büyük ılıcanın iki havuzu var. Ona yakın çifte olim ılıcası, ona yakın naşlı ılıcası, ona yakın cennet köyü ılıcası. Velhasıl yedi hamamdır. Her birinin bir çeşit hassası vardır. Halk her sene temmuzda gelim zevk ve işye ile işret ederler. İki han vardır Biri babik bey biri kara ahmet paşa hanıdır.

1930-simav2225 Dükkan varıdr. Bütün imareleri Gedüz gibi dere ve tepelerdedir. Bütün evler bağlı ve bahçelidir. Her evde su akar duvarlar kerpiçtir. Çarşısında çınar ağaçları bulunur. On kahvehanesi var. Beyaz kirazı meşhurdur. Şehre yarım saat bir göl var sazan çime ve turna balıkları olur.

Şehrin kuzeyi verimli bir sahadır. Gölün doğusunda delicehisar, batısında yenicehisar denilen küçük kaleler vardır. Bu kalelerin dibindeki dalyanlar, simav şehrindeki şehirin fatihi Babik beyinin Ulucamiine vakfıdır. O yüzden hatipleri şeyhleri kadınları çoktur.

Pehlivan civan yiğitleri çoktur dediler. Komşu vilayetlerde düğünler olsa varıp bütün pehlivanların künde eden yahut, Cezayir sarmasından taşlamasından girdmandan veya peş kabzadan vekhasıl 160 çeşit oyunla yenip ödüller alırlar deyü öğünürler. Kütahya müftüsü birader Yusuf efendi Abdullah efendi böyle şahitlik ettiler. Hakir sordum.

“Malumdur ki el elden üstündür arşa kadar. Nasıl olupta sizin pehlivanlar mutlaka galip gelirler ?” Onlarda dediler.

” Bunun sebebi bizim pehlivanlarımızın her biri evliyalardan birinin zürriyetindendir. onun için arkaları yere gelmez.

Ve biz kızlarımızı şehrimizden başka köy halkına vermeyiz. Başka yerden kızda almayız. Bu yüzden şehrimiz soylu er oğlu er yaşarlar”

Hakikaten cüsseli gövdeli gençler vardır.

Karşıyaka denilen yerde Al-i Aba fukaralarından Hacı baba, biraz aşağıda cabi sultan, cavlı mahallesinde şeyh zekerriya efendi. Zekerriya efendinin pek çok kerameti görülmüştür. Hayatları boyunca bu şehre humma girmemiş diye buyurmuşlar 125 senedir bu hastalık görülmemiştir. Çünkü bu duayı 25 yaşlarındayken yapmışlardı. Yine bu şehirde şeyh simavi hazretleri makamı vardır. Sonra o asrın kutbul aktabı izniyle kendine rumeli halifeliği verilip Vardar yenicesinde gazi evranos yöresine yakın yerde iken 861 de vefat etmiştir.

Seyahatname cilt :9 Sayfa :23-24


Mehmet Akif'le Son Röportaj

Mayıs 27, 2009

Türk edebiyatına son devrin çok güzel şiirlerini hediye eden büyük şair Mehmet Akif vatandan on bir senelik bir ayrılıktan sonra tekrar aramıza kavuştu. Fakat İstiklâl Marşı’nın millî his, millî heyecan ve millî şiir mey- dana getiren bu büyük şairi Akif yurda hasta döndü. Şimdi hastanede tedavi altındadır. Yedigün muharriri Akif’le konuştu. Onun yurttan ayrı yaşadığı günlerdeki hatıralarını, intihalarını topladı. Günün birinde sessiz sedasız yola revan olarak, vatan ufuklarını aşan şair Mehmet Akif, tam on bir yıl süren bu uzun seferin sonunda, işte bembeyaz bir hastane odasının, bembeyaz bir yatağında solgun, mecalsiz ve bitap yatıyor. Başucundaki sandalyeye oturdum. Ak kılların çerçevelediği bu sapsarı yüze, bu gevşemiş, sarkmış çizgilere, bu yorgun ve dalgın gözlere bakıyorum, zaman denen şeyin kudretini, hayat denen efsanenin sırrını bilmek istiyorum, sonra, yavaşça soruyorum.

– Özledin mi bizi üstat?…
Dudaklarını hiç kıpırdatmasaydı, hiç ses çıkarmasaydı bile, bu zehir gibi gülümsemesiyle her şeyi söylemiş olurdu.
– Özlemek mi oğlum.. Özlemek mi?…
Bu acının büyüklüğünü bir daha kendi içinde görmek ister gibi gözlerini yumdu, sonra, kesik kesik konuştu:
-Mısır’dan üç gecede geldim.Bu üç gece,otuz asır kadar uzun sürdü…Orada on bir yıl kaldım..Fakat bir an oldu ki, on bir gün daha kalsaydım, çıldırırım..
– Hasret…
Kupkuru dudaklarından kendi gibi solgun bir ses sızıyor:
-… Çok acı…
– Ya kavuşmanın sevinci?
– Onu sorma oğlum.. Onu ben kendi kendime bile soramıyorum… Ancak yazık ki vapurdan çıkar çıkmaz, yatağa düştüm, hiçbir şey göremedim.
– Ve kendi kendine söylüyor:
-Cennet gibi yurdumdayım ya… Çok şükür.Hastalığı akla geliyor;
– Karaciğerim, dalağım şişmiş, geldik, yattık burada. Müşahede altına aldılar, bakalım ne olacak?.
Eski hatıralarını deşiyorum. Millî Mücadele’nin ilk günlerinde Ankara istasyonunda karşılaşışımızı hatırlıyorum.

