Bilgisayarda Hızlı Yazı Yazma Ege Bölgesi Birincisi

Mayıs 23, 2009

Bilgisayarda Hızlı Yazı Yazma Yarışması İntersteno Türkiye Şampiyonası’na katılan Gediz Ticaret Meslek Lisesi öğrencileri Ege bölgesi birincisi oldu.

Birleşmiş Milletler’in yan kuruluşlarından olan Uluslararası İntersteno Birliği Türkiye Birimi’nce düzenlenen yarışmalarda, Gediz Ticaret Meslek Lisesi öğrencisi Kevser Kıran, 17-20 yaş arası kategoride Ege bölgesi birincisi seçildi.

Türkiye genelinde 13. sıraya yerleşen Kevser Kıran kızlar arasında ise Türkiye şampiyonu oldu. Gediz Ticaret Meslek Lisesi Müdürü Bayram Sarı, internet ortamında yapılan yarışmada bu yıl çok güzel başarı elde ettiklerini söyledi.
Diğer öğrenci İbrahim Akpınar’ın Türkiye Şampiyonası’nda 26. olarak dereceye girdiğini belirten Müdürü Bayram Sarı, “Okulumuzun başarılı öğrencilerinden Kevser Kıran, ülkemizde iyi bir başarı elde ederken, Dünya İntersteno Şampiyonası’nda ise kategorisinde dünya 39’uncusu oldu. Okulumuz Gediz Ticaret Meslek Lisesi’ni başarı ile temsil eden öğrencilerimizi yürekten kutluyorum. Yeni şampiyonlar çıkarmak için çalışmalarına devam eden okulumuzun asıl amacı Türkiye şampiyonu yetiştirmek” dedi.


Teknoloji Sergisi

Mayıs 23, 2009

Simav Gülizar Eren İlköğretim Okulunun ikinci kademe öğrencileri tarafından teknoloji ve tasarım dersi kapsamında üretilen eserler sergilendi.

Çöp toplayan ayakkabı, boyayı çevreye sıçratmayan fırça, alarmlı çöp kovası, kolda taşınabilir şemsiye, kayıp eşya dolabı, ayarlanabilir masa gibi yaşamı kolaylaştıracak tasarımların sunulduğu sergi, vatandaşların ilgisini çekti.

Öğrencilerin ekonomik sıkıntılar nedeniyle kartondan yapmak zorunda kaldığı eserlerden oluşan sergiyi, Belediye Başkanı Kasım Karahan da gezdi.

Okulun teknoloji ve tasarım dersi öğretmenlerinden Ümmü Yılmaz, öğrencilerin bu eğitim öğretim yılında yaptığı ürünlerin vatandaşlar tarafından beğenilmesinden büyük mutluluk duyduklarını söyledi.


Domaniç'te Park Açılışı

Mayıs 23, 2009

Domaniç ilçesinde, belediyece yaptırılan ve Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Rektörü Prof. Dr. Güner Önce’nin adı verilen park törenle açıldı.

Hasantepe Mahallesi’nde, DPÜ Domaniç Meslek Yüksekokulu yerleşkesindeki parkın açılışında konuşan Prof. Dr. Önce, üniversitelerin bulunduğu yerleşim bölgelerine kültürel ve maddi değer kattığını söyledi.

Üniversitelerin kurulması için en önemli faktörün, bölge halkının önem ve istek duyması olduğuna işaret eden Prof. Dr. Önce, DPÜ Domaniç Meslek Yüksek Okuluna yeni bölümler açılabilmesi için gereken desteği sağlayacaklarını kaydetti.

Konuşmaların ardından kurdele kesilerek, Prof. Dr. Güner Önce Parkının açılışı yapıldı ve Domaniç Belediye Başkanı Yakup Yardımcı tarafından katılımcılara çalışmalara ilişkin bilgi verildi.


Sahte Fatura Operasyonu

Mayıs 23, 2009

Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde, düzenlediği sahte faturaları birkaç ilde faaliyet gösteren firmalara pazarladığı iddia edilen kadın, kaldığı otelde yakalandı.

Polis, İzmir’de yaşayan Kıymet S’nin (37), bu kentteki bir mali müşavirden temin ettiği faturaları yasal olmayan şekilde düzenleyerek birkaç ilde fatura ihtiyacı olan firmalara, fatura bedelinin yüzde 5’i karşılığında sattığı bilgisine ulaştı.

Kütahya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Su çlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ile Tavşanlı Emniyet Müdürlüğü ekipleri, teknik takibe aldıkları Kıymet S’yi, Tavşanlı’da kaldığı otelde gözaltına aldı.

Zanlının kaldığı odada, Tavşanlı’da faaliyet gösteren 6 firma adına düzenlenmiş sahte faturaların yanı sıra bağlantılı olduğu firmaların bilgileri bulunan ajanda ele geçirildi.

Kadının, söz konusu kentlerde yaklaşık 15 milyon lira değerinde sahte fatura pazarlayarak devleti zarara uğrattığı öğrenildi.

Emniyetteki işlemleri tamamlanan Kıymet S, daha sonra adliyeye sevk edildi.
Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.