Evet.. diyor, İstanbul’dan, mücahede aleyhine fetva çıktığı gün ayrılmıştım. Üsküdar’dan araba ile şimdi ismini hatırlamadığım bir köye gittik, oradan “Cuma”yı tuttuk. O zaman Adapazarı’nda karışıklık lar vardı, kenarından geçtik, kâh öküz arabalarıyla, kâh beygirlerle Lefke’ye geldik ve trenle Ankara’ya ulaştık… Ankara… Yarabbi ne heyecanlı, helecanlı günler geçirmiştik… Hele Bursa’nın düştüğü gün… Ya Sakarya günleri… Fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla ye’se düşmedik. Zaten başka türlü çalışılabilir miydi? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz… Fakat imanımız büyüktü.”
Yorgun, susuyor..
– İstiklâl Marşı’nı nasıl yazdınız?
Yavaşça yatağında doğruluyor, yastıklara yaslanıyor, sesi birden canlanıyor:
– Doğacaktır, sana vaat ettiği günler hakkın!..
Bu, ümitle, imanla yazılır. O zamanı düşünün… İmanım olmasaydı yazabilir miydim. Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu, elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır… Şu var ki,”İstiklâl Marşı”nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihî bir değeri vardır.”
Ve, gözleri,yemyeşil Şişli sırtlarında, dilinde bir dua gibi aynı nağme titriyor:
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.
-Ya büyük zafer üstadım.. O anda ne duydunuz?
Kalbi durmuş gibi sarsılıyor, sonra bir anda yeni- den canlanmış gibi,nereden geldiği bilinmez bir ışık- la gözlerinin içi gülerek:
– Ah… diyor:
Ve bir lâhza bırakıyor kendini bu eşsiz sevincin koynuna… Dalıyor.. Ve, sesinin ta içten dudaklarına dökülüşünü seziyorum:
– Allah’ım ne muazzam zaferdi o!.. Ortalık hercü-merç oldu…Beş altı saat içinde bir başka dünya doğdu. Tekrar gözlerini: yumuyor : -Ve biz, mest olduk!..
-O zaman bir şey yazmadınız mı?
-Artık benim ne düşünecek, ne duyacak, ne yazacak, hatta ne yaşayacak takatim kalmıştı.. Bizim dilimiz tutulmuştu.Ordu,bizzat yazıyordu. Üstadı ziyarete gelenler, görüşmemize ikide bir de fasıla veriyorlar. Hastabakıcı hemşirenin getirdiği yemek tepsisi odayı bir parça boşaltıyor, şimdi, o, ağır ağır çorbasını içerken bir yandan da benimle konuşmak nezaketini gösteriyor:
-Mısır’da nasıl vakit geçirdiniz?
– Kahire’nin yirmi beş kilometre cenubunda Helvan vardır. Sakin asude bir köşedir. Orada oturdum.
Zaten, tab’an münzevi bir adamım. Gürültüyü sevmem. İstanbul’da iken de böyle idim. Mısır’da da Darülfünun işi çıkıncaya kadar Helvan’da yaşadım. Son zamanlarda Kahire’ye indim.
– Sevdiniz mi Mısır’ı?
-Var, güzel tarafları var… Bilhassa kışın… hoş yazın da, sıcak iklimlerde bulunduğum için muzdarip olmazdım. Orada sıcak da sürekli değildir, evler de ona göre yapılmıştır. En sıcak günlerde odaların harareti yirmi sekiz, otuzdan fazlaya çıkmaz… Fakat bir yaz günü İstanbul…
Bu doğup büyüdüğüm, bütün dostlarımın yaşadıkları İstanbul, hele Boğaz gözlerimin önüne gelince…
– Mısır’ da neler yazdınız?
Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! /Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? /Tarih’i “tekerrür” diye tarif ediyorlar; /Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Ve üstadın Helvan’da yazdığı “Firavunla Yüz Yüze”sinden şu son parçayı alıyorum:
Bileydin, ey koca Mısır’ın ilâhî üryanı! /Mezara, heykele ait bütün bu velveleler/ Bekan için mi hakikat? Meramın oysa, heder:/ Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli/ Fakat bu hakkı ne taştan, ne leşten istemeli!
– Kolay mı yazarsınız?
Dudaklarına götürdüğü bardağı yana çekerek:
-Hayır!., diyor.
Ve suyunu içtikten sonra, devam ediyor:
-Çok uğraşırım.. Epeyi çalışırım.. Mevzuu uzun boylu kafamda işlerim… nihayet kâğıt ü/erine naklederken de hayli yorulurum.
– Zevklerinizi sorabilir miyim üstadım?
Hafifçe gülümsüyor. Ve “zevk” diye dünyada bir şey var mı der gibi yüzüme bakıyor:
– Zevk mi?. Benim zevklerim mi?. Eğer sevdiği eserleri okumak, hoşlandığı mevzuları yazmak için uğraşmak, nihayet düşünmek, yapayalnız, bir köşeye çekilerek, sessiz sedasız düşünmek bir zevkse.. Eh benim de zevklerim var demektir.
Çorbasından başka bir şeye el sürmeyen şaire, hastabakıcı hemşire, yalvaran bir sesle öteki yemekleri gösteriyor:
-Siz yorulmayın, ben vereyim..
– Yiyemeyeceğim..
-Bir parça sütlâç..
-Mümkün değil.. Rica ederim ısrar etmeyin… Ve bana dönüyor: Eskiden beri yemekle başım hoş değildir… Sigara da içmem… Şimdi doktorlar zorla ye, deyip duruyorlar… Zorla ne olur ki, yemek yenebilsin?
Tekrar yatağına geçince, ben de vedaya hazırlanıyorum. Ve ayak üstünde soruyorum:
– Neler yazacaksınız?
– Biraz kendime gelirsem, yazacak şeylerim hazır.. Eliyle birkaç defa başına vuruyor:
– Var kafamda hazırlanmış mevzularım..
– Ya en son yazınız?
– Mısır’da geçen sene bir resmimi çekmişlerdi. Güneşli bir hava idi, gölgem de upuzun, kumlarda duruvordu. Bu resmin altına şöyle yazmıştım:

Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiç biri yok
Sen mi kaldın yalnız, kafileden böyle uzak
Postu sermekse meramın yola, serdirmezler
Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak.

Ve kupkuru kaim dudaklar birbirine yapışıyor…


Oğuz Kağan'ın Türklük Duası

Mayıs 26, 2009
oguzkagan3
GÜZEL TANRI !

GÖK TANRI !.

TÜRK’ü TÜRK yurtlarını koru !..

Düşmanın şerrinden sakla !

TÜRK‘ü yiğitlikte daim et !

TÜRK‘ü erlik davasıyla yaşat !

TÜRK‘ü gerçekçi yap !

TÜRK‘ün gönlüne her şeyden,

hatta kursağına ekmek koymasından da evvel TÜRK‘lük sevgisini koy !

TÜRK‘ü ideal ile yaşat ki ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar !

Törelerini canları gibi saklat !

TÜRK‘e zevk ve rahat verme !

Bilakis zahmete kavuştur !

Zahmetle yürekleri, bedenleri demir gibi olsun !

Bu sayede TÜRK‘e yüksek çalışma kudreti verirsin !

TÜRK‘ü faal, cevval edersin.

TÜRK‘e değişmez bir seciye ver !

Zamanla TÜRK‘ün seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !


ULU TANRI !

Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu,

yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik i

le hasıl olduğundan; TÜRK‘e bunları ver !

TÜRK‘ten hırsız, namussuz türerse hemen kahret !

TÜRK‘e benlik, hem de yüksek bir benlik ver !

TÜRK nefsine karşı itimat sahibi olsun !

TÜRK‘ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat !

Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın !

Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun !

TÜRK‘ü her milletten cesur yarat !

Öç almayı TÜRK asla unutmasın !


ULU TANRI !

Namuzsuz tek bir TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi !

Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et !

TÜRK mukayese kabiliyetini muhafaza etsin !

Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu !

Sabırlı ve derde dayanıklı olsun !

İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma !

TÜRK‘leri maymun iştahlı yapma !

TÜRK daima ihtiyatla adım atsın !

Kimsenin tatlı diline inanmasın !

Kimseye emniyet olmasın !

Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan,

TANRI, sen TÜRK‘ü çalışkan et !

TÜRK‘ün ömrü çalışma ile geçsin !

Ona daima çalışma aşkı ver !

Hele elbirliği ile çalışmayı adet etsin !

Tembel TÜRK‘ü hemen yok et !


TÜRK‘e her milletinkinden üstün zeka ver!

Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK‘ün önünde durulmaz!

Milli büyüklüğün tek şartı yüksek idealdir,

buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK‘leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl!

TANRI, TÜRK‘leri sen kendi elinle birleştir ve her şeyden evvel ruhları birleşsin!

Onları tek bir kültür altında birleştir!

TÜRK‘ü töresine sadık kıl,

Tanrı! TÜRK budunu:

Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir.

Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!


ULU TANRI !

TÜRK milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et !

Bir şey söylemek vazife yapmak değildir.

Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !


GÜZEL TANRI !

Sana hepsinden çok yalvardığım şudur :

TÜRK‘ü dalkavukluktan kurtar !

Dalkavukluk ve benzeri vasıtalara zengin olmaktan koru !

TÜRK‘e haksız para kazanma hırsı verme !

Dalkavukları yok et !


AMAN TANRI !

TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel muhafaza et!

TÜRK toprağında hürler yaşasın.

Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin!

Sen TÜRK‘e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver!

TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!


Acunu (Dünyayı) Yaratan Yüce Tanrı !

TÜRK‘e insaniyetten evvel kendi milletini düşündür.

İnsanların insaniyet dedikleri şey,

göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır.

İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki

maskelerinin altında canavarlar yaşar.

İnsaniyeti gören olmadı.

TANRI, TÜRK‘e sağlam, kalıcı irade ver!

Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü ve gayretini arttır!

Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver!

Mesuliyeti TÜRK insanından eksik etme!

En büyük kuvvetin TÜRKLÜK aşkı olduğunu TÜRK‘e öğret!


TANRI !

TÜRKÇE konuşulan, TÜRK‘e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK‘ün hükmü altında bırak !


Okumuş olduğunuz OĞUZ KAĞAN‘ın TÜRKLÜK duası manevi değerlerini kaybetmeden çoğalarak günümüze kadar devam etmiştir. Bu yazı tablosunu okuma fırsatı bulan her TÜRK umarız okuduklarını anlar ve kendisine hayat tarzı olarak benimseyip, okumamış olanlara anlatarak öğretir. Eksikliğini yaşadığımız hemen hemen her şeyin bu TÜRKLÜK duasında var olduğuna inanıyoruz. Unutulmaması gereken bizce en önemli husus ; “Yaşadığımız dünyadan ebedi istirahatgâhımıza geçerken, sonsuzlukta yankılanacak tek şeyin hayatta iken onurumuz için verdiğimiz mücadele” olduğunu bilmektir. Bir insanın onuru, mensubu olduğu milletin yüceliği ve şerefi ile eşdeğerdir. OĞUZ KAĞAN‘ın TÜRKLÜK DUASI dünyada konuşulan diğer TÜRK lehçelerine de uyarlanıp TÜRKLER’in MÜCADELESİ‘nin bir çalışması olarak tüm dünya TÜRKLER‘ine ulaştırılacaktır. 2000 yılını BİRLEŞİK TÜRK DEVLETLERİ‘nin kurulması için milât kabul edip, tüm dünya TÜRKLER‘ini bu kutsal davada göreve davet ederek var olan onur ve mücadele azmimizin devamını diliyoruz.

TANRI, TÜRK’ü KORUSUN VE YÜCELTSİN !!


Oğuz Kağan'ın Türklük Duası

Mayıs 26, 2009
oguzkagan3
GÜZEL TANRI !

GÖK TANRI !.

TÜRK’ü TÜRK yurtlarını koru !..

Düşmanın şerrinden sakla !

TÜRK‘ü yiğitlikte daim et !

TÜRK‘ü erlik davasıyla yaşat !

TÜRK‘ü gerçekçi yap !

TÜRK‘ün gönlüne her şeyden,

hatta kursağına ekmek koymasından da evvel TÜRK‘lük sevgisini koy !

TÜRK‘ü ideal ile yaşat ki ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar !

Törelerini canları gibi saklat !

TÜRK‘e zevk ve rahat verme !

Bilakis zahmete kavuştur !

Zahmetle yürekleri, bedenleri demir gibi olsun !

Bu sayede TÜRK‘e yüksek çalışma kudreti verirsin !

TÜRK‘ü faal, cevval edersin.

TÜRK‘e değişmez bir seciye ver !

Zamanla TÜRK‘ün seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !


ULU TANRI !

Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu,

yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik i

le hasıl olduğundan; TÜRK‘e bunları ver !

TÜRK‘ten hırsız, namussuz türerse hemen kahret !

TÜRK‘e benlik, hem de yüksek bir benlik ver !

TÜRK nefsine karşı itimat sahibi olsun !

TÜRK‘ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat !

Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın !

Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun !

TÜRK‘ü her milletten cesur yarat !

Öç almayı TÜRK asla unutmasın !


ULU TANRI !

Namuzsuz tek bir TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi !

Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et !

TÜRK mukayese kabiliyetini muhafaza etsin !

Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu !

Sabırlı ve derde dayanıklı olsun !

İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma !

TÜRK‘leri maymun iştahlı yapma !

TÜRK daima ihtiyatla adım atsın !

Kimsenin tatlı diline inanmasın !

Kimseye emniyet olmasın !

Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan,

TANRI, sen TÜRK‘ü çalışkan et !

TÜRK‘ün ömrü çalışma ile geçsin !

Ona daima çalışma aşkı ver !

Hele elbirliği ile çalışmayı adet etsin !

Tembel TÜRK‘ü hemen yok et !


TÜRK‘e her milletinkinden üstün zeka ver!

Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK‘ün önünde durulmaz!

Milli büyüklüğün tek şartı yüksek idealdir,

buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK‘leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl!

TANRI, TÜRK‘leri sen kendi elinle birleştir ve her şeyden evvel ruhları birleşsin!

Onları tek bir kültür altında birleştir!

TÜRK‘ü töresine sadık kıl,

Tanrı! TÜRK budunu:

Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir.

Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!


ULU TANRI !

TÜRK milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et !

Bir şey söylemek vazife yapmak değildir.

Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !


GÜZEL TANRI !

Sana hepsinden çok yalvardığım şudur :

TÜRK‘ü dalkavukluktan kurtar !

Dalkavukluk ve benzeri vasıtalara zengin olmaktan koru !

TÜRK‘e haksız para kazanma hırsı verme !

Dalkavukları yok et !


AMAN TANRI !

TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel muhafaza et!

TÜRK toprağında hürler yaşasın.

Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin!

Sen TÜRK‘e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver!

TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!


Acunu (Dünyayı) Yaratan Yüce Tanrı !

TÜRK‘e insaniyetten evvel kendi milletini düşündür.

İnsanların insaniyet dedikleri şey,

göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır.

İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki

maskelerinin altında canavarlar yaşar.

İnsaniyeti gören olmadı.

TANRI, TÜRK‘e sağlam, kalıcı irade ver!

Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü ve gayretini arttır!

Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver!

Mesuliyeti TÜRK insanından eksik etme!

En büyük kuvvetin TÜRKLÜK aşkı olduğunu TÜRK‘e öğret!


TANRI !

TÜRKÇE konuşulan, TÜRK‘e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK‘ün hükmü altında bırak !