Simav Çayı Ovalarımızı Kirletiyor

Mayıs 23, 2009

Kütahya’nın Simav ilçesinden doğduktan sonra, Susurluk nehri olarak Marmara denizine dökülen Simav çayı, ortasından geçtiği verimli topraklarıyla ünlü Simav ovasını kirletmeye devam ediyor.

Bugünlerde suların çekilmeye başlamasıyla birlikte bir süredir gizlenen kirlilik yeniden gün yüzüne çıktı. Simav’a bağlı Gümüşsu beldesinin Boğazköy muhtarı Asım Türköz, suların çekilmesiyle kirliğin gün yüzüne çıkmaya başladığını, bu durumun müstahsilin moralini bozduğunu söyledi. Simav çayının kirlilikten kurtulması için yıllardır ihmal edilen arıtma tesisinin bir an önce kurulmasını beklediklerini anlatan Türköz, ”Fırsat kaçmadan Simav çayını kurtarmamız gerekiyor. Yoksa yarın çok geç olabilir” diye konuştu.

Simav Ziraat Odası Başkan Yardımcısı Ramazan Çaka da, Simav Belediyesi başta olmak üzere 5 belde belediyesinin ortaklığıyla kurulan Arıtma Birliği’nin tesisi bir an önce faaliyete geçirebilmek için elini çabuk tutmasını istedi.

Simav çayının mevcut haliyle Simav ovasına bereket yerine ölüm getirdiğinin altını çizen Boğazköy muhtarı Asım Türköz, Simav çayını Eynal kaplıcalarındaki yün temizleme tesisleri başta olmak üzere, atıklarını çaya bırakan sanayi tesisleriyle kanalizasyonların kirlettiğini iddia etti. Yaz akşamları sivrisinek yüzünden evlerinde oturamadıklarından yakınan Türköz, yetkilileri göreve davet etti.


Nefis Terbiyesi

Mayıs 23, 2009

Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn… Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîhi alâ küllî hâlin ve fî külli hîn… Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ muhammedinil mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmil cezâ… Emmâ ba’d.

Allah’ın selâmı rahmeti, bereketi üzerinize olsun… Allah CC hem dünyada, hem ahirette sizleri hayırlarla karşılaştırsın, bahtiyar eylesin… Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin…

Bu dünya, bu hayat, şu günler, şu ömürler gelip geçicidir; kalıcı değildir, çok değildir, kısadır, muvakkattir, sonludur, sönümlüdür, ölümlüdür. Asıl hayat ve asıl bitmeyen zaman ahirettedir, öldükten sonraki hayattadır. O ebedîdir, bu fânîdir. Asıl ona hazırlanmak gerekir.

İslâm’ın, imanın bize gösterdiği hakîkat budur. Peygamber SAS Efendimiz bu fikirle yaşamıştır. Dünyaya değer vermemiştir, bel bağlamamıştır, gönlünü kaptırmamıştır. Ahireti kazanmağa, Allah’ın rızasını kazanmağa bizleri teşvik etmiştir. Kendisi de ahiretin şevki ile, özlemi ile yaşamıştır.

(Mâ lî ve lid dünyâ) “Benim dünya ile ne işim var?.. (İnnemâ ene kerâkibün istezalle tahte zılliş şecereh) Ben bir ağacın altında biraz nefes alıp, gölgesinde gölgelenip dinlenen bir yolcu gibiyim.” buyurmuştur. “O ağaç benim esas mekânım, makamım, hedefim değil ki…” mânâsına…

Biz de bu büyük hakîkate göre hayatımızı ayarlamak, tanzim etmek, düzenlemek planlamak zorundayız. Elimizden geldiğince de öyle yapmağa çalışıyoruz. İbadetlerimizi yapmağa çalıyoruz, Allah’ın emirlerini tutmağa çalışıyoruz. Haramlardan günahlardan kaçınmağa çalışıyoruz. Ahireti kazanmanın yolu budur diye, bu yolu tutturmuşuz.

Kimisi bunu güzel yapıyor, kimisi de zar ve zor yapıyor, zorlanarak yapıyor. Bazan günahlara bulaşıyor, bazan haramları irtikâb ediyor, bazan sevaplı işlere pek gayret gösteremiyor, tenbelleniyor…

Tabiî, bu hallerinin, davranışlarının da hepsi defterine yazılıyor. Kirâmen kâtibîn amel defterine yazıyor. Bunların da bir hesabı, sorgusu suali olacak ahirette….

(Femen ya’mel miskàle zerretin hayran yerah. Ve men ya’mel miskàle zerretin şerran yerah.) “Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecek. Öyle yapmayan, şer işleyen, kusurlu günahlı işleri yapan, yaşayışı Allah’ın rızasına uygun olmayan da cezalara uğrayacak.”

Bu Allah’ın rızasını kazanma yoluna takvâ yolu derler, ihsân yolu derler. Takvâ yolu denmesi, insanın günahlardan, haramlardan, Allah’ın hoşuna gitmeyecek işlerden kendisini korumasından dolayıdır. Takvâ korunmak demek, kendi kendisini koruması demek… Onun için takvâ yolu deniliyor.