Okumuş olduğunuz OĞUZ KAĞAN‘ın TÜRKLÜK duası manevi değerlerini kaybetmeden çoğalarak günümüze kadar devam etmiştir. Bu yazı tablosunu okuma fırsatı bulan her TÜRK umarız okuduklarını anlar ve kendisine hayat tarzı olarak benimseyip, okumamış olanlara anlatarak öğretir. Eksikliğini yaşadığımız hemen hemen her şeyin bu TÜRKLÜK duasında var olduğuna inanıyoruz. Unutulmaması gereken bizce en önemli husus ; “Yaşadığımız dünyadan ebedi istirahatgâhımıza geçerken, sonsuzlukta yankılanacak tek şeyin hayatta iken onurumuz için verdiğimiz mücadele” olduğunu bilmektir. Bir insanın onuru, mensubu olduğu milletin yüceliği ve şerefi ile eşdeğerdir. OĞUZ KAĞAN‘ın TÜRKLÜK DUASI dünyada konuşulan diğer TÜRK lehçelerine de uyarlanıp TÜRKLER’in MÜCADELESİ‘nin bir çalışması olarak tüm dünya TÜRKLER‘ine ulaştırılacaktır. 2000 yılını BİRLEŞİK TÜRK DEVLETLERİ‘nin kurulması için milât kabul edip, tüm dünya TÜRKLER‘ini bu kutsal davada göreve davet ederek var olan onur ve mücadele azmimizin devamını diliyoruz.

TANRI, TÜRK’ü KORUSUN VE YÜCELTSİN !!


Nizamülmülk Kimdir

Mayıs 26, 2009

gdAsıl adı, İbû Ali Hasan olan Nizamülmülk, Doğu tarihinin yazdığı en büyük devlet adamlarından biridir. O, âdil bir Vezir-i âzam olmakla kalmamış, üniversiteler kurmak suretiyle bilimin yayılmasına çalışmıştır. Büyük sanatkâr ve bilginleri korumuş, değerli eserler yazmış ve hükümdarlara en doğru yolu göstermiştir. Bütün bu büyük özelliklerinden dolayı ona Memleketin nizamlarının kurucusu anlamına gelen Nizamülmülk adı verildi.

Nizamülmülk 1017 tarihinde Horasan ın Tus şehrinde doğdu ve zamanının ünlü hocalarından ders alarak yetişti. Aklı, bilgisi ve büyük insanlık meziyetleri ile önce Belh Hâkimi Ali Bin Şadan ın emrine girdi. Daha sonra yeni kurulmakta olan Selçuklu Devleti nin hizmetine girerek Davut Bin Mikâil in, Alp Aslan ın , Melikşah ın baş vezirliğini ve danışmanlığını yaptı. Onun üstün yeteneklerinden dolayı her hükümdar kendisini daha sonraki hükümdara tavsiye ediyordu.

gdNizamülmülk ün Selçuk Devleti nin kuruluş ve gelişmesinde, sağlam bir devlet olarak organize edilişinde büyük rolü vardır. Ünlü Hasan Sabbah ile Ömer Hayyam ı korudu. Bağdat ve İsfahan da iki büyük ilim müessesesi kurdurdu. Adaleti gerçekleştirmeğe çalıştı ve şiirler yazdı. Nizamülmülk ün yazdığı Siyasetname adlı değerli eser Batı dillerine de çevrildi. Bu eser memleketimizde de yayınlandı. Nizamülmülk bu eserinde, hükümdarlara ve devlet adamlarına birçok örnekler vererek yol göstermekte ve devlet yönetiminin çeşitli yönlerini incelemektedir. Ona göre; Hiçbir hükümdar veya ferman sahibi kimse bu eseri okumaktan kendisini uzak tutamaz . Bir hükümdarın halkına vereceği en büyük ihsan adalettir. Halk adaletle yönetimden memnun olursa, o memleket yaşar ve her gün kudret ve güç kazanır. Memleket zulüm ile yaşayamaz. Hükümdar, zulüm görmüş olanların şikâyetlerini bizzat dinlemeli, zâlimden hakkı alıp zulüm görene vermelidir.

Nizamülmülk, 1096 yılında hançerlenerek öldürülmüştür.

YAPTIKLARI

Nizamülmülk islamiyete unutulmaz hizmetler yapmış, İslam alimidir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında zayıflayan ehlisünnet velcemeat yolunu yolunu, yaptırdığı nizamiye medreseleriyle kuvvetlendirmiştir.

Abdestsiz yere basmamış, ezan okunurken her şeyi bırakıp ezanı dinlemiş, her abdestten sonra 2 rekât namaz kılmış pazartesi ve Perşembe günleri devamlı oruç tutmuştur.

Selçuklu Sultanı Alpaslan gazinin babası Çağrı Bey’in hizmetinde bulunmuş, çağrı bey vefat ederken Nizamülmülke; oğlu Alpaslan gazi zamanında hizmetlerine devam etmesini vasiyet etmiş, bunun üzerine Alpaslan gazinin sultanlığı devrinde baş vezirlik yapmış, Şeyhülislam olarak hizmetlerine devam etmiştir

Nizamülmülk bir gün Selçuklu sultanlarından Melikşah’tan hacca gitmek için izin ister, izin verilir. Yanındakiler ile Dicle nehri kenarına gelip çadır kurarlar. Devamını Abdullah Sağveci anlatıyor:

Bir derviş çadırın kenarına geldi, dedi ki, elimde nizamülmülke teslim edilecek bir mektup var, mektubu aldım, Nizamülmülke verdim, bana aç oku dedi. Açtığımda şöyle yazıyordu; Ben gece peygamber efendimizle s.a.v müşerref oldum. Buyurdu ki, git Nizama söyle, hac için gelmesin, onun haccı memleketindedir. İslam’a hizmet etsin, onun haccı odur, buyurdular. Bunu okuyunca nizam ağladı, git o dervişi bul dedi, baktım derviş gitmişti, bulamadım. Nizamülmülk geri döndü, Nihavend şehrine geri dönüp hizmet etmiştir.