Yâni, canı istese bile günahlı, haramlı işleri yapmamak için kendini tutacak, kollayacak. Canı istemese bile sevaplı, hayırlı işleri yapacak da, sevabı kazanacak, kendisini cehenneme düşmekten koruyacak, kollayacak. Allah’ın gazabına uğramaktan korunacak.

O halde iş takvâdır, takvâ zihniyetiyle hareket etmektir, korunma zihniyetiyle hareket etmektir. Burda da nefisle çatışma vardır. Nefis günahları seviyor ve arzu ediyor. Eğlenceyi, keyfi. çalgıyı, düğünü, yatmayı, gezmeyi, tozmayı seviyor. Sevaplı işlere de tenbelleniyor. Hayırlı, sevaplı işleri de yapmakta zorlanıyor; kaçmağa çalışıyor, kaytarmağa çalışıyor.

Bir çocukta bunu güzel görüyoruz: Annesi babası zorlamazsa namaz kılmıyor. Hattâ annesini babasını kandırmağa çalışıyor. Yalancıktan abdest aldım diyor, yalan söylüyor. “Namazı kılmıştım ben…” diyor ama, kılmadı. Neden?.. Zor geliyor. Halbuki sevaplı bir şey… Sevaplı bir şey zor gelebiliyor, günahlı bir şey de çok şiddetle arzu edilebiliyor.

O halde Allah’ın rızasını kazanmanın yolu, nefse muhalefet etmekten geçiyor. İşte bu da takvâ yolunun esası, tasavvufun belkemiği… Nefsini yenebilecek ki insan, istemediği şeyi ona, “Sevaplıymış, faydalıymış, hayırlıymış.” diye zorla yaptırabilecek; istediği şeyi de, “Günahtır, haramdır, Allah’ın sevmediği iştir.” diye frenleyip tutabilecek. O halde nefisle mücadele etmekten geçiyor, Allah’ın rızasını kazanmak…

Onun için, tasavvuf, tarikat dediğimiz nefsi terbiye etme yolu en kıymetli yol oluyor; İslâm’ın hakîkatı oluyor, özü oluyor. Tabii, bunları anlamayanlar, şu kısa cümlelerle izah ettiğim şeyi bilmeyenler, çeşitli şekillerde itiraz ediyor. Kâfirler bir yönden itiraz ediyor, münafıklar bir başka yönden itiraz ediyor. Nefsinin esiri olan, nefsine tapan, hevasına tapan insanlar bu işe yanaşamıyor. Şeytana uyan, şeytana tapan insanlar gelemiyorlar. Ama işin doğrusu işte anlattığımız gibi…

O halde biz, nefsimizi ıslah edecek bir yol tutturmalıyız. Nefsimizi yenebilecek bir eğitimden geçmeliyiz. Sevapları öğrenmeli ve onları zor da olsa yapabilmeliyiz. Günahları, haramları bilmeli, canımız istese bile onlardan kendimizi korunabilmeliyiz, sakınabilmeliyiz.

Çok iyi derviş, bana mektup yazıyor, mahrem… Diyor ki: “Hocam, elinizi öperim, ayağınızı öperim!” diyor. Ayağımızın altını öpeceğini söylüyor. Tamam öper de, samîmî… “Fakat benim bir kusurum var, ben harama bakmaktan kendimi alıkoyamıyorum!” diyor.

Demek ki, bu iş bayağı zor… Çocuk iyi çocuk, derviş, tarikata girmiş, yaptığı işin günah olduğunu da biliyor ama, harama bakmaktan kendisini alıkoyamıyor. Televizyonda haram var, çarşıda pazarda haram var, günah var… Gazetede mecmuada haram var…

Tabii, bu sadece bakıştan meydana gelen bir durum… Aynı şekilde kulaktan günahlar kazanılabilir, aynı şekilde dilden günahlar kazanılabilir, aynı şekilde nefsin başka arzularından günahlar kazanılabilir. Çok canı istiyor, midesi arzu ediyor, iştihası kabarıyor, komşunun meyvasını çalıyor. İşte o da bir nefsini yenememek…

Kendisine helâl değil, Allah haram kılmış, başkasının malını almaması lâzım!.. Ama tutamıyor kendisini… Canım çok erik istedi diyor, erik çalıyor… Elmalar çok güzel kırmızı olmuş diyor, elma çalıyor… “Kavunlar karpuzlar büyümüş, hava da çok güzel, şurdan bir tane alayım!” diyor, bıçağı vuruyor, haram şeyi yiyor.

Bunu kademe kademe başka noktalara da götürebiliriz, başka misaller sayabiliriz. Burdan anlaşılıyor ki, insanın nefsi insana düşman adetâ… Nefsi kendisi demek, insanın kendisi kendisinin kötülüğünü istiyor. Sanki içinde bir düşmanı var, kendi aleyhe çalışıyor. Sanki kalenin içine casus girmiş, kaleyi içten fethetmeğe çalışıyor.

Doğru… Peygamber Efendimiz de öyle buyurmuş: En büyük düşman nefis!.. Çünkü, işte o işleri yaptırtıyor.