Bir ara etrafındakiler, acaba talebe değil de sadece asker mi yetiştirsek deyince, Nizamülmülk; ahmaklık etmeyin sizin yetiştirmiş olduğunuz askerin oku 200 metreye ancak gider. Benim yetiştirmiş olduğum talebelerin dua oku arşu alaya varır buyururlar.

Nizamülmülk hükümet konağındayken alimler gider gelirdi. Nizamülmülk onlar geldiğinde ayağa kalkar onlara hürmet ederdi. Bilhassa ebul kasım kuşeyri Hz. leri çok sık gelirdi.

Nizamülmülk’ün makamına Ebul Kasım Kuşeyri ve Gazalinin hocası İmamı cüveyri Hz.leri geldiğinde ta kapıda karşılar, koltuğa oturtur, onları dinlermiş, fakat Ebu Ali Fermedi Hz. leri Nizamın makamına gelince kapıda karşılar, elinden tutar, kendi koltuğuna oturtur, kemali edeple onun sohbetini dinlermiş. İmamı cüveyri ve Ebul Kasım Hz lebi buna muttali olunca üzülmüşler; Ebu Alinin bizden üstünlüğü nedir ki, ona kendi koltuğunu ikram ediyorsun? Diye sitem etmişler. Nizam; size de hürmetim var, ancak Ebu Ali geldiğinde, benim hatalarımı söylüyor, noksanlarımı anlıyorum, siz geldiğinizde beni övüyorsunuz fark bunda diyor.

EHLİ SÜNNET İLİMLERİNİ SİSTEMLİ ÖĞRETİM

Nizamülmülk, 1018 yılında İran ın Horasan şehrinde doğmuştur. Memleketin nizamlarının kurucusu anlamında olan Nizamülmülk ismi Abbasi halifesi Kâim bi Emrillah tarafından verildi.

Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alp Arslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alp Arslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alp Arslan’ın yanında hizmete başladı. Alp Arslan Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk ünvânı ile taltif edildi. Bu ünvânıyla tanındı.

Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alp Arslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu. SultanMelikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.

Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pekçok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yaptırdı.

Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pekçok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi.

Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi ünvanı ile anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyâsında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup, asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şîrâzî burada ders vermekle vazîfeli idi.

Nizâmülmülk’ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi,Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.

Çok önemli bir bilgin olan Nizamülmülk, 1092 yılında Nizari (haşhaşiler) tarafından öldürülmüştür.

turtuşî’nin (1059-1131) siracü’l-mülk adlı eserinden öğrendiğimize göre nizamü’l-mülk, medreseler ve diğer kültür faaliyetleri için sultanın hazinelerinden yılda 600.000 dinar harcamaktaydı. bazı müzevirciler durumu melikşah’a duyurup, bu para ile bir ordu teşkil edilse idi bizans’ın başşehri kostantiniye’nin bile fethedilebileceğini söyleyip sultan’ı vezir aleyhinde tahkik ettiler. sultan çok kızdı ve nizamü l-mülk ü sorguya çekmek için huzuruna çağırdı.

devletin gücünü sadece maddede, asker, silâh ve orduda gören o zihniyete karşı tecrübeli vezirin cevabı ne kadar zarif ve isabetlidir:

sultanım! ben, esir pazarlarında satılsa 5 dinar bile etmeyecek yaşlı bir kimseyim. sen de savaşçı, güçlü bir türk gulâmı olarak satışa çıkarılsan belki 30 dinar edersin. dünyadaki maddî değerin bu kadardır. zevklere dalmış ve arzularına esir olmuş bulunduğundan ahirette de allah huzuruna taat ve ibadetlerden ziyade günah ve measî ile çıkacaksın. düşmana felâketler yağdıran ordun seni ancak iki arşın boyu kılıçlan ve 300 arşına bile erişmeyen okları ile bu kadar mesafe koruyabilir. onlar da kusurlu ve günahkârdır; içki, oyun ve çalgıya düşkündürler. seni manevî dert ve belalara karşı savunamazlar. ben ise senin hem dünya, hem de ahiretini düşünerek, senin için bir mâneviyât ordusu kurdum. senin ordun uykuya vardığında bu maneviyat erleri uyanıktır. rablarının huzurunda saf-saf dizilir, gözyaşı döker, tazarruda bulunur, ellerini allah’ın yüce dergâhına kaldırırlar. aslında sen ve senin askerlerin onların himayelerinde yaşıyor, onların dinî, ahlakî ve irşadî çalışmalarıyla güçleniyor, onların bereketleriyle suya kavuşuyor ve çeşitli nimetlerle rızıklandırılıyorsunuz. çünkü onların dua okları, tazarru ve niyazla tâ yedi kat göğü geçer, dergâh-ı izzete ulaşır.

bu sözler karşısında melikşah, çok duygulandı ve büyük vezirinin yerinde tedbirlerini takdirle karşıladı.

SİYASETÇİ OLARAK NİZAMÜLMÜLK

Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Alparslan ve oğlu Melikşah’ın veziri, büyük devlet adamı. Adı Hâce Kıvâmüddîn Ebû Ali Hasan bin Ali’dir. 1018 yılında İran’ın Tûs şehrinde doğdu ve 1092 yılında Nihavend’de, Hasan Sabbah’ın fedâisi bir bâtinî tarafından şehit edildi.Kardeşi Ebü’l-Kâsım Abdullah ile birlikte çok iyi bir eğitim gördü. Fıkıh, hadis, edebiyat ve sâir ilimleri çok iyi tahsil etti. Zamânındaki meşhur âlim ve ediplerle devamlı görüştü. Bu, onun idârecilik hayâtındaki kâbiliyet ve başarısının büyüklüğünde mühim rol oynadı.

Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alparslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiyle vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alparslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alparslan’ın yanında hizmete başladı. Alparslan, Sultan olunca 1064 yılında Selçuklu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk unvânı ile taltif edildi. Bu unvânıyla tanındı.

Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064′ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sultan Alparslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu. Sultan Melikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melikşah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.

Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pek çok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yaptırdı.

Büyük Selçuklu Devletine; idârî, adlî, askerî, mâlî, sosyal ve kültürel sâhada pek çok yenilikler ve değişiklikler getirdi. Sarayı, merkezî hükümet teşkilâtını, İslâm esaslarına dayalı mahkemeleri, toprak sistemini sağlam esaslar üzerine yeniden düzenledi. Gerçekleştirdiği yeni sistemler bâzı değişikliklerle berâber bütün Türk-İslâm devletlerince devam ettirildi.

Nizâmülmülk, zamânında yayılmaya ve kuvvetlenmeye çalışan bozuk fırkalara karşı, Ehl-i sünnet bilgilerinin sistemli bir şekilde öğretilmesi sağlandı. Bunun için Bağdat, Belh, Nişabur, Herat, İsfehan, Basra ve Musul gibi çeşitli şehirlerde, kendi unvanı ile anılan Nizâmiye Medreselerini kurdurdu. Onuncu yüzyılda Ehl-i sünnete muhâlif cereyanların giderek yaygınlaşması sebebiyle İslâm dünyâsında ortaya çıkan karışıklıkların giderilmesinde Nizâmiye Medreselerinin çok büyük hizmeti geçti. Bu medreselerin en meşhurlarından birisi de, Bağdat’taki Nizâmiye Medresesi olup, asrın büyük âlimlerinden birisi olan Ebû İshak-ı Şirâzî burada ders vermekle vazîfeli idi.

Nizâmülmülk’ün Selçuklu Devletindeki bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir şekilde tetkik eden, devlet idâresinde kendi görüşlerini, icrâatını ve bunların gerekçelerini gelecek nesillere intikal ettirmek maksadıyla Fârisi olarak yazdığı Siyâsetnâme isimli eseri, bugün siyâset ilmiyle uğraşanların el kitapları arasında sayılmaktadır. Siyâsetnâme’de Türk-İslâm devletlerinin idârî, mâlî, siyâsî, askerî, sosyal ve kültürel yönlerini incelemektedir. Tam doğru metin ve ilâvesiz nüshası, İstanbul’da Süleymâniye Kütüphânesi, Molla Çelebi kısmında 114 numarada mevcuttur. Siyâsetnâme, birçok dillere tercüme edilerek, yayınlanmıştır.


İznik’in Çinisi mi? Kütahya Çinisi mi?

Mayıs 26, 2009

Konuyu ortalığı karıştırıp, iki ayrı memleket ahalisini birbirine karşı fişteklemek için açmadım.. Ama böyle bir rekabetin varlığı da gerçek.. İkisinin de yeri farklı.. İznik çinisi anladığıma göre evrense ölçüleri tutturmuş.. Almış başını gidiyor.. Bunun nedeni de kendinden menkûl..

İznik içinde dolanıp duruyoruz.. Benim “bilmiş ötesi” yol arkadaşım olan “Bilim ve Kültür Bayanı” kafasını İznik çinisine takmış..

İlçede çini imâlatı yapan, yaparken de bu sanatın inceliklerini yeni kuşaklara öğreten bir vakıf varmış..

Resmi adı kayıtlarda “İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı..” olarak geçiyor..

O vakfın atölyesini bulacağız.. İçine gireceğiz, çalışanların başına dikilip “mümkünse” meşhuuur İznik Çinisi’ni nasıl yaptıklarının seyrine duracağız..

Ne mi faydası olacak? Bilgileneceğiz..

Olur da günün birinde, kendini bilmezin biri çini lafı açıldığında dangıl dungul konuşursa, bilgimizi yerlere saçıp laflarını ağzına tıkayacağız..

Bizi dinleyenler de kültürümüze hayran kalacak..

***

Okuduğunuz bu lafları vakfın atölyesini ararken refakatçim “Bilim ve Kültür Bayanı”na sayıp duruyorum..

Doğal olarak da on kere yol tarifi almama rağmen atölyenin yerini bulamıyorum..

Benimki ne kafasıysa? Bilime de yatmıyor, şoför pratikliğine de.. Sonunda atölyenin yerini yine o buldu..

Bahçeye açılan bir kapıdan girdik içeri..

Bize yol tarifi yapanlardan biri orada görevli Emine Hanım’ı tanıyormuş.. “Selamımı söyleyin, size yardım eder” diye tembihlediydi..

Öyle yaptık.. Emine Hanım’ı bulduk.. Derdimizi anlatırken yanında bulunan başka bir hanım lafa girdi.. Önce beni teşhis etti..

Sonra bizi atölyenin içinde gezdirmesi için Eda Hanım’a talimat verdi, anladım ki buraların paşası bu hanım.. Makine Mühendisi Yasemin Koç..