İnsan düşünüyor, taşınıyor, aklıyla bir şeyi düşünüyor, öyle yapıyor. Bankayı soyan da aklıyla yapıyor, soygunu yapan aklıyla yapıyor. Aklını kullanıyor herkes ama, aklını hangi istikamette kullandığı mühim…

Onun için, İslâm’ın özü, hakîkatı, esası, can damarı, belkemiği tasavvuftur, nefsin terbiyesidir. Nefis terbiye olacak, insan kendisini frenleyebilecek… Nefis terbiye olacak, insan kötü huyları atacak, iyi huyları alacak… Nefis terbiye olacak, insan Allah’ın istediği işleri yapmağa koşan, hayırlı faydalı bir insan olacak.

O halde tasavvufa itirazlar Kur’andan, hadisten, fıkıhtan nasibsiz insanların itirazlarıdır.

–Yok hocam! Bazıları da var İlâhiyatta hoca, veyahut Suudî Arabistan’da din adamı… Veyahut tarihte filânca kitapları yazmış filânca alim, kitap yazan yazar, müellif bir insan… O da itiraz ediyor.

Onların da itirazlarını incelerseniz, nesine itiraz ediyor: Ya tasavvufu bilmediği için, tasavvuf şöyledir, binâen aleyh kötüdür diye bilmeden ona yanlış bir sıfat yakıştırıyor, ondan tenkid ediyor. Ya da ben mutasavvıfım diye onun etrafında dolaşan, onun gördüğü insanlara bakıyor, “Tasavvuf buysa, tasavvuf iyi bir şey değil gàlibâ?” diye kötü misallerden dolayı tasavvufa karşı oluyor.

Biz de tasavvuf ehliyiz, tarikat ehliyiz; öyle tasavvufa biz de karşıyız. Ben de karşıyım, siz de karşısınız. Kur’an’ı okuyorsunuz, hadisi okuyorsunuz; içki haram mı?.. Haram… Birisi hem tarikattenim diyor, hem de içki içiyor. Buna karşı olunmaz mı?.. Karşı olunmazsa, müslümanlık nerde kalır?.. Elbette karşı olacağız.

Arnavutluk başmüftüsü geldi, evimize misafir oldu. “Arnavutluğun %40’ı Bektâşî Tarikatı’ndandır; rakı içerler bunlar.” dedi. Ben de duydum, biliyorum. Gazeteler bir röportaj yapmıştı, ordan biliyoruz. Rakı içen bir tarikat kabul edilemez, tarikat değildir o!.. E, tarikatım diyor… Sapıtmıştır. Ne tarikatıymış?.. Bektâşî Tarikatı…

Ben Hacı Bektâş-ı Velî’yi tanıyorum. Hacı Bektâş-ı Velî içkinin aleyhinde… Bu içkiyi içiyorsa, demek ki sapıtmış. Hacı Bektâş-ı Velî’nin dahi yolunda gitmiyor. Çünkü Hacı Bektâş-ı Velî diyor ki: “Bir kuyunun içine bir damla içki damlasa, suyunu dışarıya çıkartsalar. Kova ile çıkartıp çıkartıp kuyuyu boşaltsalar temiz olsun diye, dökseler suyu… Dışarısı ıslandı. Islandığı yerde ot bitse, o otu koyun yese; o koyunun etini yemem!” diyor.

Neden?.. Su şaraplıydı. Ot şaraplı sudan büyüdü. Koyun şaraplı suda büyümüş otu yedi. Onun için etini bile yemem diyor.

Bu neyi gösteriyor?.. Buna mübalağa sanatı derler. Bir şeyin kötülüğünü kesin olarak göstermek için mübalağa sanatı yapılır bazen… Yâni, o koyunun eti aslında temiz… O ot da temiz… Ot şarabı emmiyor ki, suyunu emiyor, şarabı almıyor topraktan…

Ama, çok kesin olarak biliyoruz ki, Hacı Bektâşî Velî içkinin aleyhinde… Şimdiki Bektâşî, Bektâşî Tarikatı’ndayım diyen Arnavutluk’taki adam içkiyi içiyor. Demek ki Hacı Bektâş’ın yolunda değil… Demek ki, Bektâşî adını bile almağa hakkı yok…

Kaldı ki, diyelim ki Hacı Bektâş-ı Velî de içki içmiş olsa; Hacı Bektâş-ı Velî Peygamber Efendimiz’den yedi asır sonra yaşamış bir insan… Bizim örneğimiz, nümûnemiz, nümûne-i imtisâlimiz Peygamber Efendimiz… Bizim kitabımız Kur’an-ı Kerim… Bizim dinimizin hükümleri Kur’an-ı Kerim’den, hadis-i şeriflerden çıkıyor. Birisinin şöyle böyle yapması, şöyle böyle demesi, bize dinî bakımdan delil olmaz. İçen günahkâr olur, bize örnek olamaz. O içmiş, ben de içeceğim diyemeyiz.