MUCİZE KADIN..

Vakfın kuruluşuna İstanbul’da mukim Profesör Dr. Işıl Akbaygil önayak olmuş.. Banisi bu hanımefendi yani..

Sonra atölyeyi ziyarete gelen Yasemin Hanım’ı tanıyınca ona burada yöneticilik teklif etmiş.. O da kabul etmiş..

“Evet” deyişi üzerinden on yıl geçmiş.. Elan işin başında..

Lakin lafın doğrusunu söylemeli.. Yasemin Hanım’ı dinlerken akıl edip soramadım.. O yüzden Profesör Dr. Işıl Akbaygil’in hangi dalda ihtisaslaştığını bilmiyorum..

İnternet sağ olsun, diyenleredir lafım.. Google âlemine daldım.. On beş dosya açtım.. Hepsi birbirinin tekrarı..

Birinde İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Yüksek Okulu Müdiresi olarak çıkıyor karşımıza.. Bir başka sitede Bilkent Üniversitesi öğretim görevlisi..

Her site, yanındaki siteden aldığı lafları aynen dizmiş.. Birinin de aklına benim aklıma gelen soru gelmemiş..

O yüzden internetten öğrendiklerimi özetliyorum.. (İhtimal bir dahaki aramamda benim bu yazdıklarım bilgi niyetine karşıma çıkacak..)

Profesör Dr. Işıl Akbaygil bir bilim insanı..

Cinsiyeti kadın.. Evli.. Çinilere meraklı.. Üç yüz yıl ara veren bu sanatı yeniden canlandırmak üzere vakıf kurmuş.. Çini sevenlerin hayır duasını almış..

Vakfın İstanbul Kuruçeşme’de de çini atölyesi varmış..

Bütün bu bilgilerin altında da aynı kalıp cümle..

“İznik çinisi denildiğinde Profesör Dr. Işıl Akbaygil’in adından söz etmemek olmaz..”

***

İnternet denilen güzellikler âleminde böyle avare dolaştıktan ve internetle meşgûl ahalimizin yaratıcılığına tanık olduktan sonra Işıl Hanım gözümde daha da büyüdü..

Bu ezberci insan malzemesi ile bu işleri başarmak müthiş..

Atölyeyi hayran hayran gezdik.. Altmış kadar genç kadın, kız çalışıyor.. Göz nuru döke döke hazırlıyorlar o çinileri..

KRALİÇE DE GELDİ

Çini dediğim zaman banyo duvarlarını döşedikleri karoların benzeri gelmesin aklınıza.. Tabaklar, vazolar, kâseler..

Üzerindeki işin inceliğini anlatmakla bitiremeyiz.. Nitekim İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth de gelip gezmiş burayı..

Çalışanları izlemiş, çıkan işleri görüp hayran kalmış.. Bursa Valisi gayrete gelip Kraliçe’ye vazo hediye etmiş..

Bir hayli de alışveriş yapıp götürmüş çinileri..

Parasının karşılığını fazlasıyla almıştır.. Çünkü en basit bir çini tabağın ürün olarak ortaya çıkması bile, her saati dolu dolu geçen yetmiş gün alıyor..

Vakfın tasarım atölyesinden gelen desenler ince ince eşyanın üzerine işleniyor.. Çamurunun hazırlanışı başka bir safha..

İşte Kütahya çinisi ile ayrıldığı yer burası.. Pres kolaylığına gitmeden daha zahmetli ama yüzyıllarca dayanan bir teknik uyguluyorlar..

En zoru da çiniler fırınlandığında boyaların taşmaması.. Yasemin Hanım’ın anlattığına göre desenlerin bordürleri taşmayı önlüyormuş..

Osmanlı’dan kalma mimari eserleri ziynete çeviren çininin hikâyesi içinde “kırmızı renk ile cebelleşmek” de var..

Artık bir şehir efsanesi gibi.. Her renk tutturulurmuş da kırmızı ıhhh!

Devir bilim devri.. Eski çinilerden bir örnek tahlil edildiğinde en ince ayrıntısına kadar ulaşılıyor.. Dediğim gibi artık renk tutturma gibi bir dert yok..

***

Vakıf işini mükemmel yapıyor.. 16’ıncı yüzyıl Osmanlı’nın yapılaşmada durakladığı devirdir..

Belli ki bu sanat o zaman gerilemiş, şimdi ise yeniden yükseliyor..

Şehrin içinde de bir sürü özel çini imalathanesi var.. Sanatları hakkında bir şey diyemem.. Usta sanatçılara haksızlık yapmaktan korkarım..

Ama İznik Çinisi denince vakıf çinisini de tek geçerim..

Bir avuç fedakâr öncü kadın ve el sanatçısı sayesinde bu nadide sanatın yeniden ihya olduğunu görmek beni müthiş keyiflendirdi..

Yaptığım bütün vırvırları geri aldım..

Bu çinilerin değerini fark eden başka bir öncü(!) kadın vardı ki onu burada tanıdığım insanlarla karıştırmıyorum..

Hani çinilerimizi yolup yolup Londra’da satan sosyetik öncü kadın..

Adını da yazamıyorum.. Hemen dava açıyor.. Bizim yasalara göre hırsızın da haysiyeti var.. O yüzden kabak başıma patlıyor..

İznik ahalisini bu kadına karşı uyarmak için düştüm bu notu.. Kalın sağlıcakla..