Bunun fıkıhta kaidesi nedir: “Batıl makîsün aleyh olamaz!” Yâni, “Kötü, aslı yanlış, batıl olan bir şey esas alınarak, örnek alınarak ona uygun olarak iş yapılamaz!” demek… Bâtıl makîsün aleh olamaz, hak makîsün aleyh olur. Peygamber Efendimiz şöyle yapmış, o halde ben böyle yapayım diyebilirsin. Ama Ebûcehil şöyle yapmış, ben de öyle yapayım diyemezsin; çünkü Ebûcehil bâtıl yoldadır.

Bâtıla uyulamaz, bâtıl örnek alınamaz, esas alınamaz. Bu aklın ve hukukun ve şeriatın kanunudur.

Onun için, tasavvufu bilmeyenler ya tasavvufu bilmediklerinden aleyhinde konuşuyorlar; ya da etrafında gördükleri kötü insanlardan ibaret sanıyorlar tasavvufu, ondan saldırıyorlar.

Biz de onlara düşmanız. Biz de aynı şekilde düşünüyoruz. Çünkü, esas olan Allah’ın rızasını kazanmaktır, Kur’an-ı Kerim yolunda yürümektir, Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmaktır. Bizim yolumuz budur.

Biz de, birisi şeriata aykırı hareket ederse, hemen kaşımızı çatarız. Falanca adam varmış, kadınlarla erkekleri bir arada oturtuyormuş. Kadınlara elini öptürtüyormuş, ziyan etmez diyormuş… “Hadi ordan, palavracı sen de…” deriz, hemen kızarız.

Falanca adam çok iyi adammış da, cumaya gitmezmiş… “Hadi ordan, cumaya gidilmez mi?.. Allah-u Teâlâ Hazretleri:

(İzâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillâh) buyuruyor. Allah’ın sözünü dinlemiyor; kaşımızı çatarız, derhal tavrımızı alırız. Falanca adam yediği şeyin haramlığına helâlliğine dikkat etmiyor. Haramı yiyor, haramı içiyor, haramdan kazanıyor… Hemen kaşımızı çatarız. Bu adamın başında kavuğu var, sırtında cübbesi var, elinde asâsı var diye onu hoş görmeyiz.

Neden?.. Kıyafet mühim değildir; amel mühimdir. Amelleri şeriate aykırı diye tavır koyarız. O halde, aslında onlarla ihtilâf halinde değiliz.

Nitekim meselâ, İbn-i Teymiye diye bir kimse vardır, hep tasavvufun karşısında bir kimse olarak gösterilir. Halbuki kendisi mutasavvıftır, kendisi tasavvuf erbabıdır. İbn-i Teymiye’de Tasavvuf diye Türkçe’ye de kitaplar çevrilmiştir. O bizim anladığımız mânâdaki tasavvufa karşı değil, bizim karşı olduğumuz tasavvufa karşı…

Onun için, Ebül Hasen-i Nedvî sellemehullah, Allah ömür versin, iyi bir alim; “Bu tasavvuf kelimesi hak yolda gidenlerin de, batıl yolda gidenlerin kullandığı bir isim oldu. Keşke buna bir başka isim versek de, karışıklık olmasa şu sebepten dolayı…” diyor. “Başka bir isim verelim!” diyor.

Tamam, olur, verelim: “İhsân yolu, takvâ yolu” diyelim. Takvâyı anlattık, ihsan yolu ne demek?.. Peygamber SAS Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyurmuş ki:

“–Allah’a onu görüyormuşçasına samîmî ibadet et! Sanki karşındaymış, sanki sen Allah’ı görüyormuşsun gibi, öyle candan, öyle samîmî, öyle içten, öyle duygulu ibadet et!” Neden?.. “Çünkü her ne kadar sen onu görmesen bile, o seni görüyor.”

Bir görme işlemi var, o seni görüyor. Her yerde hàzır ve nâzır… O seni görüyor, içini dışını biliyor. Sen de onu görüyormuş gibi ibadet et!.. İşte tasavvuf, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmektir.

Başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “İmanın en yüksek derecesi, Allah’ı görüyormuş gibi ona inanmak ve ona ibadeti öyle yapmaktır. O halde mahkemeye müracaat edip isim değişikliği yapalım!..

Bizim yolumuz ihsân yolu… Yâni, Allah’ın bizi gördüğünü bilerek, biz de sanki Allah’ı görüyormuşuz gibi, ona hâlis muhlis ibadet etmek yolu diyebiliriz.

Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Bir insan bir günahı, iman içinde iken işlemez!”

–E ne olur?..

İman o anda ondan ayrılır, öyle işler. Katil öldürme işlemini mü’minken yapmaz. Sarhoş, şarap içme fiilini mü’minken yapmaz. İman çıkar, aklı durur, gözü perdelenir, gönlü kararır, öyle yapar. Hırsız hırsızlığını mü’minken yapmaz, yapamaz! Mü’min olan insan yapamaz!..

İmanı çıkıp gidiyor, gözü kararıyor, düşünemiyor. “Düşünemedim, aklım ermedi, kendime hakim olamadım… Bilmem ne…” diye ondan sonra hakimin karşısında mâzeret…

Demek ki, bizim yolumuz, Peygamber Efendimiz’in zamanında, Kur’an-ı Kerim’de, hadis-i şeriflerde, sahabe-i kirâmın bildiği isimle bizim yolumuz ihsân yoludur. Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme yoludur. Bizim yolumuz takvâ yoludur. Kur’an-ı Kerim’de kaç yerde takvâ kelimesi geçiyor. Saymadım ama, yüzün üstünde yerde geçiyor takvâ kelimesi…

Bizim yolumuz takvâ yoludur. Biz takvâ ehli müslüman olacağız. Her işimizi Kur’an’a uygun yapacağız. Bizim yolumuz Kur’an-ı Kerim yoludur. Bizim yolumuz, Peygamber SAS Efendimiz’in ahlâkına ahlâkımızı uydurma yoludur. Rasûlüllah’ın ahlâkıyla ahlâklanma yoludur. Rasûlüllah Efendimiz’in ahlâkı neyse, onunla ahlâklanmak, o ahlâka sahib olmak, öyle yaşamak yoludur.

Bizim yolumuzun adları çıktı ortaya.. Hani Peygamber Efendimiz’in nice isimleri var… Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin nice esmâ-ü hüsnâsı var… Bizim yolumuzun da çeşitli adları var: “Tasavvuf yoludur, takvâ yoludur, ihsân yoludur, Kur’an yoludur, Rasûlüllah’ın ahlâkıyla ahlâklanma yoludur, cennet yoludur.” diyebiliriz.

Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi, dinimizin hakîkatlerini öğrenen ve hayatında o bildiklerini uygulayarak, ilmiyle âmil olarak takvâ üzere yaşayan, ömrünü bereketli, hayırlı, sevaplı geçiren, huzur-u Rabbil İzzet’e sevdiği razı olduğu kul olarak; güzel, alnı açık, eli ibadetlerle dolu, kalbi pırıl pırıl varan kullarından eylesin…

Onun için, buyurun beraberce bir güzel tevbe edelim:

13. 6. 1996 – Özelif / ANKARA


Sn. Gürırmak'a Yapılan Haksızlık

Mayıs 23, 2009

Bu yıl Simav’ın fethinin 682. yıldönümüdür.Simav’ı fetheden komutan İran İlhanlı Devleti Komutanlarından TOKA TİMUROĞLU BABUK HAN’dır.Babukhan’ın vakfettiği Simav Ulu Camii ki yarım yamalak tamir ettirilmiş olup ilçemiz Simav’ın en eski yapısıdır.

1983 yılından 1988 yılına kadar Simav’ın tarihi ve kültürü ile ilgili bilgi ve belgeleri topladığım sarı kaplı dosyamı 1989 yılı Şubat ayında “Tarihte Simav” başlığı ile kitap olarak yayınlamıştım.  Kitabın kapağında mor zemin üzerine sarı renkte kendi çizdiğim “SİMAV ZEYBEĞİ” motifi yer alırken, çevresinde de 24 Oğuz boyunun damgalarına yer vermiştim.

1970’li ve 1980’li yıllarda tek kanal ve siyah beyaz TRT televizyonunun her yılın 29 Mayıs günü İSTANBUL’UN FETHİNİ anlatan programlarına bakarak “yahu bizim Simav’ın fethini neden bilmeyiz ve neden her memleket kendi fetih gününü kutlamaz da İstanbul’un Fethini tekrar tekrar kutlar şeklinde kendi kendime sorardım.

simavfatihiİşte tam 20 yıl önce 28 yaşında iken bastırmayı başardığım “Tarihte Simav” isimli kitap çalışmamda Simav’ın Fethini Germiyanoğlu Çağa Şan Mehmet Bey’in 6 Mayıs 1327 tarihinde gerçekleştirdiğini o zamanlar edindiğim kaynak kitaplara göre yazmıştım.

Ve bakınız, 20 yıl önce bastırdığım “Tarihte Simav” isimli kitabımın birinci sayfasında şu ibareleri yazmışım: “Bu kitap Simav’ın 662. Fetih ve 67. Kurtuluş Günleri anısına Sarı ve Mor Zeybeklere armağandır.”

Evet, geçtiğimiz 8-9 Mayıs 2009 tarihlerinde Simav’da yapılan 2. Yaren Çalıştay’ına Simav Yarenleri beni davet etmedikleri gibi, 1999 yılında yayınlanan “Simav’da Yaren Geleneği” isimli kitabımdan dolayı Ankara’da mahkeme kapılarında dört yılımı ziyan eden profesörü bu sempozyumda oturum başkanı olarak dinlediler. Doğru ya…halkın kültürünü halkın içinden yetişen ne bilecek!…Simav yarenciliğini yazıp çizmek için illa ki profesör olmak gerekiyor.  Vay benim Simav tarihi ve kültürü için harcadığım 26 yılıma.

1983 yılında İzmir Ege Telgraf Gazetesi’nde profesyonel gazeteciliğe başladığımda basın kartımdaki vesikalık resmime bakıyorum da saçlarım kulaklarımı örtmekte ve siyah beyaz bir fotoğraf görüyorum.  Şimdi, İzmir Haber Ekspres Gazetesi’nde çalışırken taşıdığım ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün “Sen gazetecisin, al bu kimliği taşı” dediği basın kartımda renkli çekilmiş resmim var…Hey gidi meslek, 26 yıl geçmiş.

26 yıl Simav Yarenlerini gazetelere, sonra televizyon programlarına taşı, sonra Eynal Kaplıcaları için gazetelerde Evliya Çelebi’den referanslı kaplıca diye manşetler attır…Sonra, ünlü gazeteci ve TV programcısı Savaş Ay’ın Ataol Behramoğlu ve Güler Kazmacı gibi ustaların yanında canlı programda kendi yazdığım “Yaren Tepeleri” şiirini Flash TV’de bağıra bağıra oku (2002 yılı)…

Bütün bu mesailerimin mükafatı böyle mi sonuçlanacaktı?

Efendim, Cumhuriyet Gazetesi’nde Işık Kansu kendi köşesinde şöyle yazmış: “Gazeteci kimdir?  Gazeteci bir bilen değildir.  Gazeteci öğrenendir. Algılayıp aktarandır.  Gazeteci, kuşkulanandır.  Kuşkuları araştıran, edindiği bilgileri bütünleştirip aktarandır.  Gazeteci sezendir.  Sezip irdeleyen, yorumlayıp aktarandır.”

Evet hemşehrilerim ve okuyucularım. Benim 26 yıldır yaptığımın özeti yukarıdaki satırlar gibidir. Geçen 29 Mart Belediye Başkanlığı seçimlerinden önce, Simav’da ilk kez oy kullanacak genç hemşehrilerim ile kararsız seçmenler telefonla beni aradılar.”Alaattin Ağabey, dört tane başkan adayı var, hangisine oy verelim?” diye sordular.  Ben de “meclis üyeleri açıklandığında kime oy atabileceğinizi söyleyebilirim” dedim.  Adaylar meclis üyelerini açıkladılar. Telefonla beni arayan yaklaşık olarak 100 hemşehrime şu görüşümü aktardım: “Simav’da ezilenler ve hakkı yenenler CHP’li Dr. Dursun Uzun’a oy versin…Simav’da Başkan dediğin tek adamlığa oynamamalı, meclis üyeleri ile yetkisini paylaşmalı ve ekip çalışması ile memleketi yönetmelidir görüşünde olanlar DP adayı Kasım Karahan’a oy versin”

Ayrıca, her iki adayımızı meclis üyelerini belirlemeden önce İzmir’den telefonla arayıp meclis üyesi arkdaşlarını iyi donanımlı  hemşehrilerimizden seçmesini tavsiye etmiştim.

Evet yukarıda ne dedik? “Gazeteci sezendir.  Sezip irdeleyen, yorumlayıp aktarandır.” 29 Mart 2009 Seçimlerinde çoğu hemşehrimizin üçüncü sıraya koyduğu adayımız Kasım Karahan az farkla Belediye Başkanı oldu. Yine CHP’li Dr. Dursun Uzun ise CHP’nin Simav’daki bir önceki seçime göre oyunu en az 1500 kişi arttırdı.

Bu yıl Simav’ın fethinin 682. yıldönümüdür.  Simav’ı fetheden komutan Toka Timuroğlu Babukhan’dır.  Babukhan önce Doğu Anadolu’da kurulan Eretna Beyliği, sonra Karaman Beyliği, en son olarak da Germiyan Beyliği’ne yedi oymağı ve 30 bin askeri ile hizmet etmiştir.

Babukhan’ın vakfettiği Simav Ulu Camii ki yarım yamalak tamir ettirilmiş olup, ilçemiz Simav’ın en eski anıtsal yapısıdır. Yine Babukhan’ın yaptırdığı Ulu Camii’nin yanıbaşındaki beylikler dönemi vakıf kayıtlarında Babuk Bey Hamamı (Yukarı Hamam) geçen sene bağıra bağıra yıkılmış ve tarihin derinliklerine yollanmıştır…Siyasetçilerimiz sağolsunlar, onlar en iyisini yaparlar!…Yine Simav Fatihi Babukhan’ın yaptırdığı Simav-Naşa yolu sağındaki Dokuz Göz Köprüsü 1866 yılındaki aşırı yağışlar ve Simav Gölü’nün taşmasıyla milli toprak altında kalmıştır.  2004 yılında Belediyemiz kepçeleriyle ortaya çıkarıldı ama her nedense korunamıyor.  Bu nadide eser her geçen gün “hazine avcılarının” kazmaları ile tahrip edilip tarihin dipsiz derinliklerine doğru yol veriliyor.

Simav Fatihi Babukhan, Germiyan Beyliği Komutanlığı sırasında (1304-1365) Simav ve Emet ilçelerini fethetmiş ve birer Ulu Camii hatıra bırakmıştır. Simav Ulu Camii’nin ismi Babik Bey Vakfı maalesef Namık Bey olarak değiştirilmiş olup, camiinin batısındaki cadde ismi de Namık Bey olarak yanlış yazılmaktadır.

İsmi Simav’da kaybolan yada silinmek istenilen Babukhan’ın yerine geçen oğlu Esen Bey’in ismi kaderin bir cilvesi olarak 1980’li yıllarda imara açılan Edek mevkiindeki mahalleye verilmiştir…ESENEVLER…Babukhan unutulmuş ama oğlunun ismi Simav’da bir daha silinmemek üzere geri gelmiştir.

12.05.2009 – İZMİR –

Alaattin Gürırmak


Partileri Tutanlar ve Takım Taraftarları

Mayıs 23, 2009

Takimlarda taraftarlar takimin kotu gunundede yaninda olarak takimina destek olurlar partilerde isi genelde vatandas evinin kosesinden kendisne Yapilan zulmu seyreder olmasi muhtemel olaylara tepkisiz kalir ! Herkeze sokaga cikinda kanunsuz sekilde gosteri yapin demiyorum ama birileri nasil birseyleri savunmak adina sokaga dokuluyorsa bizlerde kanunlar cercevesinde kimin yaninda oldugumuzu gosterelim .Ben futbol takimi tutmam kim guzel oynarsa o kazansin derim hertakimin kacirdigi guzelim pozisyonlara acirim bazen gittigim yerlerde sorarlar neden takim tutmuyorsun cunki ikiside benim insanimin oynadigi futbol hangi takim yenilirse ulkede deyisen birsey olmaz vatandasin cebinden ekstra vergi cikmaz diger takim yenerse yine deyisen birsey olmaz vatandasin cebinden ne para cikar ne para girer peki niye kendimi uzeyim bosu bosuna nefesimi tuketeyim ? bosu bosuna kafami yorayim ? birileri para kazanacak hammalligini ben mi yapacagim ? onlarin borazanciliginimi yapacagim ?

ziyaettintokyaypartileritut

Amma Milli mac oldumu akan sular durur amac Turkiyenin sesini duyuracagi baska bir alan ve genelde genc nesillere iste o zaman nefesimide harcarim kafamida yorarim sonucta Turkiye ve turk insani var hele hele Milli maclarda ben adeta devlesirim Avrupaya milli takim geldimi desdeklemek icin her yere giderim 3 cune 5 sine bakmam Milli olan seylerde dini olan seylerde hassasiyetim deyisir

Birde yurt disindan alinan futbolculara odenen paralara aciyorum turk inasinin yeteneklerinin kapatilmak istendigine inaniyorum hazir ulkemde yetistirilip baska ulkelere futbolcu satacagimiza biz baska ulkelerden futbolcu alip dunyanin parasini oduyoruz .

Peki futbolcuyu hangi sahalarda yetistirecegiz ? 200 bin nufuslu bulundugum sehirde 100 tane top sahasi vardir biz olsak ne yapariz hemen parseller apartman dikeriz deyilmi ? ortalama 80 yildir duzenli bir imar planimiz yok ve hala eyni sekilde devam ediyoruz

Arzu hanim Basbakanin futbol takimin direktoruna veya baskanina sormasina gerek yok eger takimla ulkeyi ayni teraziye koyarsak hata yapariz,ki nasil hata kimse takimin direktorune hangi futbolcuyu hangi tarfta oynatacagina kimi cikarip kimi sokacagina antermana sabahmi aksammi cikacagina kimse karismaz ama Turkiye gibi ulkelerde onu yapamazsin sunu yapamazsin sunlari hic deyistiremezsin diye her kafadan bir ses cikar olmadi senin iktidara geldiginden beri havalar yagisli gidiyor diye adami idam ederler yagisli gitse suclusunuz gunesli gitse suclusunuz eger birileri sizi suclamaya kafayi koymussa bundan kurtulusyok hukumete destek olan muhalefete,de suc cikarilir neden destek olursun suclusun olmazsin suclusun hele oyle bir ana muhalefet varki evlere senlik yillardan beri elinden bir is gelmez yapanada karsi cikar niye ? yilladir bos oturdugu meydana cikacak diye cunki buraya genelde birikenler ulkeye hizmet icin deyil kostek icin cikarlar yapamazlar cunku bilmez yaptirmazlar cunku milleti adam yerine koymazlar baltutan parmagini yalar hesabi bunlar parmagini deyil cok yalamak icin kolunu oldugu gibi bala bulastirirlarki cok yalasinlar diye ellerinden gelse kendilerini balin icine atip esine dostuna yalatacaklar .

Burada amacim Basbakan Erdogani savunmak deyil ONUN SAHSINDA demokrasiyi savunmak hani derler ya mahkeme kadiya mulk olmazmis Millet istemedigi zaman bu partiyi kapatir birilerinin kendisini milletin yerine koymaya calismasi millet iradesini demokrasiyi kendi anlayisina yorumlamasi yonlendirmeye calismasi .Eger suan ulkemde isi olmayana 500 ytl ucret verseler 850 ytl asgari ucret olsa insanimin yasam standardi gelismis avrupa ulkelerindeki seviyede olsa vallayi bu kadar uzulmem. Sorun isi asi olmayaninin kendisine yapilan zulmu haksizligi savunan insanlara desdek olmasi .

Mutlu Gunler sizlerin olsun

http://www.ziyaettintokyay.com